GenelGüncelKültür Sanat

Osmanlı Döneminde Yetişen “Kırımî” Nisbeli Müfessirler ve Eserleri

Osmanlı döneminde tefsir ilmine dair çok sayıda eser yazılmış olup bunların önemli bir bölümü kütüphanelerde yazma halindedir. Ancak son zamanlarda yapılan çalışmalar sayesinde bu eserlerin bir kısmı araştırmacıların hizmetine sunulmuştur. Bir kısmı ise hâlâ kütüphanelerde ya da şahıs kitaplıklarında gün yüzüne çıkartılmayı beklemektedir. Bu tefsir mirasının bir halkası da Kırım Türklerine aittir. Fatih Sultan Mehmed döneminde Osmanlı hakimiyetine giren Kırım’da, tarih boyunca çok sayıda medrese kurulmuş, bu medreselerde öğrenim gören talebeler, başta İstanbul olmak üzere, Osmanlı coğrafyasının önemli merkezlerine yüksek tahsil için gitmişler ve gerek gittikleri yerlerde gerekse kendi memleketlerinde eser telifi ile de uğraşmışlardır. Onların çeşitli ilim dallarında telif ettikleri eserlerle ilgili günümüzde şahıs ve eser merkezli bazı çalışmalar yapılmıştır. Ancak tefsir ilmine dair müstakil bir çalışma bugüne kadar yapılmamıştır. Bu çalışmada tefsir alanında eser veren Kırımlı müellifler ve onların ekseriyeti kütüphanelerde yazma halinde olan eserlerini tespit edip tanıtmak ve böylece ilim camiasına bir katkıda bulunmak hedeflenmiştir. Bu maksatla önce kütüphane katalogları ve kaynaklar taranarak Kırım ulemasının tefsire dair eserleri tespit edilmiş ardında bu eserler ve müellifleri kısaca tanıtılmıştır.

Giriş

Kırım, önceleri Altın Orda Devleti’nin bir vilayeti konumunda iken, 1441’de I. Hacı Giray idaresinde hanlığa dönüştürüldü. 1475 yılında I. Mengli Giray’ın, Fatih Sultan Mehmed’e başvurması üzerine Osmanlı Devleti’ne bağlandı. 1783 Rus işgaline kadar 307 yıl Osmanlı hakimiyetinde kaldı.1 Kırım hanları, Osmanlı sultanları gibi,  hemen  hepsi de ilim ve edebiyata meraklı idiler. Bunun da etkisiyle bölgede erken dönemden itibaren ilmî bir ortam oluştu. Hatta, Kırım’ın Osmanlı’ya bağlanmasından daha önce yörede İslâmî ilimler ve bu ilimlerle ilgili telif çalışmaları başladı. Osmanlı Dönemi’nde ise çok sayıda eser yazıldı. Kırım, Osmanlı hakimiyetinden çıktıktan sonra da bu faaliyetler devam etti.2 Bursalı Mehmed Tahir’in (ö. 1925) Osmanlı Müellifleri ve İdâre-i Osmâniye Zamanında Yetişen Kırım Müellifleri adlı eserlerinde yer verdiği bilgiler bu hususu desteklemektedir. Zira o, bu iki eserde, alim, şair, tarihçi, tabip ve riyâziyeci Kırım asıllı toplam kırk iki Türk müellif ve onların telif ettiği onlarca eser hakkında kısa bilgiler vermektedir. Bu müelliflerin biyografilerine bakıldığında onların çoğunun İstanbul’da yetiştiği ve eserlerini bu coğrafyada telif ettikleri görülmektedir.3

Eğitimlerine Kırım’daki medreselerde başlayan Kırım ulemasının birçoğu başta İstanbul medreseleri olmak üzere İslam coğrafyasının değişik beldelerindeki ilim merkezlerinde yüksek tahsil yapmakta ve ardından üst düzey dinî ve idârî görevlerde vazife almaktaydılar. Bu kıymetli zevâtın hayat hikayeleri incelendiğinde onların İstanbul, İzmir, Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Bağdad, Mısır gibi önemli merkezlerde müderrislik, müftülük, kadılık, kazaskerlik, şeyhülislamlık gibi çok önemli görevlerde bulundukları, hatta önemli bir kısmının buralarda  vefat ettiği ve bu durumun Osmanlı’nın son dönemine kadar sürdüğü anlaşılmaktadır. Arşiv belgelerinde yer alan kayıtlar işgalden sonra zaman zaman zor durumda kalan ulemanın göç etmek durumunda kaldığını   da  göstermektedir.  Zira  Maliye   Nezareti’ne   gönderilen bir

1        Halil  İnalcık,  “Kırım”,  Türkiye  Diyanet  Vakfı  İslâm  Ansiklopedisi  (Ankara:  TDV

Yayınları, 2002), 25: 450-458.

2        Cemal Kurnaz – Halil Çeltik, Osmanlı Dönemi Kırım Edebiyatı (Ankara: Kurgan

Yayınevi, 2012), 11-12.

3        Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333); İdare-i Osmaniye Zamanında Yetişen Kırım Müellifleri (İstanbul: Matbaa-i Orhaniye, 1335).

yazıda 1858 senesinde otuz sekiz âlim ve müderrisin Kırım’dan Osmanlı topraklarına göç ettiği yazılıdır.4

Osmanlı uleması, çeşitli ilim dallarında olduğu gibi tefsir alanında da çok sayıda eser yazmış olup, bu eserlerin önemli bir bölümü kütüphanelerimizde ve aile kitaplıklarında yazmalar halindedir. Son yıllarda ülkemizde Osmanlı dönemi ile  ilgili yapılan akademik çalışmalar ve yazma eser kütüphanelerindeki kataloglama faaliyetleri bu eserlerin büyük bir kısmının gün yüzüne çıkartılmasına vesile olmuştur. Ancak hemen belirtmek isteriz ki bu çalışmalar henüz yeterli düzeyde değildir. Yapmış olduğumuz bu çalışmayla kaynaklarda adına hiç yer verilmeyen çok  sayıda  eserin  tespit  edilmiş  olması  da  bunu  göstermektedir. Gerçi Kırımlı müellifler ve eserleri ile ilgili bugüne kadar şahıs ve eser merkezli birkaç akademik çalışma yapılmıştır.5 Ancak tefsir eserleri ile ilgili müstakil bir çalışma henüz yapılmış değildir. Bazı kaynaklarda Kırımlı müfessirlere ilişkin tefsirle ilgili birkaç eserin adı zikredilmektedir. Ülkemizde ise Ziya Demir Osmanlı Müfessirleri ve Tefsir Çalışmaları adlı eserinde Kırımlı müfessirlere ait iki tefsir eserini kısaca tanıtmıştır.6 Bundan dolayı biz de bu alandaki boşluğu doldurmak üzere, Osmanlı tefsir mirasının önemli bir halkası olduğunu düşündüğümüz Kırımlı müfessirler ve eserlerini tanıtmayı uygun gördük. Yapılan bu çalışma ile Osmanlı dönemi Kırım ulemasının tefsir ile ilgili eserlerini bir arada görme, evsaf ve muhtevalarına dair özet bilgi edinme imkânı doğacak, hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmayan bazı müfessirler ve eserleri de ilim ehlinin dikkatine sunulacaktır. Müellif ve eserlerin tespitinde tabakat kitapları ile temel kaynakların yanısıra özellikle Türkiye  Yazma  Eserler  Kurumu  Başkanlığı’na  bağlı  kütüphanelerin katalog kayıtlarından istifade edilmiştir. Ayrıca

4 Ahmet Yüksel – Zafer Karademir, “Ulema, Göç ve Devlet:  Kırım  Harbinden  Sonra Osmanlı Ülkesine Göç Eden Ulemanın İskânına Dair Bazı Bilgiler”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 52/1 (2012): 184.

5 Bazıları için bk. Erdoğan Sarıtepe, “Kırımlı Abdüssettar Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Medhal-i Fıkıh Adlı Risâlesi”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 16/1 (2011): 113-131; İsmail Avcı, “Fatih’in Musahiplerinden Âlim ve Şair Molla Kırımî  ve  Bir Şiiri”, OTAM 40 (2016): 111-127; İsa Çelik, Kırımlı Selim Baba ve Burhânu’l-Ârifîn’i (Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, 1997).

6 Bk. Ziya Demir, Osmanlı Müfessirleri ve Tefsir Çalışmaları (İstanbul: Ensar Neşriyat,

2006), 375-376.

müelliflerin biyografilerinin bir kısmı eserlerinin mukaddimeleri ile ferağ kayıtlarından alınmıştır.

Bu arada, bu makalede, Kırımlı müfessirler ve eserlerinin tamamı hakkında bilgi verildiği iddiasında bulunmadığımızı da belirtmek isteriz. Bu sebeple adına ulaşılamayan, eserleri henüz tespit edilemeyen ya da gözden kaçan müfessirlerin ve eserlerin olabileceği gözardı edilmemelidir. Ayrıca bu çalışma, söz konusu müfessirleri ve eserleri bütün yönleri ile ele almak gibi bir iddiayı taşımamakta, sadece bu  alanda derli toplu bir bilgi sunmayı amaçlamaktadır.  Bu  yüzden hayatları hakkında bilgi bulunabilen müelliflerin kısa biyografileri verilecek, tespit edilen eserler tanıtılırken ulaşılan nüsha üzerinden  eserin muhtevasına dair özet bilgiler sunulacak ve varsa bu eserlerin diğer nüshalarına da işaret edilecektir.

Kırımî Nisbeli Müfessirler ve Eserleri

Kaynaklarda Kırım’da doğup orada vefat edenler ile Kırım’da doğduğu halde başka bölgelere yerleşenler ve bir de aslen Kırımlı olup zorunlu göçler dolayısıyla Kırım’ın dışında yaşayanlar “Kırımî” ve “Kefevî” nisbesiyle anılmaktadırlar. Zira Kırım yarımadasında ilim, kültür, sanat, edebiyat ve ticaret yönünden iki önemli merkez vardı. Bunlardan birincisi, Kırım Hanlığı’nın da idâre merkezi olan Hansarayı/Bahçesaray, diğeri ise Hanlığa bağlı olmayıp bir Osmanlı eyaleti hükmünde olan Kefe idi.7 Bundan dolayı Kırım yarımadasının Kefe bölgesinde yetişenler kaynaklarda “Kefevî” nisbesiyle anılırken yarımadanın diğer şehirlerinde yetişenler “Kırımî” nisbesiyle anılmaktadır. Biz de müellifleri tanıtırken kaynaklardaki nisbelerini dikkate aldık ve bu çalışmada sadece “Kırımî” nisbeli olanlara yer verdik. “Kefevî” nisbeli olanları ise ayrı bir çalışmada ele aldık. Müfessirler ve eserleri, müfessir adlarının alfabetik sıralamasına göre ele alınacaktır.

7 Kefe ile İstanbul arasındaki münasebet o kadar güçlü idi ki yerli ve yabancı birçok kaynak ondan İstanbul’a nispetle “Küçük İstanbul”, “Yarım İstanbul”, “Kırım İstanbul’u”, “Kırım Konstantinopol’ü” ve “Yarım Konstantinopol” ifadeleriyle söz etmiştir. Hatta şöhreti o kadar artmıştır ki Kefe adı çoğu zaman bütün bir yarımadayı karşılayacak şekilde kullanılır olmuştur. Bk. Ömer Özkan, “Osmanlı Döneminde Bir Edebî Muhît Olarak Kefe (Feodosıa)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 8 (Haziran 2015): 297-298.

1. Abdullah Efendi (ö. 1211/1797)

Abdullah Efendi, Fetva Emini Kırımlı Osman Efendi’nin oğlu olup Tatarcıkzâde namıyla tanınmıştır. Mehmed Süreyyâ’ya (ö. 1909) göre 1143/1731,8 Bağdâdî’ye göre 1145/1733 yılında doğmuştur.9 Bursalı’nın kaydettiğine göre “Ayaklı Kütüphane” olarak bilinen Muhammed Emin Efendi’nin (ö. 1223/1808) seçkin talebelerinden10 olup medrese tahsilini tamamladıktan sonra müderris olmuştur. Daha sonra önce Haremeyn müfettişliğine, sonra sırasıyla Kudüs, Mısır ve Medine kadılıklarına atanmıştır. Ardından Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerine getirilmiştir. 9 Zilkade 1211 (5 Mayıs 1797) yılında vefat etmiş ve Edirnekapı mezarlığına defnedilmiştir.11Abdullah Efendi, ilmiye görevlerinin dışında devlet teşkilatının ıslahı ile de yakından ilgilenmiş, askerî, ilmî, mâlî ve idârî konulardaki tesbit ve tekliflerini ihtiva eden bir Lâyiha yazmıştır.12 Tefsirle ilgili de bir eseri tespit edilmiştir.

Taʿlîka ʿalâ tefsîri âyeti -yevme ye’tî baʿzu âyâti rabbike- min Envâri’t-

tenzîl

Eserin, Taʿlîka ʿalâ tefsîri sûreti’l-Enʿâm min Envâri’t-tenzîl başlıklı bir

nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, nr. 1408/3, vr. 19b-22b’dedir. Müellif adı mukaddimede “Abdullah b. Merhum Eminü’l-Fetva Osman” şeklinde geçmektedir. Telif ve istinsah tarihi belirtilmemiştir. Ancak mecmuadaki bazı risâlelerin istinsah tarihinin 1203/1708 olarak kaydedildiği görülmektedir. Dolayısıyla bu tarihlerde istinsah edilmiş olma ihtimali vardır. Eser adı muhtevadan hareketle verilmiş olmalıdır. Ancak hemen ifade etmek gerekir ki bu taʿlîka sadece Enʿâm sûresinin 158. âyetinin bir bölümü için yazılmış olup eserin Ta’lîka ʿalâ tefsîri sûreti’l-En’âm min Envâri’t-tenzîl şeklinde isimlendirilmesi hatalıdır. Risâlenin, Ta’lîka ʿale’l-Beydâvî yevme ye’tî baʿzu âyâti rabbik

8       Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî Yahud Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye, haz. Ali Aktan

vdğr. (İstanbul: Sebil Yayınıevi, 1995), 3: 448.

9 İsmail Paşa el-Bağdâdî, Hediyyetü’l-ârifin esmaü’l-müellifin ve âsâru’l-musannifîn, tsh. Kilisli Rifat Bilge – İbnülemin Mahmûd Kemâl İnal (Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1951), 1: 488.

10 Bursalı, Osmanlı Müellifleri, 1: 215.

11 Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, 3: 448.

12 Mehmet İpşirli, “Abdullah Efendi, Tatarcık”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

(Ankara: TDV Yayınları, 1988), 1: 99-100.

başlıklı ikinci bir nüshası13 Süleymaniye Kütüphanesi, Denizli Bölümü, nr. 4, vr. 118a-122a’da olup, 1203/1708 yılında istinsah edilmiştir. Müstensih adı belirtilmemiştir. Müellif adı mukaddimede aynı şekilde “Abdullah b. Merhum Eminü’l-Fetva Osman” diye geçmektedir. Bu eserin adı muhtevadan hareketle Taʿlîka ʿale’l-Beydâvî yevme ye’tî baʿzu âyâti rabbik şeklinde verilmiş olmalıdır. Eserin başka bir nüshasına ulaşılamadığından eserin tanıtımı bu nüsha üzerinden yapılacaktır.  Eserin başka bir nüshasına şimdilik ulaşılamamıştır.14 Bu çalışmada muhteva dikkate alınarak eserin Taʿlîka ʿalâ tefsîri âyeti yevme ye’tî baʿzu âyâti rabbike min Envâri’t-tenzîl şeklinde isimlendirilmesi uygun görülmüştür.

Risâle  besmele, hamdele ve  salveleden sonra kısa bir  mukaddime

ile  başlamaktadır.  Bu  mukaddimede  müellif  eseri  yazmadaki amacını,

6/158)  (En’âm, ي َْوَم  َْيأيِت ب َ ْع  ُض آيَا يت  َربِّ َك  sonunda  sûresinin  Enʿam  “Beydâvî’nin,

âyetinin tefsiri müşkil olup, bu konu, Kahire kadılığım sırasında bana

arz  edilince,  işlerimin  çokluğuna  ve   zihnimin   dağınıklığına  rağmen,

hâşiyelere ve tefsirlere müracaat etmeden Allah’tan yardım dileyerek bu risâleyi yazdım.” şeklinde ifade etmiştir. Risâlede, âyetin Ehl-i sünnet ve

ي َْوَم  َْيأيِت ب َ ْع  ُض آيَا يت َربِّ َك الَ يَنَف ُع نَ ْف ًسا  olan neden tartışmaya arasında alimleri Mu’tezile

gün, geldiği ʿalâmetleri bazı “Rabbinin إيميَان َُها  ََلْ تَ ُك ْن آَمنَ ْت يمن قَ ْب ُل أَْو َك َسبَ ْت يِف إيميَايِنَا  َخْي ًرا

önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye

artık îmânı bir fayda sağlamaz.” kısmı îmân-amel ilişkisi bağlamında ele alınmıştır. Tatarcıkzâde, öncelikle Mu’tezile’nin “amelsiz imanın fayda vermeyeceği” şeklindeki görüşünü tenkit eder. Buna mukabile ehl-i sünnetin “Amelsiz îmânın da kişiye fayda sağlayabileceği” şeklindeki görüşünü ispatlamaya çalışır. Bu meyanda Mu’tezile’nin görüşünü zikrettikten sonra Beydâvî’nin onlara cevap olarak dile getirdiği hususları,  özellikle  gramer  tahlilleri üzerinden örneklendirerek tafsilatlı

13  Şükrü Maden katalog  kayıtlarından  hareketle bu iki  nüshayı  Envâru’t-tenzîl’e  yazılan  iki farklı ta’lîka ve müelliflerini de iki ayrı kişiymiş gibi  göstermiştir.  Bk.  Şükrü Maden, Tefsirde Hâşiye Geleneği ve Şeyhzâde’nin Envâru’t-Tenzîl Hâşiyesi (İstanbul: İSAM Yayınları, 2015), 370-371.

14 Araştırma esnasında Enʿâm sûresi 158. ayeti ele alan iki risaleye  daha  rastladık. Müellif adı bulunmayan bu risalelerde, katalog kayıtlarındaki açıklama notlarından anlaşıldığına göre Beydâvî’nin Enʿâm sûresi 158. ayetine taʿlikadır. Yevme ye’ti baʿzi âyâti rabbike Âyetinin Tefsîri başlıklı her iki nüsha da Giresun İl Halk Kütüphanesi’nde bir mecmuanın içerisinde art arda gelmektedir (28 Hk 3582/12 vr. 37b-40b; 28 Hk  3582/13, vr, 41a-44b).

bir şekilde açıklama yoluna gider. Klasik kelâm eserlerinden de faydalanarak aklî istidlallerde bulunur ve Ehl-i sünnetin  haklılığını ortaya koymaya çalışır. Ağırlıklı olarak dirâyet metodunu kullandığı görülür.

Bağdâdi, müellifin bu eserine ilaveten, Tefsîru sûreti İsrâ Türkî adlı bir eserinin daha olduğunu zikretmekte, ancak bu eserin nerede bulunduğuna dair bilgi vermemektedir.15 Bu kayıttan hareketle yapılan taramalara rağmen müellifin böyle bir eseri şimdilik tespit edilememiştir.

2. Abdülhalim Efendi (ö. 1110/1699)

Müderrislik, mollalık, müfettişlik gibi önemli görevlerde bulunan Abdülhalim Efendi,16 Kırım’ın Haneli köyünde doğmuş olup babasının adı Ahmed, dedesinin adı Mustafa’dır. Tatar Abdülhalim Efendi namıyla tanınmıştır. Memleketindeki ulemadan ilim tahsil ettikten sonra İstanbul’a giderek Sultan Bayezid Medresesi’nden mezun olmuştur. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde müderrislik yaptıktan sonra önce Haremeyn müfettişliği sonra da Mısır mollalığı yapmıştır. 1110 yılında hacca giderken Yenbu’da vefat etmiş ve orada defnedilmiştir.17 Tespit edilebilen tek eseri tefsirle ilgilidir.

Hâşiye ʿalâ tefsîri âyeti -lâbisîne fîhâ ahkâbâ- mine’l-Beydâvî

Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa Bölümü, nr. 2834’te, 49b- 54a varakları arasında bulunan ve müellifin Nebe’ sûresi 23. âyeti konu edinen bu risâlesinin Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, nr. 2812, vr. 1b-2b ile Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, nr, 769, vr. 232b-

15 Bağdâdî, Hediyyetü’l-ârifin, 1: 488.

16 Kaynaklarda bir başka Abdülhalim Efendi (1210/1795-6) adına daha rastlanmakta olup onunla ilgili şu bilgiler verilmektedir: Kırımlı dersiamlardandır. Vassafzâde Esad Efendi meşihatinde kassâm-ı askerî ve ders vekili, sonra Enderûn-i Hümâyun’a baş hoca, 1199/1787 yılında da Haremeyn müfettişi oldu. Daha sonraları fetva eminliği görevi yaptı. 1208 Muharreminde Edirne kadısı, 1210/1795 yılında Mekke mollası oldu ve orada vefat etti. Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, 3: 343; Ahmed Bâdî Efendi, Riyâz-ı Belde-i Edirne: 20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne’si, haz. Niyazi Adıgüzel – Raşit Gündoğdu (Edirne: Trakya Üniversitesi Yayınları, 2014), 2-1: 1285. Eserin müellifinin, metinde tanıttığımız ve vefat tarihi 1110/1699 olan Abdülhalim Efendi olma ihtimali daha yüksek olmakla birlikte kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Zira risâlelerde telif ve istinsah tarihleri bulunmadığı gibi kaynaklarda bu iki zâta herhangi bir eser de nispet edilmemiştir.

17 Şeyhi Mehmed Efendi, Vekâyiü’l-Fudalâ (Şekaik-ı Nuʿmaniye ve Zeyilleri içinde), haz. Abdülkadir Özcan (İstanbul: Çağrı Yayınları, 1989), 2/4: 156-157; Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, 3: 343.

235a’da kayıtlı aynı adı taşıyan iki nüshası daha tespit edilmiştir. Bu üç nüshanın hiçbirinde telif tarihi ve istinsah kaydı yoktur. Her üç nüshada da müellif adı mukaddimede “Abdülhalim el-Kırımî” şeklinde geçmektedir. Her bir nüsha, çeşitli risâlelerin yer aldığı bir mecmuanın içerisindedir. Eser adının muhtevadan hareketle görevliler tarafından verildiği anlaşılmaktadır. Bütün nüshalar okunaklıdır ve “temme” kaydı ile son bulmaktadır. Ancak “Halet Efendi” nüshasının metni daha kısa tutulmuştur. Diğer iki nüshanın metinleri aynı olup “Halet Efendi” nüshasının son bulduğu yerden itibaren de epeyce bilgi içermektedir. Bu farklılıktan müellifin daha sonra eserinin hacmini genişlettiği anlaşılmaktadır.

Risâleye besmele, hamdele ve salvele ile başlanmış, ardından kısa bir mukaddimeye yer verilmiştir. Bu mukaddimede risâleyi yazmadaki gaye şu şekilde ifade edilmiştir: İsâmüddin18 ve Muhaşşî Sâdî’nin19 Beydâvî’nin –lâbisîne fîhâ- âyeti hakkındaki açıklamaları bazı kimseler tarafından farklı değerlendirilmiştir. Kimileri Sâdî’nin izahlarını doğru, İsâmüddin’in izahlarını yanlış bulurken, kimileri de tersini savunmuşlardır. Bunun üzerine müellif, her iki muhaşşînin, zahirde çelişiyormuş gibi görünen açıklamalarını uzlaştırmak için eseri kaleme almıştır.20

Risâle dirâyet metodu ile yazılmış olup ağırlığı nahvî tahliller teşkil etmektedir. Cevherî’nin (ö. 400/1009’dan önce) Sıhâh’ı, Zeccâc’ın (ö. 311/923) Meʿâni’l-urʾân’ı ve Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) Keşşâf’ından yapılan alıntılarla cehennem azabının süresiyle ilgili olan “ahkâb”

18 İsâmüddîn el-İsferâyînî İbrahim b. Muhammed b. Arabşah (ö. 945/1538) Hâşiye ʿalâ Envâri’t-tenzîl adlı bir eseri olup bu eserin çok sayıda kütüphanede yazma nüshası mevcuttur (Maden, Tefsirde Hâşiye Geleneği, 372). Bazıları için bk. Beyazıd Devlet Kütüphanesi, nr. 341, 505, 624; Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya, nr. 324, 334.

19 Sâdî Çelebi Sadullah b. Îsa (ö. 945/1539). El-Fevâidü’l-behiyye: Hâşiye ʿalâ Tefsîri’l- Beydâvî adlı bir eseri vardır (Maden, Tefsirde Hâşiye Geleneği, 372). Bazı nüshaları için bk. Beyazıd Devlet Kütüphanesi,  nr.  646,648;  Süleymaniye  Kütüphanesi,  Ayasofya,  nr. 309, 1122.

20 İsâmüddîn ve Sâdî Çelebi arasındaki bu tartışma ile ilgili başka risâleler  de   yazılmıştır. Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, nr. 2834, vr. 55-59’da, Osman

b. Hasan b. Muhyiddin et-Trabzonî (ö. ?) tarafından yazılan Taʿlika ʿalâ Tefsîri’l-Kāzî fî kavlihi Teâlâ -lâbisîne fîhâ ahkābâ- adlı eser bunlardan biridir. Bk. Süleyman Gür, “Osmanlı Döneminde Yetişen Trabzonlu Müellifler ve Eserleri: Bir  Literatür  Denemesi”, Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7/1 (2018): 207.

kelimesinin muhtemel anlamları irdelenmiştir. Cehennemin ve  cehennem azabının, uzun asırlar ifade eden bir sürenin ardından sona  erip ermeyeceği tarzındaki kelâmî tartışmalar kısaca ele alınmıştır. Neticede cehennem ve cehennem azabının sonsuzluğunu savunan görüş isabetli bulunup tercih edilmiş, belli bir süre ile kayıtlandırılanın hususi azab türleri olduğu ifade edilmiştir. İsâmüddin ve Sâdî Efendi’nin de aslında farklı ifadelerle aynı şeyi söylemeye çalıştıkları izah edilmeye çalışılmıştır.

3. Hamid b. Ahmed (ö. 1185/1771)

Asıl adı Mahmud olup daha çok Hamid Bî-Nevâ ve Kırımlı Şeyh Hamid isimleriyle tanınmaktadır. Halvetiyye tarikatının Rûşeniyye şubesinin Gülşeniyye kolundan Tekirdağ merkezli Gürci Ali Efendi’nin halifesidir. Ârif, âlim ve erbâb-ı kalem bir zât olarak tanınmıştır.21 İrşat görevini sürdürdüğü Tekirdağ’da 1185/1771 yılında vefat etmiş ve tadilatını yaptırdığı dergâhın haziresine defnedilmiştir.22

Eserleri: Kaynaklarda müellifin şu üç eseri telif ettiği belirtilmiştir. Risâle-i Tevhid: Vahdet-i vücuttan bahseden Türkçe bir eser olup matbudur.23 Etvâr-ı sebʿa: Hüseyin Vassaf bu eserin 1178 tarihinde yazıldığını kaydeder ve usûl-i Halvetiyye’ye göre etvâr-ı sebʿanın anlatıldığını kaydeder.24 er-Rahmânu ʿale’l-ʿArşi’stevâ Âyet-i Kerîmesinin Tefsîri.25 Ancak yapılan katalog taramalarında kaynaklarda adına rastlanmayan şu eserlerin de müellife nispet edildiği tespit edilmiştir. Mirkātü’l-maʿrife: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları, nr. OE_Yz_0296/02, vr. 19b-101b’de Muhammed Said tarafından 1226 yılında istinsah edilen bir nüshası bulunmaktadır. Eserde başlık mahiyetinde ve müellifi tanıtmak üzere şu ibare mevcuttur. “Hâzâ Kitâbu Mirkāti’l-maʿrife li Fakri Hamid Efendi ibn es-Seyyid Ahmed Efendi”. Ağırlıklı olarak akaid ve tasavvufla ilgili konuların ele alındığı Osmanlı Türkçesi ile yazılan eserin mukaddimesinde müellif kendisini “Hamid ibn es-Seyyid Ahmed” diye tanıtmakta ve bu risâleyi ahir ömründe 70 yaşında yazdığını

21 Osmanzâde Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ,  haz.  Mehmet  Akkuş  – Ali  Yılmaz  (İstanbul: Kitabevi, 2015), 3: 256-257.

22 Bursalı Kırım Müellifleri, 6.

23 Bursalı, Kırım Müellifleri, 6.

24       Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, 3: 348.

25       Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, 3: 257.

belirtmektedir.26 Mektûbât: Hadis ilmine dair bu eseri Yazıcızâde Muhammed ile müştereken neşretmiştir. Eser 1288’de, İstanbul Yahya Efendi Matbaası’nda 23 sahife olarak basılmıştır. Vâridât-ı İlâhiyye: İstanbul Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Şeriyye, nr. 765, vr. 1a-8a’da bir nüshası mevcuttur. Mürşide Rabt-ı Kalb Etmek: Süleymaniye Kütüphanesi Galata Mevlevihanesi, nr. 56/4, vr. 96-97’de bir nüshası bulunmaktadır. Tefsirle ilgili sadece bir eseri bulunmaktadır.

er-Rahmânu ʿale’l-ʿArşi’s-tevâ Âyet-i Kerîmesinin Tefsîri

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları, nr. 0296/03’te, 101b-105b varakları arasında olan risâle bir mecmuanın içerisinde, yine Hamid b. Ahmed’in Mirkātü’l-maʿrife adlı eserinin hemen devamında yer almaktadır. Başlıkta, müellifi ve eseri tanıtmak üzere şu ibare kayıtlıdır: “Hazreti eş-Şeyh es-Seyyid Hamid Kırımî Efendi hazrerlerinin er-Rahmânu ʿale’l-ʿArşi’s-tevâ Âyet-i Kerimesinin Tefsiri hakikileridir.” Müellif, risâlenin sonunda kendisini “Hâdimü’l-fukarâ eş-Şeyh Hamid Bî Nevâ” diye vasfetmektedir. Risâle 1226 yılında Muhammed Said Sermimar tarafından istinsah edilmiştir. Risâlenin, Merkez Efendi Türbedarı Ahmed adlı bir zât tarafından 1226/1810 yılında istinsah edilen Tefsîru âyeti -er-Rahmânu ʿale’l-ʿArşi’s- tevâ– isimli bir nüshası Milli Kütüphane, Yazmalar Koleksiyonu, nr. 2196/1, vr. 1b-7a’da, yine aynı kütüphanede aynı adı taşıyan bir nüshası, nr. 345, vr. 36b-45b’dedir. Çorum Hasan Paşa İl Halk Kütüphanesi, nr. 9223/2, vr. 159a-165a’da, 1187/1772 yılında istinsah edilen bir nüshası daha mevcuttur. Süleymaniye Kütüphanesi, Galata Mevlevihanesi, nr. 56/3’te bir nüshasının daha olduğu ifade edilmişse de27 biz bu nüshaya ulaşamadık.

Mukaddime yazılmayan risâleye besmele ve hamdeleden sonra doğrudan “istiva” âyetinin (Taha, 20/5) tefsiri ile başlanmıştır. Dili Türkçe olan risâlede, tasavvufî tefsir metodu benimsendiği için eserin genelinde işarî yorumlar hakimdir. Bu cümleden olmak üzere çeşitli münasebetlerle sûfîlik hakkında bilgiler verilmiş, kulun şeytanî tuzaklar karşısında kendini korumasının, kalbini lekelememesinin  önemi üzerinde durulmuştur. İleri sürülen görüşler sık sık âyetlerle teyid

26 Hamid b. Ahmed el-Kırımî, Mirkâtü’l-marife, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları, 296/2, 20a-20b.

27 Mehmet Akif Alpaydın, “Osmanlı Dönemi Türkçe Tefsir Eserleri”, Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 3/5 (2016/2): 148.

edilmeye çalışılmıştır. Nâdiren de olsa hadislere ve haberlere yer verilmiştir. Görebildiğimiz kadarıyla Enes b. Mâlik (ö. 93/711-12) dışında hiçbir isme ve kaynağa işaret edilmemiştir. Diğer tefsirlerde olduğu gibi lügavî izahlara, nahvî çözümlemelere hiç girilmemiş, istiva ve arş kavramları hakkındaki kelâmî ve mezhebî tartışmalara yer verilmemiştir. Ruhun ve nefsin mertebeleri hakkında çeşitli izahlar yapılmış, arşa istiva ile insan-ı kâmil arasında irtibat kurulmuştur. Genellikle insan vücudunun bir bölgesinde bulunan arş-ı manevi üzere rahmanın halifesi olan rûh-i sultaniyenin istiva keyfiyetinden söz edilebileceği, ancak, Rahmanın arşa istivasının hakikatinin bilinemeyeceği ima edilmeye çalışılmıştır.

4. Hüseyin b. Derviş Ali el-Kırımî (XVIII. Yüzyıl)

Müellifin hayatı hakkında kaynaklarda bilgi bulunamamıştır. Ancak aşağıda tanıtacağımız eserdeki değişik kayıtlardan hareketle  kendi adının Hüseyin, babasının adının Derviş Ali, memleketinin Kırım olduğu, müftülük yaptığı ve 1139’lü yıllarda hayatta olduğu anlaşılmaktadır. Aşağıda tanıtımını yapacağımızın dışında başka bir  eseri tespit edilememiştir.

Hâşiye ʿalâ Envâri’t-tenzîl ve esrâri’t-te’vîl

Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa Bölümü, nr. 16, vr. 1a-319b arasında kayıtlı olan eserin zahriyesinde “Hâşiye ʿale’l-Beydâvî telif Hüseyin el-Müfti el-Kırımî mektûb bi hattıhi” şeklinde bir ibare bulunmaktadır. Bu ibare müellifin memleketi, mesleği ve bu nüshanın müellif hattı olduğu konusunda bilgi vermektedir. Ferağ kaydında  müellif adı “Hüseyin b. Derviş Ali” şeklinde geçmektedir. Bu iki kayıt birleşince müellifin Kırımlı Derviş Ali’nin oğlu müftü Hüseyin olduğu öğrenilmektedir. Yine ferağ kaydından anlaşıldığına göre eser 19 Muharrem 1139 Pazartesi günü telif edilmiştir.

Besmele, hamdele, salvele ve mukaddime yazılmayan esere doğrudan Mücâdele sûresinin tefsiri ile başlanmıştır. Böylesine hacimli bir esere bu şekilde başlanması geleneğe uygun değildir. Baş tarafı eksik olmadığı gibi ciltleri dahil bütün sayfaları tam ve okunaklıdır. Hiçbir yerinde aşınma ve yıpranma da yoktur. Bu durum eserin öncesinin olabileceğine işaret etmektedir. Muhafaza sayfasına müellifin kendi hattıyla yazdığı fihrist de bu düşünceyi desteklemektedir. Zira bu  fihristte Mücâdele sûresinden Nâs sûresine kadar  sırasıyla  bütün sûrelere hâşiye yazıldığı, hangi sûrenin hangi sayfa aralıklarında olduğu

gösterilmektedir. Bütün bunlar bu eserin müellif tarafından Beydâvî tefsirine yazılan hâşiyenin son cildi olabileceğini düşündürmektedir. Ancak sadece bu verilere dayanarak kesin bir şey söylemek güçtür. Fakat en azından bu eserdeki sûrelerin öncesinde yer alan bir kısım sûrelere daha hâşiye yazılmış olabileceği de akla gelmektedir. Eserin başka bir nüshasına ulaşılamadığı ve müellif ile eserleri hakkında başka bir bilgi  de elde edilemediği için şimdilik bu kadar bilgi vermekle yetinmek durumundayız.

Müfessir eserinde, sûrelere giriş mahiyetinde sûrelerin nüzül yerleri, isimleri, âyet sayıları hakkında bilgiler vermiş, bu konularda ittifak ve ihtilaf edilen haberlerle selef alimlerinin görüşlerini nakletmiş ve zaman zaman kendi kanaatini de açıkça beyan ederek meseleleri açıklığa kavuşturmaya çalışmıştır. Bu konularda Beydâvî’den daha farklı ve daha detaylı bilgiler sunmuş ve yer yer onun bu hususlarda aktardığı malumatı isabetsiz bulduğunu beyan etmiştir. Âyetlerin tefsirinde önce “kavluhu” kelimesiyle Beydâvî’nin ibaresini aynen aktarmış, ardından  bu ibareyi açıklama yolunu seçmiştir. Bunu yaparken de tıpkı Beydâvî gibi rivâyet metodundan istifade etmekle birlikte ağırlıklı olarak dirâyet metodunu kullanmıştır. Kendi ilmî kudretini ortaya koyarak tefsirde eksik gördüğü yerleri tamamlamış, hatalı olduğunu düşündüğü yerleri düzeltmiş, izaha muhtaç olan hususları açıklamıştır. Bu gibi durumlarda sözünü desteklemek için âyetlere, hadislere ve ulemanın görüşlerine başvurmuştur. Sarf, nahiv, iştikak, belâgat gibi lügat ilimlerine ziyadesiyle müracaat etmiş, bu noktalarda kayda değer tahliller  yapmıştır. Zaman zaman usûl, fıkıh ve kelâm konularına da yer  vermiştir. Ancak bu ilimlere ilişkin açıklamaları dilsel tahlillerine oranla oldukça azdır. İstifade ettiği kaynaklardan, bazen isim vererek, bazen de isim zikretmeksizin alıntılar yapmıştır. Bu meyanda özellikle dil, belâgat, tefsir, hadis ve kelâm alanında çok sayıda alimin ismini zikretmiştir. Eser, müellifin başta kendisi olmak üzere bütün Müslümanlara yönelik olarak yaptığı bir duanın yer aldığı hâtime ile son bulmuştur. Hâtimeden sonra ferağ kaydına yer verilmiştir. Eserin mukaddimesi olmadığı için müellifin eseri yazmadaki amacını ve eserde takip ettiği metodu, kendi kaleminden sunma imkânı olmamış, muhtevadan hareketle eser tanıtılmaya çalışılmıştır. Mücâdele sûresinden sonrası için yazılmasına rağmen 319 varaklık hacme ulaşması, oldukça mufassal bir hâşiye olduğunu göstermektedir.

5. İbrahim b. Abdullah el-Kırımî (ö. 1001/1593)

Kırımlı Abdullah Efendi’nin oğludur.28 İsmi kaynaklarda İbrahim

b. Abdillah el-Kırımî, İbrahim b. Hak Muhammed el-Kırımî, İbrahim b. Hak Muhammed Efendi ed-Deşti el-Kırımî, İbrâhîm Aka Muhammed b. Hakk Muhammed Kırımî şeklinde geçmektedir.29 İstanbul’da “Tatar Şeyh” namıyla tanınmıştır. İlme istidadı ve parlak zekasıyla doğum yeri olan Kırım’daki alimlerin ilgisini çekmiş ve ilim tahsilinde onlardan büyük destek görmüştür. Medrese tahsilini bitirdikten sonra İstanbul’a gelmiş ve burada Sofyalı Bâli Efendi’nin (ö. 960/1553) müritlerinden Halvetî şeyhi Filibeli Nureddinzâde’nin (ö. 981/1574) hizmetine girmiştir. Uzunca bir süre onun yanında tasavvuf terbiyesi alarak hâl ilmini de kemâliyle elde ederek şeyhinden hilafet almıştır. Bir süreliğine Kırım’a gitmiş, ancak ülkedeki karışıklıklar nedeniyle tekrar İstanbul’a dönerek Küçük Ayasofya Zaviyesi’nde Halvetî şeyhi olmuştur. Çeşitli camilerde vaaz ve sohbetler vermiş ayrıca birçok talebeye de tefsir ve hadis okutmuştur. 1001/159330 yılında Küçük Ayasofya’daki tekkesinde vefat etmiş ve Edirnekapı yakınlarındaki Siret Tekkesi civarına defnedilmiştir.31 Zâhir ve bâtın ilimlerine vakıf ve geniş bir müktesebatı olan İbrahim Efendi âlim, âbid, zâhid ve kâmil bir kimse olarak tanınmıştır. İlme ve insanlara hizmetinin büyük bir kısmını III. Murad devrinde (982/1004-1574/1595) gerçekleştirmiştir.32 Hüseyin Vassaf (ö. 1929), kendisinden “Kutup İbrahim Efendi” diye bahseder ve ondan devam eden uzun bir silsile zikreder.33

Eserleri: Kaynaklarda   İbrahim Efendi’nin  sadece beş eserinin  adı

zikredilmektedir.34    Ancak   bu   çalışma  esnasında   çeşitli   alanlara dair

28        Bağdâdî, Hediyyetü’l-ârifin, 1: 28.

29        Demir, Osmanlı Müfessirleri, 308.

30 Bursalı’nın Osmanlı Müellifleri 1: 23’te ve kütüphane kayıt fişlerinin bir kısmında bu zatın vefat tarihi 1042/1632 şeklinde gösterilmiştir. 981/1573 yılında vefat eden Nureddinzâde’nin talebesi olması nedeniyle 1042/1632 tarihi hatalı olmalıdır (Demir, Osmanlı Müfessirleri, 309).

31 Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, 1: 92; Bursalı,  Osmanlı  Müellifleri,  1:  23;  Bursalı,  Kırım Müellifleri, 3.

32 Demir, Osmanlı Müfessirleri, 309.

33 Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, 3: 347.

34 Hâşiye ʿale’l-câmî, Şerhu hadisi -innallâhe teâla eʿtânî sebʿa’l-mesânî, Mevâhibü’r-rahmân fî beyâni merâtibi’l-ekvân, Medâricü’l-meliki’l-mennân fî beyâni meʿârici’l-insan, er-Risâletü’n- nûriyye fî keşfi esrâri’n-nâriyye. Bu eserler için bk. Bursalı, Osmanlı Müellifleri, 1: 23;

bulunan çok sayıda eser onun telifatının bir hayli fazla olduğunu göstermektedir. Burada söz konusu eserlere kısaca temas edildikten  sonra tefsirle ilgili olanları tanıtılacaktır.

Şerhu hadisi -innallâhe teâla eʿtânî sebʿa’l-mesânî: Bu eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, nr. 763’te 100b-103a varakları arasındadır. Kelam ilmine ilişkin olan Risâle fi’l-küfri’l-hakîkî ve’l-İslâmi’l-mecâzî: İstanbul Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Koleksiyonu, nr. 815/4, vr. 21-25. Risâle fi’t-tasavvuf: İstanbul Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Koleksiyonu, nr. 815/5, vr. 25-30; Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, nr. 1512, vr. 38-46. er-Risâletü’ş-şerife tevili şeyhi’l-İslam ve’l-Müslimin: İ.B.B. Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları, OE_Yz_0321/19, 94b-97a. Beyan-ı Kelime-i Basiret: İ.B.B. Atatürk Kitaplığı Osman Ergin Yazmaları OE_Yz_0321/20, vr. 97b-100b. “İstebsara’l-basire ʿalâ basar el-kalb fe huve hakk fe-eyne’l-halk” sözünün şerhidir. III. Murad zamanında yazılmıştır. Osman Ergin Yazmaları’ndaki her iki eserin müellifi olarak da “İbrahim el-Kırımî” künyesi verilir. Ancak yapılan incelemede birinci risâlede müellif adına rastlanmamıştır. İkinci risâlenin mukaddimesinde bu eserin Şeyhu’ş-şuyûh İbrahim Efendi’ye ait olduğu kaydedilmiştir. Dolayısıyla Kırımî nisbesi görevliler tarafından ilave edilmiş olmalıdır. İkisi de tasavvufa dair olan eserlerde çok sayıda âyet de işarî açıdan ele alınmıştır. Sultan Murad Hana Dair Bir Risâle: Osmanlı Türkçesi ile yazılan eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, nr. 763, vr. 103b-111b’dedir. Fethu merâtibi’l-kulûb: Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, nr. 763, vr. 43b-49a. Risâle fî beyâni Esrâri’n-noktati’n-nûniyye: Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, nr. 763, vr. 81b-86a. Etvâr Manzûmesi: Süleymaniye Kütüphanesi, Tırnovalı, nr. 334, vr. 85-87. Müellifin Osmanlı Türkçesi ile yazdığı tasavvuf eserlerindendir. Kitâbü’l-Kudve ve risâletü’l-üsve: Süleymaniye Kütüphanesi, Carullah, nr. 2079, vr. 131-139. Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, nr. 763’te 32a-36b varakları arasında eser adı aynı fakat müellif adı belirtilmeyen bir risâle vardır. Bu eserin diğer bir nüshası olmalıdır. Zira İbrahim Kırımî’ye ait olan bir risâlenin hemen devamında yer almaktadır. Risâle fî taʿbiri’r-ru’ya: Süleymaniye Kütüphanesi, Carullah, nr. 2079, vr. 52-55. Tefsîru sûreti’l-Kadr: Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, nr. 1512, vr. 34-38. Risâle Kadr sûresi

Bursalı, Kırım Müellifleri, 4; Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, 3: 347; Demir, Osmanlı Müfessirleri, 309.

ile doğrudan ilgili olmayıp Kadir Gecesi’ne dairdir. Risâle fî Beyâni Esrâri Âsâ-i Mûsâ ve’l-Yedi’l-Beyzâ: Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli, nr. 1512, vr.46-51. Risâletü’l-ehâdîs (4 risâleli): İskilip Halk Kütüphanesi, nr. 1247. Mevâhibü’r-rahmân fî beyâni merâtibi’l-ekvân: Mustafa b. Abid Şekerzâde tarafından 1000/1591 yılında istinsah edilen  bir  nüshası  Kastamonu  Yazma Eser Kütüphanesi, nr. 3649’da kayıtlıdır.

Medâricü’l-meliki’l-mennân fî beyâni meʿârici’l-insan: Muhammed Abay bu eseri, Haşr sûresinin sonundaki âyetlerin tasavvufî tefsiri mahiyetinde olmasından hareketle tefsirle ilgili eserler arasında sayar.35 Ziya Demir ise tasavvufla ilgili eserlerin arasında zikreder.36 Eserin Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi Bölümü, nr. 699, Mualla Medresesi Bölümü, nr. 2004, Reisülküttab Bölümü, nr. 1135 ile Bursa Bölge Kütüphanesi, Hüseyin Çelebi Bölümü, nr. 531’de birer nüshası vardır. Bu çalışmada 1088 yılında İsmail b. Ömer tarafından istinsah edilen 280 varaklık Reisülküttab nüshası incelenmiştir. Hâtimeden anlaşıldığına göre eser İstanbul’da Küçük Ayasofya Zaviyesi’nde 998 yılında tamamlanmıştır. Müellif mukaddimede adını İbrahim b. Hak Muhammed el-Kırımî diye kaydetmiş ve bu eseri iki kitaptan oluşacak şekilde tertip ettiğini belirtmiştir. Birinci kitaba Medâricü’l-meliki’l- mennân fî beyâni meʿârici’l-insan, ikinci kitaba ise Mevâhibü’r-rahmân fî beyâni merâtibi’l-ekvân adını vermiştir. Muhtemelen bu iki kitabın müstakil nüshaları da bulunduğu için bazı kaynaklarda bunlar ayrı  eserler olarak gösterilmiştir. Ancak ele aldığımız bu nüshada ikisi bir aradadır. Müellif birinci kitabı 7, ikinci kitabı 5, toplamda yılın aylarına tekabül etmek üzere eseri 12 daireden oluşacak şekilde inşa etmiştir. Birinci kitapta ʿurûc mertebelerini, ikinci kitapta nüzül menzillerini Haşr sûresi 18-24 arasındaki âyetlerden istifade ederek ve her  daireye âyetlerin bir bölümünü denk getirerek açıklamıştır. Birinci kitabın birinci dairesinin zevâhiri, Muharrem ayına tekabül edecek şekilde “nefs-i emmâre” ile başlamış ve yedinci aya tekabül eden Receb ayı ile “fenâ” makamında son bulmuştur. İkinci kitabın birinci dairesinin mezâhiri, Şaban ayına tekabül etmek üzere “el- bekâ baʿde’l- fenâ” ile başlamış, Zilhicce ayı ile “el-ʿaklü’l-evvel”de son bulmuştur. Eserde meseleler izah

35 Muhammed Abay, “Osmanlı Döneminde  Yazılan  Tefsir  ile  İlgili  Eserler Bibliyografyası: Tefsirler, Hâşiyeler, Sure Tefsirleri, Tercümeler”, Dîvân: İlmî Araştırmalar 4/6 (1999): 296.

36 Demir, Osmanlı Müfessirleri, 309

edilirken âyetlerin işarî yorumlarına sık sık başvurulmakla birlikte kanaatimize göre bu eseri doğrudan bir tefsir eseri gibi görmek isabetli değildir. Bundan dolayı onu tefsir eserleri arasında değerlendirmedik. Ancak tasavvufla ilgili alanında yazılmış çok önemli bir eser olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Müellif, ilmî müktesebatını ve tasavvuftaki bütün maharetini esere yansıtmış, hacimli, faydalı, muhtevası yoğun ve son derece sistematik bir eser ortaya koymuştur.

Tefsirle ilgili eserleri: Ziya Demir müellifin tefsir ve teville çok meşgul olmasına rağmen bu konuda bilinen tek çalışmasının Nûr sûresinin 35. âyetinin tefsiri olduğunu belirtmiştir.37 Ancak bu bilgi eksiktir. Zira araştırmamız esnasında müellifin tefsirle ilgili aşağıdaki diğer risâleleri de tespit edilmiştir.

er-Risâletü’n-nûriyye fî keşfi esrâri’n-nâriyye fî tefsîri âyeti’n-nûr.38

Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölümü, nr. 5381/14,39 vr. 165a- 169a’da kayıtlı olan risâle bir mecmuanın içerisindedir. Müellif adı mecmuanın başındaki fihristte ve risâlenin zahriyesinde “eş-Şeyh İbrahim b. Muhammed el-Kırımî” şeklinde geçmektedir. Aynı yerde “eş- Şeyh Muslihuddîn eş-şehîr bi ibni Nûreddin’in talebesi” olduğu da kayıtlıdır. Keza risâlenin hâtimesinde de müellif adı aynı şekilde zikredilmektedir. Risâlenin elif tarihi belirtilmemiş olup ferağ kaydı da yoktur.

“Nûr âyeti” diye bilinen, Nûr sûresi 35. âyetin tamamının tefsir edildiği risâlede mukaddimeye yer verilmemiş, besmele, hamdele ve salveleden sonra doğrudan âyetin tefsirine geçilmiştir. Allah’ın varlığı, birliği, kudreti ve her şeyin kaynağı olduğu, göklerin ve yerin nurunun O’nun zatının nuruna bağlı olduğu, hakikatte Allah’tan başka hiçbir mevcudun bulunmadığı şeklindeki konular üzerinde yoğunlaşılmıştır. Alemlerin tabakaları, mertebeleri ve birbiri arasındaki irtibatları ile âyet arasında münasebet kurulmuştur. Bu ve benzeri hususlar izah edilirken

37 Demir, Osmanlı Müfessirleri, 310.

38 Bu risâle, Nûr sûresinin sadece 35. âyetinin tefsiri olduğu halde  Osmanlı  Müellifleri’nde muhtemelen hataen Tefsîr-i Sûre-i Nûr adıyla verilmiştir. Bk. Bursalı, Osmanlı Müellifleri, 1: 23.

39 Bu yer numarasındaki eser Risâle fî tefsîri kavlihi teʿâla  -Allahu  nûrussemâvâti  ve’l-arz- başlığı ile el-Fihris adlı kaynakta hataen Kırımî Muhammed’e nispet edilmiştir. Hatta müellifinin Kırımî Mehmed  Rıza  b.  Ahmed  olabileceği  de  ifade  edilmiştir.  Bk. Komisyon, el-Fihrisü’ş-şâmil li’t-türâsi’l-ʿArabiyyi’l-İslâmiyyi’l-mahdûd mahdûdâtu’t-tefsîr ve ʿulûmuh (Ammân: Müessesetü âli’l-beyt, 1987), 2: 879.

rivâyet ve dirâyet metodunun her ikisinden de istifade edilmekle birlikte ağırlıklı olarak işari-tasavvufî nakillerle tevillere yer verilmiştir. Bu konudaki rivâyetler müellifin fikirlerini teyid etmek gayesiyle hiçbir tenkide tabi tutulmaksızın kullanılmıştır. İlgili âyeti tefsir sadedinde sık sık başka âyet ve hadislerle istişhad yoluna gidilmiştir.

Tefsîru sûreti’l-Kureyş

Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli Bölümü, nr. 1512’de, 32b-34a varakları arasında bulunan risâle bir mecmuanın içerisindedir. Bu mecmuanın 32-51 varakları arasında müellife ait dört risâle peşpeşe sıralanmıştır.40 Katalogda müellifin künyesi, her bir risâle için “İbrahim

b. Hak Muhammed el-Kırımî” diye verilmiştir. Her bir risâleyi tanıtmak için yazılan kısa mukaddimelerde de benzer bir ibare ile müellif “eş-Şeyh İbrahim b. Muhammed el-Kırımî” şeklinde geçmekte ve tasavvufla olan irtibatına işaret edilmektedir. Varak 38b’de Etvâr risâlesi’nin tanıtım mukaddimesinde “eş-Şeyh bi Zaviye-i Küçük Ayasofya el-mücâz mineş’- şeyhi’ş-şehîr bi Nüreddinzâde” ibaresiyle görev yeri ve tasavvufta icazet aldığı şeyhi hakkında bilgi verilmektedir. Risâlelerin tamamı 999 yılında müellif hayatta iken istinsah edilmişlerdir. Katalog kaydında 34b-37a varaklar arasındaki risâlenin adı Tefsîru sûreti’l-Kadr şeklinde verilmiştir. Ancak bu isimlendirme hatalıdır. Zira müellif burada Kadr suresinin ayetlerini ele almadığı gibi tefsir kaynaklarından da istifade etmemiş, Kadir Gecesi’ndeki ilahi tecelliler, rabbânî vâridâtlar ile sâlikin dereceleri arasındaki münasebet ve benzeri konuları irfanî bir yaklaşımla ele almıştır. Dolayısıyla ilgili varaklar arasındaki bu risâle bir tefsir eseri olarak değerlendirilmemiştir.

32b-34a varakları arasındaki risâleye “Fî tefsîri ve te’vîli sûreti li îlâfi Kureyş” ibaresinden sonra doğrudan âyetin tefsiri ile başlanmış, başka bir girizgah yapılmamıştır. Müellif, önce âyetin zâhiri tefsirini yaparak, Kureyş’e verilen nimetlerden, sağlanan imkânlardan, Mescid-i Haram’ın öneminden bahsetmiş, Nahl, 16/112 ile Kasas 28/57 âyetlerini de bu manaları desteklemek üzere şahid  olarak  kullanmıştır. Beytullah’ın mescidlerin esası, yeryüzündeki diğer mescidlerin de onun bir şubesi olarak hepisinin Allah’ın evleri olduğunu beyan etmiş, ardından “Burada saf kalpler için büyük bir işaret ve latîf bir nükte

40 32-34 varaklar arasında Kureyş sûresi, 34-38 varaklar arasında Kadir Gecesi, 38-46 varaklar arasında nefsin tavr ve mertebeleri, 46-51 varaklar arasında Hz. Mûsâ’nın  mucizelerinin sırları ele alınmakta olup risâlelerin tamamı tasavvufî içeriklidir.

vardır, zira onlar Allah’ın evlerinin en şereflileridir” diyerek işarî yorumlarla âyeti te’vil etmeye geçmiş, sabah-akşam Allah’ı tesbih ederek kalbi tasfiye etmenin önemi üzerinde durmuştur. Âyetin zahiri tefsirinde Beğâvî’nin Meâlimü’t-tenzîli ile selef alimlerinin bazı nakillerinden istifade etmiş, işarî yorumlarla ilgili kısımda ise herhangi bir kaynağa yer vermemiştir.

Risâle fî tefsîri baʿzı’l-âyât

Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa Bölümü, nr. 763’te bulunan eser, içerisinde tasavvufla ilgili çeşitli risâlelerin de bulunduğu bir Mecmuâtü’r-resâil’dir. Bu mecmuada İbrhahim el-Kırımî’ye ait 1050 yılında istinsah edilmiş çok sayıda risâle de yer almaktadır. Katalog kaydında bunların bir kısmı Fethu Merâtibi’l-kulûb (vr. 43b-49a), Risâle fi’n-neş’ât (vr. 70a-76b), Risâle fî beyâni esrâri’n-noktâti’n-nûniyye (81b-86a), Tasavvufa Dair Bir Risâle (100b-103a), Sultan Murad Hana Dair Bir Risâle (103b-111b) isimleriyle zikredilmektedir. Ancak mecmuada bunların dışında müellife ait başka risâleler de vardır. Mecmuadaki risâlelerin tamamı tasavvufî içerikli olup bir kısmı bazı ayetlerin işarî tefsiri mahiyetindedir. Biz burada her bir risâleyi ayrı ayrı değerlendirmek yerine bu nitelikteki risâlelere kısaca temas etmekle yetineceğiz.

Mecmuanın 29b-32b varakları arasında müellife ait bir risâlede Âl-i İmrân sûresi 259. ve 260. ayetlerin tasavvufî tefsiri yapılmıştır. Risâlenin Şeyh İbrahim Kırımî’ye ait olduğunu bildiren ibareden sonra bu iki âyetin metni yazılarak doğrudan tefsire başlanmıştır. Bu âyetlerin yeniden diriltilme olayının büyüklüğüne, sırlarına işaret ettiği ifade edilmiş, kulların haşri tasdik ve âhirete imanlarının önemi üzerinde durulmuştur. Haşr olayının mahiyetinin anlaşılması için “şühûdü’l-his” ve “şühûdü’l-keşf” kavramları ele alınmış, “şühûdü’l-his”sin zâhir olduğu, ilave bir beyana ihtiyaç duyulmadığı, ancak “şühûdü’l-keşf” konusunun izaha muhtaç olduğu, bunun için de “ilme’l-yakîn”, “ayne’l- yakîn” ve “hakka’l-yakîn”den müteşekkil olan üç ilim mertebesinin iyi anlaşılması gerektiği belirtilmiştir. Peygamberlerin bu hususlara vakıf oldukları, sâliklerin de bu mertebelere aşina olabilmek için gayret sarfetmeleri gerektiği yönünde bilgiler aktarılmış ve bu minval üzere risâlede çeşitli konular ele alınmıştır.

Mecmuanın 70a-76b varakları arasında Risâle fi’n-neş’ât başlığı ile

yerinize Sizin  َعلَى أَن ن ُّبَ ِّد َل أَْمثَالَ ُك ْم َونُن يشئَ ُك ْم يِف َما َال تَ  ْعلَ ُموَن müellif, risâlesinde alan yer

benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden

yaratmak üzere (ölümü takdir ettik) (Vâkıa, 56/61) âyetini merkeze alarak insanın her neş’etinin çeşitli mertebeleri, tavr ve tabakaları  olduğu, her türlü oluşumun ve rahmetin sırlarının  bilinmesi  için bunların mutlaka izah edilmesi gerektiği düşüncesinden hareketle işarî bazı yorumlarla bu neşetleri, mertebeleri, tavırları ve tabakaları açıklamaya çalışmaktadır. Başta En’âm, 6/158; A’râf, 7/40; Kehf, 18/86; Meryem, 19/98; Furkân, 25/1, 21, 35, 47 âyetleri olmak üzere bunların dışında daha pek çok âyeti bu hususların izahında referans olarak kullanmıştır.

Mecmuanın 79a-81b varakları arasında, “Hâzihî risâletün fî âhiri sûreti’l-En’âm ve fî evâili sûreti’s-secde li’ş-Şeyh İbrahim Kırımî” ibaresiyle eser ve müellifi hakkında bilgi verilen bir risâle  bulunmaktadır. En’âm sûresi, 6/158 ve Secde sûresi, 32/ 4-5 ayetlerinin işarî tefsirlerinin yapıldığı bu risâlede müellif özet olarak şu yorumları yapmaktadır: Varlıklar, Melikü’l-Mennân’ın mazharı olan insan-ı kâmilde bulunan vasıflara göre zuhur eder. İnsanın kâmil olabilmesi için şühûd ve ayân yönünden Rahman’da câmi ve şâmil olan şeylere sahip olması gerekir. Bunun içinde esfel-i sâfilîn olan tabiat aleminden aʿle’l- ʿilliyyîn olan hakikat alemine seyr-i sülûk etmesi gerekir. Bu iki alem arasında, “Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istivâ eden Allah’tır. O’ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız? Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.” (Secde, 32/4-5) âyetlerinin delâlet ettiği çeşitli mertebeler vardır. Tevbe eden, dünyayı terk eden, nefs-i emareye boyun eğmeyen, takvaya yönelen ve buna benzer vasıflara sahip olanlar bu mertebeleri aşıp hakikat alemine ulaşabilirler.

Mecmuanın 100b-103b varakları arasında Tasavvufa Dair Bir Risâle başlığı ile -İnnallâhe Teâlâ eʿtânî seba’l-mesânî- hadisinin tasavvufî açıdan şerh edildiği Osmanlıca bir risâle ile 103b-111b varakları arasında Sultan Murad Hana Dair Bir Risâle başlığı ile başka bir Osmanlıca risâle yer almaktadır. Müellif birçok eserinde yaptığı gibi bu eserlerde de meseleleri izah etme sadedince çeşitli âyetleri işarî-tasavvufî açıdan te’vil etme yoluna gitmiştir. Müellifin hayatı boyunca tasavvufla ve tefsirle iştigal etmesi, doğal olarak eserlerini bu minval üzere telif etmesine imkân tanımıştır. Görebildiğimiz kadarıyla onun çalışmalarının tamamı

tasavvufî içeriklidir ve tasavvuf ilmi ve işarî tefsir açısından incelenmeye değer niteliktedir.

Hüseyin Vassaf, İbrahim b. Abdullah el-Kırımî’nin Tefsîr-i Sûre-i Zümer adlı bir eseri olduğunu zikretmiş, ancak nerede olduğuna dair bir kayıt düşmemiştir. Böyle bir bilgiye başka hiçbir kaynakta rastlamadığımız gibi yaptığımız katalog taramalarında da bu eserin izine rastlayamadık.41

6. İsmail Ferruh el-Kırımî (ö. 1256/1840)

Zamanının önde gelen sîmâlarından olan İsmail Ferruh Efendi aslen Kırımlı olup Sultan Üçüncü Selim ile İkinci Mahmud devrinin önemli devlet ve ilim adamlarındandır. Çeşitli kademelerde görev yapmıştır. İleri yaşına rağmen dinî konularda hassas olmadığı gerekçesiyle 1242 yılında Bursa’ya sürülmüştür.42 Ancak daha sonra sürdürdüğü tefsir çalışmasını tamamlayabilmesi için  Kadıköy’de mecburi ikametine izin verilmiştir. Hayatının son yıllarını yalnızca ilim ve edebiyat çalışmalarıyla geçirmiştir. 1256/1840 yılında İstanbul’da vefât etmiştir. Ortaköy sarayları arkasında, Yahyâ Efendi dergâhına bitişik kabristana defnedildiği Emîn Efendi isminde bir zâtın, “Menâkıb-ı Kethudâzâde” ismindeki menâkıbnâmesinde kayıtlıdır. Sultan İkinci Abdülhamîd Hân’ın emriyle bu kabristan, Yıldız Sarayı bahçesine dâhil edilmiştir. Kaynaklarda kendisinden âlim, âmil, fâzıl, edîb, şâir ve mütefekkir bir zât olarak bahsedilir.43

Eserleri: Kaynaklarda Mevâkıb adlı tefsir tercümesi ile Manzûm Mesnevi-i Şerîf Tercümesi adında iki eserine yer verilir. Müellif bu ikinci çalışmasında Mesnevî’nin yedinci cildini, manzum Mesnevî tercümesiyle tanınan Nahîfî’ye (ö. 1151/1738) bir zeyl olarak nazmen tercüme etmiştir.44 Yapılan araştırmada Süleymaniye Kütüphanesi, Kasidecizâde, nr. 160, vr. 12-40’da Risâle fi’l-mantık adında bir eserin de ona nispet

41 Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, 3: 347.

42 Konuyla ilgili belgeler Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hariciye Evrakı’nda olup bu bilgiler Abdülhamit Birışık ve Recep Arpa tarafından temin edilmiştir. Bk. Abdülhamit Birışık – Recep Arpa, “Osmanlı Dönemi Tefsir Çevirileri”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi TALİD 9/18 (2011): 205.

43 Bursalı, Osmanlı Müellifleri, 1: 394;  Bursalı,  Kırım  Müellifleri,  14-15;  Ömer  Nasuhi  Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi ve Tabakâtü’l-müfessirîn (İstanbul: Bilmen Yayınevi, 1973), 2: 740.

44 Bursalı, Kırım Müellifleri, 16; Bağdâdî, Hediyyetü’l-ârifin, 1: 223.

edildiği görülmüştür. Kütüphane kayıt fişinde müellifin bu eseri 1226

yılında Osmanlı Türkçesi ile yazdığı belirtilmektedir.

Mevâkıb

1282/1865 yılında İstanbul’da Matbaa-i Âmire’de Osmanlıca yayımlanan ve özlü bir tefsir mahiyetindeki bu eser, Kemâleddîn Hüseyin b. Ali el-Vâiz el-Herevî el-Kâşifî’nin (ö. 910/1504-1505) Farsça yazdığı el-Mevâhibü’l-Áliyye fî Tefsîri’l-Kelâmi’r-Rabbâniyye adlı tefsîrin tercümesidir. el-Mevâhibü’l-Áliyye daha önce 1575’te, Ebû’l-Fadl Muhammed el-İdrîsî el-Bitlisî tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu ilk terceme basılmamıştır. Yazma nüshaları nâdirdir. Yalnız İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde birinci cildi mevcuttur. Kur’ân’ın başından Kehf sûresinin yarısına kadardır. Başında sûrelerin fihristi bulunmaktadır. Daha sonra bir münâcât ve mütercimin mukaddimesi vardır. Mukaddimede mütercim eseri Farsça’dan terceme ettiğini açıklamaktadır.45

Ahmet Cevdet Paşa’nın (ö. 1895) Farsça hocası olan İsmail Ferruh Efendi, XIX. asrın başlarında bu eseri ikinci kez Türkçe’ye kazandırmış ve ona Mevâkıb adını vermiştir. Ancak o, sadece eseri çevirmekle kalmamış, gerekli gördüğü yerlerde Ayıntabî’nin (ö. 1111/1699) et- Tibyân, Beydâvî’nin Envârüt’t-tenzîl ve Zemahşerî’nin el-Keşşâf adlı tefsirlerinden faydalanarak bazı şerh ve açıklamalarla onu genişletmiştir. Eserin ilk nüshaları yazmadır.46 Eser ilk olarak Tersâne Anbar Amirliği tarafından İstanbul’da iki cilt halinde 1865 yılında neşredilmiştir. Dili, üslûbu ve muhtevası yönüyle büyük bir ilgi uyandırmış ve daha sonra muhtelif yayınevleri tarafından çeşitli tarihlerde birçok baskısı yapılmıştır (1870, 1879, 1899, 1902-1903, 1905…). Süleyman Fahir tarafından 1959 yılında Latin harflerine çevrilen Mevâkıb,47 1987 yılında

45 Murat Kaya, Tanzimât’tan II. Meşrûtiyet’e Kadar (1839-1908) Matbu Türkçe Kur’ân-ı Kerim Tercüme ve Tefsirleri (Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001), 70.

46 Eserin müellif hattı nüshası için bk. İstanbul Üniversitesi  Merkez  Kütüphanesi,  Türkçe Yazmalar, nr. 8944.

47 Süleyman Fahir, sadeleştirmede bazı tasarruflarda bulunmuş, ekleme ve çıkarmalar yapmıştır. Mesela Âl-i İmrân sûresinin başında hurûf-i mukatta ile ilgili yapılan açıklama bu neşirden çıkartılmıştır. Bakara sûresinin son iki âyetlerinin fazileti ile  ilgili iki rivâyetten sadece biri alınmıştır. (Abdülhamit Birışık, “Osmanlı Döneminde Türkçe Tefsirler”, Başlangıçtan Günümüze Türklerin Kur’ân Tefsirine Hizmetleri İlmi Toplantısı Bildirileri (İstanbul, 21-22 Ekim 2011), haz. İsmail Kurt – Seyit Ali Tüz (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2012), 216.

Ahmet Ağırakça ve Beşir Eryarsoy tarafından yeniden düzenlenerek, Nüzul Sebebli Kur’ân-ı Kerîm ve Türkçe Meali adıyla basılmıştır. Son olarak Cihangir Yayınları tarafından 3 cilt olarak neşredilmiştir.

İsmail Ferruh Efendi, tefsirinin önsözünde, küçüklüğünden beri Arapça, Farsça ve Türkçe tefsirlerle ilgilendiğini, bu tefsirlerin halk tarafından okunup anlaşılmasının güç olduğunu, dolayısıyla Arapça ve Farsça bilmeyen kimselerin Kur’ân’ı rahat bir şekilde anlamalarına yardımcı olmak gayesiyle böyle bir tefsiri kaleme aldığını ifade eder. Eserin anlaşılmasını kolaylaştırmak için de âyetlerin nüzul sebebleri ve bazı müfessirlerin beyanlarını âyet meallerinin altına yazar. Halkın anlayabileceği bir dil kullanır. Tercüme Abdülhamid Hân’ın emriyle Kur’ân’ın kenarında basılmıştır. Her âyetin tercümesinden önce baş kısmından iki üç kelime yazılmış, bu sûretle karşılaştırma kolay hale getirilmiştir. Bu eserde, Celâleyn Tefsîri’nde olduğu gibi gayet kısa ve öz olarak rivayetler, ihtilaflar ve tevcihler verilmiş, böylece tefsir bir mushafın boyutlarını geçmeyecek şekilde düzenlenmiştir. Ferruh Efendi gerçek bir ilim adamına yakışır tevazu ile önsözünün  sonunda  kendisinin ilim bakımından kifâyetsiz olduğunu ve eserini yaşlılık zamanında yazdığını belirtir ve insanın hatadan sâlim olamayacağını dolayısıyla eserde tespit edilecek hataların ilgili sayfanın kenarına not düşülmesini talep eder.48

7. Molla Seyyid Ahmed b. Abdullah el-Kırımî (ö. 879/1474)

Kaynaklarda kendisinden Kırımî, Molla Kırımî ya da Mevlânâ Kırımî, Seyyid Şihâbüddîn Ebû’l-Abbas Ahmed b. Ebi’l-Mevâhib Atâullah-ı Kırımî, Molla Seyyid Ahmed b. Abdullah el-Kırımî şeklinde söz edilir.49 Fatih devrinin önemli müderris, alim ve şairlerinden biridir. Kırım’da doğmuş olup II. Murad devrinde hocası Mevlânâ Şerefüddîn b. Kemal el-Kırımî ile birlikte Kırım’dan Osmanlı mülküne göç ederek önce Merzifon’da müderris,50 kadı ve müftü olarak görev yapmış, fethi

48 Hüseyin b. Ali el-Vaiz el-Kâşifî, Tefsîr-i Mevâkıb, trc. İsmail Ferruh Efendi (İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1282/1865), 1: 2-3; ayrıntılı bilgi için bk. Kaya, “Tanzimât’tan II. Meşrûtiyet’e Kadar Matbu Türkçe Kur’ân-ı Kerim Tercüme ve Tefsirleri”, 73-80.

49 Avcı, “Molla Kırımî”, 114.

50 Molla Kırımî, Merzifon’da XV. yüzyılın ilk çeyreği içinde inşa edilen Mehmed I Medresesi’nde görev yapan müderrislerden biridir. Bu medresede ondan başka Ferîdüddîn-i Dîvânî, Amasyalı Rükneddîn Abdülkerîm, Nizâmeddîn Abdurrahman-ı Âftâbî gibi ileri gelen alimler müderrislik yapmışlardır. M. Baha Tanman, “Mehmed I

müteakip İstanbul’a gelmiş ve burada Fatih’le tanıştırılmıştır. Fatih’in ihsanına mazhar olup onun musahipleri arasına girmiştir.51 Taşköprülüzâde’ye (ö. 968/1561) göre Molla Kırımî’nin İstanbul’a gelişi 1451’de vefat eden Fatih’in babası II. Murad zamanındadır ve Kırımî burada padişahın bağladığı 50 dirhem yevmiyeyle ders okutmuştur.52 Ancak İstanbul’un fethi 1453’te olduğuna göre bu bilgi doğru olamaz. Molla Kırımî’nin İstanbul’daki yaşamının ayrıntıları hakkında bilgi bulunmamaktadır. Hayatını daha ziyade müderrislik yaparak geçiren Molla Kırımî, İstanbul’da vefat etmiş ve oğlu Mevlânâ Muhyiddin tarafından Molla Kestel Camii civarında yapılan mescidin yanına defnedilmiştir. Oğlu da burada medfundur.53 Ali Emîrî, Molla Kırımî’nin ölüm tarihi ile ilgili kaynaklarda geçen 850/1446-7, 856/1452-3 ve 862/1457-8 yıllarını zikrettikten sonra bunların doğru olmadığını, Kırımî’nin bu tarihlerden çok sonra vefat ettiğini söyler.54 Bursalı ve Kehhâle ise 879/1474 yılında vefat ettiğini kaydeder.55 Fatih’e takdim ettiği Şerhu Miftâhi’l-Gayb adlı eserini 879/1474’te yazdığı dikkate alındığında bu tarihten önce vefat etmiş olamaz.56

Eserleri:  Molla  Kırımî’nin   kaynaklarda   zikri   geçen   eserleri şunlardır: Hâşiye-i Telvîh, Hâşiye-i Mutavvel, Hâşiye-i ʿalâ Şerhü’l-Akâid en- Nesefîyye, Hâşiye-i Şerh-i Lübbü’l-Elbâb, Şerh-i Miftâhü’l-Gayb, Gülzâr-ı Demsâz der-Şerh-i Gülşen-i Râz, Mecmmâtü’r-Resâ’il Vesîle, Müdâm-ı Cân- Fezâ der-Şerh-i Câm-ı Cihân-nümâ, Hâşiyetü’l-Hâşiye ʿalâ’l-Fevâidi’z- Ziyâîye.57    Şu  iki  eser  de  kataloglarda  ona  nispet  edilmiştir:  er-Resâilü’l-

Medresesi”,  Türkiye  Diyanet  Vakfı  İslâm  Ansiklopedisi  (Ankara:  TDV  Yayınları,  2003),

28: 394-395

51 Muhammed Murad el-Kazânî er-Remzî, Telfîku’l-ahbâr ve telkîhu’l-âsâr fî vekâiʿi Kazân  ve Bulgar ve mülûki’t-Tatâr, thk. İbrahim Şemsüddin (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2002), 1: 706.

52 Taşköprülüzâde İsâmeddîn Ahmed Efendi, eş-Şekāiku’n-Nuʿmâniyye fî Ulemâi’d- Devleti’l-Osmâniyye (Osmanlı Bilginleri), trc. Muharrem Tan (İstanbul: İz Yayıncılık, 2005), 92.

53 Avcı, “Molla Kırımî”, 115.

54 Ali Emîrî, “Kırım”, Osmanlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası 1/3 (31 Mayıs 1334): 43-44.

55 Bursalı, Osmanlı Müellifleri, 1: 397-398; Bursalı, Kırım Müellifleri, 8; Ömer Rıza Kehhâle,

Muʿcemu’l-müellifîn (Beyrut: Müessesetü’r-risâle, 1993), 1: 185.

56 Demir, Osmanlı Müfessirleri, 374.

57 Eserlerle ilgili detaylı bilgi için bk. Bursalı, Osmanlı Müellifleri, 1: 398; Bursalı, Kırım Müellifleri, 8-10; Bağdâdî, Hediyyetü’l-ârifin, 1: 131; Avcı, “Molla Kırımî”, 111-127.

müteʿallika bi mebhâsi’l-hüsn ve’l-kubh: Tespit edilebilen tek nüshası Akşehir Kütüphanesi, nr. 181’de olup 963/1555 yılında Seyyid Mahmud Ankaravî tarafından istinsah edilmiştir. Terceme-i Istılâhât-ı Kâşânî: Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Efendi, nr. 444’te bulunan bu eser 871 yılında yazılmış olup Ahmed b. Ataullah el-Hanefî el-Kırımî künyesi ile müellife nispet edilmiştir.

Tefsirle ilgili eserleri: Yaptığımız kaynak ve kütüphane taramalarında Molla Kırımî’in tefsire dair dört eserini tespit ettik. Bunlardan birincisi Beydâvî’nin tefsirine yazdığı Misbâhu’t-taʿdîl fî keşfi Envâri’t-tenzîl adlı hâşiyedir. İkincisi Seyyid Şerif’in Keşşâf hâşiyesine yazdığı hâşiyedir. Üçüncüsü Yâsin Sûresinin Türkçe Tefsîri’dir. Dördüncüsü Yâsîn dahil Necm sûresinden itibaren 62 Sûrenin Türkçe Tefsîri’dir. Son iki eseri kaynaklarda zikredilmemektedir. Burada sırasıyla dört çalışma da tanıtılacaktır.

Misbâhu’t-taʿdîl fî keşfi Envâri’t-tenzîl

Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi Bölümü, nr. 147, 1a-292a varakları arasında tek cilt halindeki eserin ismi ve müellifi zahriyede “Hâşiye ʿalâ Tefsîri’l-Beydâvî li’l-Mevlâ el-merhûm es-Seyyid Ahmed b. Abdullah el-Kırımî” şeklinde kayıtlıdır. Ancak müellif mukaddimede eserin adını, Misbâhu’t-taʿdîl fî keşfi Envâri’t-tenzîl olarak koymuş ve hâtimede bu eseri 860 yılı Rabîulevvel ayının sonlarında tamamladığını ifade etmiştir. Eserin varakları sağlam, metni tam ve hattı okunaklıdır. Bazı sayfa kenarlarında tashihler vardır. Hacı Selim Ağa, Nurbanu, nr. 32’de 302 varaklık bir nüshası mevcuttur.58 Abay, Atıf Efendi nr. 359’da,59 Bursalı Mehmed Tâhir Üsküdar’da Atik Valide Kütüphanesi’nde birer nüshasının olduğunu belirtmektedir.

Eser, Âl-i İmrân sûresinin sonuna kadar Beydâvî’nin Envâru’t-tenzil ve esrâru’t-te’vîl adlı tefsirine yazılmış bir hâşiyedir. Ziya Demir, Mecdi Efendi’nin Kırımî’nin ahfadından bu hâşiyenin, tefsirin tamamına yakınını kapsadığını duyduğunu nakleder. Ancak Nurbanu 32’deki

58 Ziya Demir’in kaydettiğine göre bu nüsha yer yer güve tahribatına uğramıştır. Yazı genellikle noktasızdır ve zor okunmaktadır. Aşırı oksitlenme nedeniyle bu nüshadan istifade, bilhassa ibareye iyi bir şekilde vakıf olmayanlar için oldukça zor ve sınırlıdır. Eserin ismi ve müellifi zahriyede “Hâşiye-i Tefsîr-i Kâzî li Mevlana Kırımî” cümlesiyle belirtilmiştir. Eser 875 yılında İbrahim b. Ahmed tarafından istinsah edilmiştir. Demir, Osmanlı Müfessirleri, 375-376.

59 Abay, “Osmanlı Döneminde Yazılan Tefsir ile İlgili Eserler Bibliyografyası”, 281.

nüshanın Envâru’t-tenzîl’in mukaddimesiyle Fâtiha, Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerinin tefsirini kapsadığını, bu durumda adı geçen Kırımî’nin başka bir şahıs olma ihtimalinin akla gelebileceğini fakat bunun da mümkün görünmediğini belirtir.60 O halde hâşiyenin tam olduğuna dair bilgi  yanlış olmalıdır. Zira Feyzullah Efendi 147’deki nüsha da Âl-i İmrân sûresinin sonuna kadardır ve hâtimede yer alan “Hâzâ âhiru mâ evradnâhu fî takrîri letâifi tefsîri’ş-Şeyh el-Allâme el-Beydâvî” şeklindeki ibare eserin burada son bulduğuna işaret etmektedir.

Eserde besmele, hamdele ve salveleden sonra kısa bir mukaddime yer almaktadır. Bu mukaddimede müellif, seçkin alimlerin zihinlerinden süzülen faydalı malumatlardan hareketle Beydâvî tefsirine talika yazdığını belirtmekte ve Beydâvî ile tefsirine övgüler dizdikten sonra hâşiyesine başlamaktadır. Hâşiye, Beydâvî tefsirinin mukaddimesi ile Fâtiha, Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerinin tefsirini kapsamaktadır. Müellif, izaha muhtaç olduğunu düşündüğü ibareleri açıklarken önceki alimlerin görüşlerini nakletmekle birlikte yeri geldikçe kendi düşüncelerini de rahatlıkla ifade etmiştir. İlk bakışta gramer konularına yoğunlaştığı ve cümleleri tafsilatlı bir şekilde tefsir ettiği, buna ilaveten kıraat, fıkıh ve kelâm konularında da faydalı bilgiler verdiği görülmektedir. Yer yer

sûresinin İmrân Âl-i 281a’da vr. Mesela bulunmuştur. da izahlarda tasavvufî âyetini son şeklindeki يَا أَيُّ  َها الَّ يذي َن آَمنُواْ ا ْصيِبُواْ َو َصابيُرواْ َوَرابيطُواْ َواتَّ ُقواْ اللّهَ لََعلَّ ُك ْم تُ ْفلي ُحوَن detaylı açısından  ilmî  tasavvuf  bulunarak  nakillerde  bazı  de  Kuşeyrî’den

bir şekilde açıklamıştır.

Hâşiye ʿalâ Hâşiyeti’l-Keşşâf li’s-Seyyid Şerif

Atıf Efendi Yazma Eser Kütüphanesi nr.  359,  1a-168b  varakları arasında bulunan bu eser, Cürcânî’nin (ö. 740/1413) Hâşiye ale’l-Keşşâf’ına yazılan hâşiyelerden biridir. Tespit edilebilen tek nüshası  Atıf  Efendi  nr. 359’da kayıtlıdır. Muhtelif  yerlerinde  vakıf  ve  temellük  mührü  bulunan eserin varakları sağlamdır. Büyük oranda noktasız olduğu için okunması ve anlaşılması zordur. Zahriyede geçen “ الشريف خبطّه قرميي موالنا مؤلفات من الكشاف حواشي رزقا مثرة من منها رزقوا كلما وعال جل قوله تفسري إىل أوله من” ibaresi eserin muhtevası ve müellifi hakkında bilgi vermekte61 ve ayrıca bu nüshanın müellif nüshası

60 Demir, Osmanlı Müfessirleri, 376.

61 Müellif adının sadece zahriyede yer alması, eserin Kırımî’ye  aidiyeti  konusunda yeterli delil teşkil etmese de, hamdele bahsi ve mukaddime, üslûp ve kullanılan ifadeler açısından bir önceki eser ile karşılaştırıldığında birebir örtüştükleri görülmektedir. Bu durumda eserin ona aidiyeti kuvvetle muhtemeldir.

olduğuna  işaret  etmektedir.  Ancak  hemen  ifade  etmek   gerekir   ki  zahriyede geçen eserin müellif hattı olduğu şeklindeki bilgi tek başına kesinlik ifade etmemektedir. Ferağ kaydındaki “ شهر ِف املسودة من استخراجه من وفرغ وأصله بالشرح متّع كما بفضله به ميتّع أن اهلل ونسئل مئة ومثان وتسعني؟ سبع سنة اآلخر مجادي” ibaresi de eserin

telif zamanına işaret etmektedir. Bu hâşiyenin adına ilk yer veren Ziya

Demir bu tarihi 897 olarak okumuştur.62 Gerçekten de bu tarih 897 olarak okunmaya müsaittir. Zorlama ile belki 857 olarak da okunabilir. Ayrıca ferağ kaydındaki ibareden bu tarihin eserin müsveddesinden istihrac edildiği tarih olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda eser, ilgili tarihten bir süre önce telif edilmiş olabilir. Ferağ kaydındaki tarihin 857 ve eserin müellif nüshası olduğu düşünüldüğünde bir  sorun  kalmamaktadır. Ancak tarihin 897 ve eserin müellif nüshası olması durumunda müellifin vefat tarihi ile ilgili kaynaklarda yer alan bütün kayıtlar geçerliliğini yitirecektir. Düşük de olsa bir ihtimal de eserin müellif hattı olmayıp ferağ kaydının müstensih tarafından yazıldığının kabul edilmesidir. Ancak ferağ kaydının sonundaki “Allah’tan bu eseri, lütfu ile, tıpkı bu eserin şerhini (Seyyid Şerif hâşiyesi) ve aslını (Keşşâf’ı) istifadeli kıldığı gibi istifadeli yapmasını isterim” cümlesi bu ifadelerin müellife ait olabileceğini güçlendirmektedir.

Müellif, besmele, hamdele ve salveleden sonra kısa bir mukaddimeye yer vermiştir. Bu mukaddimede eseri  yazmadaki  gayesini, Seyyid Şerif el-Cürcânî’nin Keşşâf’a yazdığı şerhteki müşkilleri gidermek şeklinde özetlemiş ve ayrıca hem Keşşâf tefsirinden hem de Cürcânî’nin hâşiyesinden övgü dolu sözlerle bahsettikten sonra Allah Teâlâ’dan kendi hâşiyesini de bu iki eser gibi faydalı kılmasını talep etmiştir. Devamında Cürcânî’nin hâşiyesini başından itibaren ele almış ve Bakara sûresinin 25. âyetine kadar izaha muhtaç  olduğunu  düşündüğü yerleri detaylı bir şekilde açıklamıştır. İnceleyebildiğimiz kadarıyla müellif, genellikle sarf, nahiv, lügat, iştikak, i’câz gibi dilbilime yönelik konulara yoğunlaşmıştır. Özellikle belâğî nüktelerin tespiti hususunda ayrı bir çaba sarfettiği anlaşılmaktadır. Sekkâkî’nin (ö. 626/1229) Miftâh’ı, Hatîb el-Kazvînî’nin (ö. 739/1338) Telhîsu’l-Miftâh’ı ile Teftâzânî’nin (ö. 792/1390) Mutavvel’i ve bu eserlerin hâşiyelerine sıkça atıfta bulunması da buna işaret etmektedir. Ayrıca mukaddimede de vurguladığı üzere ehl-i sünnete muhalif olan iʿtizâli görüşleri ele alarak

62 Demir, Osmanlı Müfessirleri, 377.

tenkit etmiş ve onları çeşitli kaynaklardan istifade ederek ehl-i sünnet akidesi doğrultusunda tashih etmeye çalışmıştır.

Tefsîru Sûre-i Yâsîn

Süleymaniye Kütüphanesi, Nuri Arlasez, nr. 87, 1a-29b varaklarında bulunan ve kaynaklarda adına rastlanmayan bu  eserin  tespit edebildiğimiz kadarıyla Türkiye’deki kütüphanelerde yedi nüshası bulunmaktadır.63 Bu çalışmada Süleymaniye nüshası esas  alınmıştır. Eser, bir mecmuanın baş tarafındadır. Eser ve müellif adı başlıkta “Kitâbu Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn fi’t-Türkî min tasnîfi Mevlânâ Kırımî” şeklinde verilmiştir.64 Telif tarihi belirtilmeyen eserde istinsah kaydı da yoktur. Yaprakları sağlam ve hattı okunaklı olan eser Osmanlı Türkçesi ile kaleme alınmıştır.

Müellif, besmele, hamdele ve salvele ile esere başlamış, mukaddimeye yer vermeden doğrudan sûrenin tefsirine geçmiştir. Tek tek ele aldığı âyetlerde hem dirâyet hem de rivâyet metodundan yararlanmıştır. Âyetleri tefsir ederken yer yer kendilerini açıklayan başka ayetlerle ve konu ile ilgili hadislerle yorumlarını teyit etmiştir. Sûre ile ilgili çok sayıda fazilet rivâyetine yer vermiş, fakat bu rivâyetlerin sıhhati konusunda herhangi bir değerlendirme yapmamıştır. Eserin muhtelif yerlerinde “beyt” ve “rubai” başlıkları altında çeşitli şiirlere, “hikâye” başlığı altında birtakım ibretlik öykülere ve temsîlî anlatımlara yer vermiştir. İlmî tartışmalara fazla girmemiş, son derece sade ve anlaşılır bir dil kullanmıştır. Metot ve muhteva dikkate alındığında müellifin bu eseri halk için kaleme aldığı izlenimi oluşmaktadır.

Altmış İki Sûrenin Tefsîri

Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Şeriyye Bölümü, nr. 1234, 1a-252a varakları arasında bulunan eserde altmış iki sûrenin Türkçe tefsiri yer almaktadır. Katalog kaydında müellif adı sadece “Kırımî” şeklinde verilmiştir. Ancak eserin girişinde başlık olarak yer alan “Tefsîru Sûre-i Yâsîn fi’t-Türkî min Tasnîfi Mevlânâ Kırımî” ibaresi eserin Mevlânâ

63 Kastamonu İl Halk Kütüphanesi, nr. 1226/4, vr. 204a-251b; İstanbul Hüseyin Kocabaş Kitaplığı Türkçe Yazmaları S.H.M.H.K. Yaz. 67, vr. 42; İstanbul Millet Kütüphanesi, Şeriyye, nr. 41 ve 1234/1; İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, TY 7298, 7299; Millet Kütüphanesi, Şeriyye, nr. 1234, vr. 1a-31a.

64 1139 yılında Halil b. Ahmed tarafından istinsah edilen Kastamonu nüshasında da eser ve müellif adı “Hâzihi Kitâbu Tefsîr-i Sûre-i Yâsîn et-Türki ez-tercüme-i Mevlânâ Molla Kırımî” şeklinde benzer bir ibare ile yer almaktadır.

Kırımî’ye ait olduğuna işaret etmektedir. Zaten 1b-31b varakları arasında yukarıda tanıttığımız Yâsîn Sûresi Tefsîri yer almaktadır. Bu sûrenin son kısmı sayfa ortasında yarım bırakılmıştır. Onun haricinde ise tamdır. 31b-252a varakları arasında sırasıyla Necm sûresinden başlayarak Nâs sûresine kadar bütün sûrelerin Türkçe tefsiri yapılmıştır. Yâsîn sûresinin sonunda herhangi bir kayıt yoktur. Devamında yer alan diğer sûrelerin hiç birisinin de ne başında ne de sonunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Sadece 252a’da ferağ kaydı yer almaktadır. Bu kayıttan anlaşıldığına göre eser Hüseyn b. Muhammed adlı bir zât tarafından 1047 yılında istinsah edilmiştir. Dolayısıyla ne burada ne de başka bir yerde eserin müellifi hakkında bilgi verilmemiştir. Katalog kaydında da eserin tamamı Kırımî’ye nispet edilmiştir. Metot açısından Yâsîn sûresi tefsiri ile diğer sûre tefsirleri karşılaştırıldığında aralarında büyük bir benzerliğin olduğu görülmektedir. Dolayısıyla mevcut bilgilerden hareketle kesin bir şey söylemek mümkün olmamakla birlikte bu şartlarda ilgili sûre tefsirlerinin Kırımî’ye ait olduğu düşünülebilir. Kaynaklarda Kırımî’nin böyle bir eseri olduğundan bahsedilmemektedir. Başka bir nüshasına da rastlanmamıştır. Eserin zahriyesinde çeşitli tarihlere ait mülkiyet kayıtları vardır. Bu kayıtlardan biri Erzurum eski mebusu Muhammed Salih Yeşilzâde’ye aittir. Yeşilzâde bu kitabı, 1359/1940 yılında yüz elli kuruşa aldığını ve Fatih’teki Millet Kütüphanesi’ne hediye ettiğini ifade etmektedir. Eserin kaynaklarda yer almaması biraz da resmi bir kütüphaneye intikalinin yakın bir döneme denk gelmesi ile alakalı olabilir.

Sûre başlangıçlarında metot olarak sûre adı, âyet sayısı, sûrenin Mekkî ya da Medenî oluşu zikredildikten sonra direk sûrenin tefsirine geçilmiştir. Âyetlerin tefsirinde başka âyetlerden, hadislerden, sahabe ve tabiîn sözleri ile selef alimlerinin görüşlerinden istifade edilmiş, verilmek istenen mesaj sade bir dille ve tafsilatlı bir şekilde anlatılmıştır. Çeşitli âyetlerin tefsiri vesilesiyle Allah’ı zikir, tesbih ve kullukta ihlas gibi konular üzerinde sık sık durulmuş, gaflet ve dalâletten uzak durulması öğütlenmiştir.), Ebû Hureyre (ö. 58/678), İbn Abbas (ö. 68/687-88), İbn Ömer (ö. 73/692 Ebû Seleme (ö. 94/712-13), Hasan Basri (ö. 110/728), Katâde (ö. 117/735), Mukâtil b. Süleyman (ö. 150/767) gibi zâtların sözleri ve hayatlarından sunulan kesitlerle insanların irşâdı hedeflenmiştir. Kelâmî ve fıkhî tartışmalara, belâğî ve dilsel tahlillere, kıraat vecihlerine fazlaca yer verilmemiş, meseleler halkın anlayabileceği bir tarzda ve

üslûpta izah edilmiştir. Bütün bunlar hedef kitlenin ilim ehlinden ziyade

halk olduğuna delâlet etmektedir.

4. Muhammed b. Kadreşî el-Kırımî (XVII. Yüzyıl)

Kadreşî ile ilgili Ömer Nasuhi Bilmen şu bilgileri vermektedir. “Kırımlı Muhammed b. Kadreşî’nin Hâşiye ʿalâ Envâri’t-tenzîl adlı bir eseri vardır. Kendi el yazısı ile muharrer bir nüshası Kılıç Ali Paşa Kütüphanesi’ndedir. 1079/1669 yılında vefat etmiştir.”65 Kaynaklarda müellifle ilgili bunun dışında bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bilmen, muhtemelen eserin hâtimesindeki telif tarihine itibarla vefat tarihini 1079/1669 olarak vermiştir. Kanaatimize göre ilgili kayıttan müellifin bu tarihlerde yaşamış olduğu anlaşılsa da sadece bu veri müfessirin bu tarihte vefat ettiğini söylemek konusunda yeterli değildir. Kadreşî’nin tespit edilebilen tek eseri Beydâvî’nin Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl adlı tefsirine yazdığı hâşiyedir.

Hâşiye ʿalâ Envâri’t-tenzîl ve esrâri’t-te’vîl

Süleymaniye Kütüphanesi, Kılıç Ali Paşa Bölümü, nr. 148’de yer alan eser müstakil bir halde olup 382 varaktır. Herhangi bir yerinde aşınma ya da yıpranma yoktur. Zahriyede farklı hatlarla yazılan değişik kayıtlar mevcuttur. Bu kayıtlar önemlidir. Zira zahriyede geçen “Kadreşîzâde Hâşiye-i Kâzî Beyzâvî” ibaresi eser ismi ve müellifi hakkında bilgi vermekte olup müellif adına eserin başka bir yerinde tesadüf edilememiştir. Yine zahriyeye “el-Vânî” diye anılan Muhammed adlı bir zatın düştüğü “Bu hâşiyeler inci ve gerdanlıklar gibidirler. Allah’ın izniyle günler ve zamanlar geçse de bazı talebeler onlardan istifade edeceklerdir” şeklindeki kayıt da hâşiyenin kıymetini göstermesi bakımından mühimdir. Zahriyede sonradan oluşturulan basit bir fihrist  de yer almaktadır. Bu fihristte Fâtiha, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide ve Enʿâm sûrelerine yer verilmektedir. Fihristteki liste içerik ile de uyuşmakta olup eser Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl’i merkeze alarak sadece bu sûrelerin tefsirine yazılmış bir hâşiyedir. Sayfa kenarlarına farklı hatlarla düşülen açıklama notları, eserin fazlaca mütalaa edildiğini ve el değiştirdiğini göstermekte, ayrıca esere yazılan müstakil birer hâşiye gibi değer taşımaktadırlar.

Eserin Kılıç Ali Paşa nüshası dışında başka bir nüshasına da ulaşılamamıştır. Ömer Nasuhi Bilmen’in (ö. 1971) “Kırımlı Muhammed

b. Kadresî ‘nin Hâşiye ʿalâ Envâri’t-tenzîl adlı bir eseri vardır. Kendi el

65 Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 2: 532.

yazısı ile muharrer bir nüshası Kılıç Ali-Paşa Kütüphanesindedir”66 ifadeleri bu nüshanın müellif nüshası olduğuna işaret etmekte olup müellifin tam künyesini vermesi bakımından da önemlidir. Zira zahriyede geçen “Kadreşîzâde” ifadesi hariç eserin herhangi bir yerinde müellife ait tanıtıcı bir bilgi bulunamamıştır. Bu durumda eserin Kadreşî’ye aidiyeti konusunda bu kayıtla yetinmek durumundayız.

Müellif esere “Bismillâhirrahmânirrahîm ve bihi nesteʿîn rabbi temmim bi’l-hayr” ibaresi ile başlamış, mukaddimeye yer vermemiştir. Bu yüzden onun eseri yazmadaki gayesini kendi ifadelerinden öğrenme imkânı yoktur. Ancak eserin metot ve muhtevasına bakınca, onu, ilim ehline kolaylık olsun diye yazmış olabileceği akla gelmektedir.

Kadreşî’nin bu hâşiyesi Beydâvî tefsirinin mukaddimesi ile Fâtiha, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, Mâide ve Enʿâm sûrelerinin tefsirini kapsamaktadır. Yazar, eserin 1a- 17a varakları arasını Beydâvî’nin mukaddimesine ve Fâtiha tefsirine, 18a- 167b varakları arasını Bakara sûresine, 168b-235a varakları arasını Âl-i İmrân sûresine, 235a-297b varakları arasını Nisâ sûresine, 297b-335b varakları arasını Mâide sûresine, 335b-382b varakları arasını Enʿâm sûresine tahsis etmiştir. Her sûrenin sonunda o sûreyi tamamlamayı kendisine nasip ettiği için  Allah’a hamd, Rasûlullah’a salat ve müminlere dua ile temme kaydını düşmüş, ancak sadece iki yerde tarih vermiştir. Bu tarihlerden anlaşıldığına göre Bakara sûresinin hâşiyesini 1074 yılında (vr. 167b), En’âm sûresinin hâşiyesini 1079 yılında (vr. 382b) tamamlamıştır. Müellif, eseri yazmaya başladığı tarihle ilgili ise herhangi bir kayıt düşmemiştir.

Müellif yorumlarına “kavluhû” lafzı ile başlayarak önce Beydâvî’nin ibarelerine yer vermiş, ardından bu ibareleri çeşitli yönlerden ele alarak tavzih etmiştir. Genellikle lüğavî, nahvî ve belâğî tahlillerde bulunmuş, yeri geldikçe kıraat vecihlerine, kelâmî  tartışmalara ve fıkhî konulara da temas etmiştir. Dilsel açıklamalarda Sîbeveyh, Müberred ve Cevherî’den çokça istifade etmiş ve tefsirdeki kapalı gördüğü noktaları anlaşılır hale getirebilmek için Şeyhzâde, İsâmüddîn gibi muhaşşiler ile Zemahşerî, İbn Atıyye gibi meşhur müfessirlerden de yararlanmıştır. Kaynaklara bazen müellif/eser ismi zikrederek atıfta bulunmuş, bazen de “kâle baʿzuhum”, “kâle baʿzul muhakkikîn” gibi lafızlarla nakillerde bulunmuştur. Kelime ve

66 Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 2: 532.

cümlelerin tefsiri konusunda zengin malumat verilen eserde âyetleri izah ederken başka âyet ve hadislerle delil getirilmeye ayrı bir önem  vermiştir. Yer yer Envâru’t-tenzîl’in nüsha farklarına da temas edilmiştir.

Kadreşî, Beydâvî’nin tefsirinin mukaddimesinde kendisinden istifade ettiğini söylediği sahabe, tabiîn, selef ve müteahhirîn alimlerinin kimler olabileceği konusunda fikir yürütmüş ve çok sayıda ismi zikretmiştir. Fâtiha sûresi hâşiyesinin sonunda, sûrelerin faziletine dair rivâyetlerin sıhhati ile ilgili alimlerin görüşlerini aktarmış ve bazı genel değerlendirmelerde bulunmuştur. Ayrıca incelediği sûrelerle ilgili fazilet rivâyetlerini de ele almıştır. Müfessirlerin teşvik amacıyla genellikle fazilet hadislerini sûreye başlarken zikrettiğini, ancak Zemahşerî’nin onlardan farklı olarak bu rivâyetlere sûre sonlarında yer verdiğini, Beydâvî’nin de onun metodunu izlediğini beyan etmiştir. Devamında, “Fâide” adı altında bir başlık açarak Beydâvî’ye gelinceye kadar tefsir ilminin ve yazımının tarihi süreci hakkında malumat vermiştir (vr. 17a- 18a).

5. Muhammed Fakri Efendi (XVIII. Yüzyıl)

Bursalı Mehmed Tahir’in kaydettiğine göre Şeyh Muhammed Fakri Efendi, Kırım’da yetişen tanınmış şeyhlerden olup Halvetiyye tarikatının Gülşen’i şubesinin büyüklerinden olan Edirne’de medfun Sezâyi hazretlerinin halifesidir. Fakri Efendi, Ebû İsmail Abdullah b. Muhammed el-Ensârî el-Herevî’nin (ö. 481/1089), sâlikin seyr ü sülûk sırasında kat etmesi gereken makamları anlattığı sûfilerin ana kaynaklarından olan Menâzilü’s-sâirin adlı eserini başarılı bir şekilde tercüme etmiştir.67

Müellifin bu tercümesinin 131 varaklık bir nüshası İ.B.B. Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Yazmaları, OE_Yz_0511 numarada mevcuttur. Bu nüshanın zahriyesinde yer alan, “Üçüncü batın şeyhimiz Kırımî Karasu Şeyhi Mehmed Fakri Efendi’nin –Hazreti Sezai Efendi’nin hulefasındandır- tasnifatları içinden Menâzilü’s-Sâirin’in Türkçe Tercümesi’dir ve Âb-ı Hayat diye isimlendirilmiştir” şeklindeki kayıt, müellif ve eser hakkında tanıtıcı bilgi vermekte ve birden fazla eserinin bulunduğuna işaret etmektedir. Müellif, hâtimede künyesini “Fakri es- Seyyid Muhammed ibn es-Seyyid eş-Şeyh Hamid ibn es-Seyyid Ahmed ibn es-Seyyid Yahya” şeklinde vermektedir. Bu ifadeden onun 1185/1771

67 Bursalı, Kırım Müellifleri, 4; Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, 3: 227.

yılında vefat eden Hamid Bî-Nevâ diye maruf Kırımlı Şeyh Hamid’in oğlu olduğu ortaya çıkmaktadır.

Said Giray, XVIII. yüzyılda yaşayan Kırımlı Şeyh Muhammed Efendi adlı bir zât hakkında detaylı bilgiler vermektedir. Bu bilgiler incelenince söz konusu zâtın Muhammed Fakri olduğu anlaşılmaktadır. Said Giray’ın verdiği bilgiler özetle şöyledir: Muhammed Efendi, Halvetiye tarikatı mürşitlerinden Karasu şeyhi Hamid Efendi’nin oğlu olup ilk tahsilini Kırım ulemasından yaptıktan sonra Halvetiye tarikatında sülûkunu tamamlamıştır. O sıralar kafasına bir soru takılmış ancak bu soruya cavap bulamamıştır. Bunun üzerine İstanbul’a giderek, zamanın önde gelen şeyhlerinden Koca Mustafa Paşa ve Eyüb şeyhlerine her gece müracaat etmiş fakat müşkilini halledememiştir. Son olarak şanını işittiği Gülşenî Şeyh Sezâyi Efendi’ye giderek sorununu çözmüştür. Bunun üzerine Sezâyi Efendi’ye intisap etmiştir. 1170/1756 yılında bir miktar zahire almak için Bucak’a geldiğinde Bucak seraskeri olan Said Giray’a uğramış ve evinde beş gün kalmıştır. Oldukça verimli sohbetler ve feyizli ilim meclisleri kurmuşlardır. Tefsirlerden, keşif ehlinden ve eserlerden konuşmuşlardır. Said Giray, Muhammed Efendi’nin dinî ilimlerin yanında astronomi, edebiyat ve matematikle de meşgul olduğunu ifade ederek tefsirle ilgili Mecmuʿâtü’t-tahrîrât adlı bir eserinden bahsetmiştir.68

Mecmuʿâtü’t-tahrîrât

Muhammed Efendi, Beydâvî’nin Envârüt-tenzîl’ine hâşiye yazan Mevlâna Şihâbüddîn Mısrî’nin (ö. 1069/1659) hâşiyesine bazı sorular ilave ederek cevaplarıyla birlikte Mecmuʿâtü’t-tahrîrât adında yeni bir hâşiye yazmıştır. Daha çok kadılar tarafından Şihâb’a sorulan soruların cevaplarına önem vermiştir. Hatta Muhammed Efendi, Said Giray’a, Şihâb’a ait şerhdeki sorulara yazdığı cevaplardan bir bölümünü yerinde

3/26) İmrân, (Âl-i  قُيل اللَُّه َّم َمالي َك اْل ُمْل يك تُ ْؤيِت الْ ُملْ َك َمن تَ َشاءُ َوتَنيزُع الْ ُملْ َك يِمَّن تَ َشاءُ etmiştir.69 izah

âyetinin  tefsirini  Beydâvî’den  aktarmış,  Şihâb’ın  izahlarını  verdikten

sonra kendi açıklamalarını zikretmiştir. Said Giray, yarım sayfayı onun

izahlarına   ayırdıktan   sonra   “yazan   Muhammed   el-Fakri  el-Kırımî”

68 Said Giray, Tarih-i Said Giray, Staatbibliothec zu Berlin, Hs.or.  923,  87r-135r, 100b- 101b; Derya Derin Paşaoğlu, “Kırım Yerli Kaynaklarına Göre XVIII. Yüzyılda Kırım Hanlığı’nda Meşâyih Makamı”, Karadeniz İncelemeleri Dergisi 20 (2016): 103.

69 Giray, Tarih-i Said Giray, 100b-101a; Paşaoğlu, “Kırım Hanlığı’nda Meşâyih Makamı”,

103.

diyerek ondan alıntıladığını belirtmiştir.70 Söz konusu  tefsirin  varlığından bu kaynak sayesinde haberdar olunmuş olup şu ana kadar herhangi bir nüshasına ulaşılamamıştır.

Sonuç

Bu çalışmada, Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerinde, hayatlarının önemli bir bölümünü ilim, irşad ve değişik devlet hizmetlerinde geçiren Kırımlı 9 müfessirin biyografisi ve eserleri kısaca ele alınmıştır. Hayatları ve eserleri hakkında önemli ve yeni bilgilere ulaşılmıştır. Ancak konumuz gereği daha ziyade tefsirle ilgili çalışmaları üzerinde durulmuştur. Yapılan araştırmada söz konusu müfessirlerin tefsirle ilgili toplam on yedi eseri olduğu tespit edilmiş olup bu eserlerin on iki tanesine ulaşılmıştır. Beş tanesinin ise sadece adına rastlanmıştır. Bunların üçü âyet tefsiri, biri sûre tefsiri, diğeri de Hafâcî’nin Beydâvî tefsirine yazdığı hâşiye’ye yazılmış bir taʿlîkadır. Ulaşılabilen on iki eser incelenmiştir. Bu eserlerin dört tanesi âyet tefsiridir. Dört tanesi ise hâşiye niteliğinde çalışmalar olup bunların üç tanesi Beydâvî’nin Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl’indeki çeşitli sûreler üzerine yazılmışlardır. Bir tanesi ise Cürcânî’nin Keşşâf hâşiyesinin baş tarafına yapılmış bir hâşiyedir. Bu hâşiyelerin tamamı hacimli sayılabilecek eserlerdir. Ancak hiçbirisi tam hâşiye niteliğine sahip değildir. Geri kalan eserlerden üçü sûre tefsiri mahiyetindedir. Son eser  Kemâleddîn  Hüseyin b. Ali el-Vâiz el-Herevî el-Kâşifî’nin Farsça yazdığı el- Mevâhibü’l-Áliyye fî Tefsîri’l-Kelâmi’r-Rabbâniyye adlı tefsirinin İsmail Ferruh Efendi tarafından Osmanlıca’ya çevirdiği Mevâkıb adlı tefsirdir. Ancak bu eser sadece bir çeviri olmayıp müfessirin gerekli gördüğü yerlerde yaptığı izahlarla genişletilmiştir. Ayrıca bu çalışmada tespit edilen tek tam tefsir ve tek matbu eserdir. Bunun dışındaki eserlerin tamamı yazma halinde olup başka tam bir tefsire de rastlanmamıştır. Mevâkıb tefsiri toplumun farklı kesimleri tarafından kısa sürede kabul görmüş ve art arda birkaç baskı yaparak Osmanlının son dönemine damga vurmuştur. Kırım ulemasının tefsire dair yazdıkları diğer eserler ise benzer etkiyi gösterememiştir.

Makalede tanıtılan tefsirle ilgili eserlerin sadece beşinin dili Türkçe

olup geri kalanların tamamı Arapça’dır. Bunda şüphesiz Osmanlı’da ilim dilinin Arapça olmasının etkisi büyüktür. Bir diğer neden ise muhatap kitledir.   Dili Türkçe olanlarda muhatap kitle halk iken Arapça olanlar

70 Giray, Tarih-i Said Giray, 101a.

daha ziyade ilim ehli için yazılmışlardır. Bu yüzden Türkçe eserler daha sade bir anlatıma sahip iken Arapça eserlerde kullanılan dil ve üslup  daha ağırdır.

Ele alınan eserlerde ağırlıklı olarak dirâyet metodu benimsenmiş olmakla birlikte hemen her eserde aynı zamanda rivâyet metoduna da başvurulmuştur. Dilsel tahlillere, belâğî izahlara genişçe yer verilmiş, zaman zaman işârî yorumlar da yapılmıştır. İlgili eserlerin temel kaynaklarını Beydâvî ve Zemahşerî’nin tefsirleri ile bunların hâşiyeleri oluşturmaktadır. Öte yandan Basra ve Kûfe dil ekolleri ile Sîbeveyh, Ferrâ, Fîrûzâbâdî gibi dil üstatlarına çokça atıfta bulunulmuştur. Ayrıca farklı ilim dallarındaki çok sayıda kaynak esere de yer yer müracaat edilmiştir.

Son olarak şunu da belirtmek isteriz ki, Kırımlı müelliflerin telif ettikleri eserlerin tamamı henüz gün yüzüne çıkartılmış değildir. Dolayısıyla araştırmalar devam ettikçe yeni eserlere ulaşma olasılığı bulunmaktadır. Bu yüzden Osmanlı dönemi Kırım ulemasının tefsirle ilgili eserlerini sadece burada zikredilenlerden ibaret saymamak gerekir.

Kaynakça

Abay, Muhammed. Osmanlı Döneminde Yazılan Tefsir İle İlgili Eserler Bibliyografyası: Tefsirler, Hâşiyeler, Sûre Tefsirleri, Tercümeler. Dîvân: İlmî Araştırmalar 4/6 (1999): 249-303.

Alpaydın, Mehmet Akif. “Osmanlı Dönemi Türkçe  Tefsir  Eserleri”.  Kilis  7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 3/5 (2016/2): 131-140.

Avcı, İsmail. “Fatih’in Musahiplerinden Âlim ve Şair Molla Kırımî ve Bir Şiiri”. OTAM 40 (Güz 2016): 111-127.

Bâdî Efendi, Ahmed. Riyâz-ı Belde-i Edirne: 20. Yüzyıla Kadar Osmanlı Edirne’si. Haz. Niyazi Adıgüzel – Raşit Gündoğdu. 5 Cilt. Edirne: Trakya Üniversitesi Yayınları, 2014.

Bağdâdî, İsmail Paşa. Hediyyetü’l-ârifin esmaü’l-müellifin ve âsâru’l- musannifîn. Tsh. Kilisli Rifat Bilge – İbnülemin Mahmûd  Kemâl İnal. 2 Cilt. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1951.

Bilmen, Ömer Nasuhi. Büyük Tefsir Tarihi ve Tabakâtü’l-müfessirîn. 2 Cilt.

İstanbul: Bilmen Yayınevi, 1973.

Birışık Abdülhamit. “Osmanlı Döneminde Türkçe Tefsirler”. Başlangıçtan Günümüze Türklerin Kur’ân Tefsirine Hizmetleri İlmi Toplantısı

Bildirileri (İstanbul, 21-22 Ekim 2011). Haz. İsmail Kurt – Seyit Ali

Tüz. 199-240. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2012.

Birışık, Abdülhamit – Arpa, Recep. “Osmanlı Dönemi Tefsir Çevirileri”.

Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi TALİD 9/18 (2011): 191-232.

Bursalı, Mehmed Tahir. Osmanlı Müellifleri. 3 Cilt. İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333.

Bursalı, Mehmed Tahir. İdâre-i Osmâniye Zamanında Yetişen Kırım Müellifleri. İstanbul: Matbaa-i Orhaniye, 1335.

Çelik, İsa. Kırımlı Selim Baba ve Burhânu’l-Ârifîn’i. Yüksek Lisans Tezi.

Atatürk Üniversitesi, 1997.

Demir, Ziya. Osmanlı Müfessirleri ve Tefsir Çalışmaları. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2006.

Emîrî, Ali. “Kırım”. Osmanlı Tarih ve Edebîyat Mecmuası 1/3 (31 Mayıs

1334): 43-44.

Giray, Said. Tarih-i Said Giray. Staatbibliothec zu Berlin. Hs.or. 923. 87r- 135r.

Gür, Süleyman. “Osmanlı Döneminde Yetişen Trabzonlu Müellifler ve Eserleri: Bir Literatür Denemesi”. Karadeniz Teknik Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7/1 (2018): 155-239.

İnalcık, Halil. “Kırım”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 25: 450-

458. Ankara: TDV Yayınları, 2002.

İpşirli, Mehmet. “Abdullah Efendi, Tatarcık”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm

Ansiklopedisi. 1: 99-100. Ankara: TDV Yayınları, 1988.

Kâşifî, Hüseyin b. Ali el-Vaiz. Tefsir-i Mevâkıb. Trc. İsmail Ferruh Efendi.

2 Cilt. İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1282/1865.

Kaya, Murat. Tanzimât’tan II. Meşrûtiyet’e Kadar (1839-1908) Matbu Türkçe Kur’ân-ı Kerim Tercüme ve Tefsirleri. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, 2001.

Kazânî, Muhammed Murad Remzî. Telfîku’l-ahbâr ve telkîhu’l-âsâr fî vekâiʿi Kazân ve Bulgar ve mülûki’t-Tatâr. Thk. İbrahim Şemsüddin. 2 Cilt. Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2002.

Kehhâle, Ömer Rıza. Muʿcemu’l-müellifîn. 4 Cilt. Beyrut: Müessesetü’r- risâle, 1993.

Kılıç, Hulusi. “Ebü’l-Beka el-Kefevî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm

Ansiklopedisi. 10: 298. Ankara: TDV Yayınları, 1994.

Kırımî, Hamid b. Ahmed. Mirkâtü’l-marife. Osman Ergin Yazmaları,

296/2: 19b-101b. İ.B.B. Atatürk Kitaplığı.

Komisyon. El-fihrisü’ş-şâmil li’t-türâsi’l-Arabiyyi’l-İslâmiyyi’l-mahdûd mahdûdâtu’t-tefsîr ve ʿulûmuhu. 9 Cilt. Ammân: Müessesetü âli’l- beyt, 1987.

Kurnaz, Cemal – Çeltik, Halil. Osmanlı Dönemi Kırım Edebiyatı. Ankara:

Kurgan Yayınevi, 2012.

Kütükoğlu, Bekir. “Murad III”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm

Ansiklopedisi. 31: 172-176. Ankara: TDV Yayınları, 2006.

Maden, Şükrü. Tefsirde Hâşiye Geleneği ve Şeyhzâde’nin Envârü’t-Tenzîl Hâşiyesi. İstanbul: İSAM Yayınları, 2015.

Öz, Mustafa. “Kazâbâdî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 25: 120-121. Ankara: TDV Yayınları, 2002.

Özkan, Ömer. “Osmanlı Döneminde Bir Edebî Muhît Olarak Kefe (Feodosıa)”. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 8 (2015): 295-301.

Paşaoğlu, Derya Derin. “Kırım Yerli Kaynaklarına Göre XVIII. Yüzyılda Kırım Hanlığı’nda Meşâyih Makamı”. Karadeniz İncelemeleri Dergisi 20 (2016): 89-116.

Sarıtepe, Erdoğan. “Kırımlı Abdüssettar Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Medhal-i Fıkıh Adlı Risâlesi”. Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 16/1 (2011): 113-131.

Süreyyâ, Mehmed. Sicill-i Osmânî Yahud Tezkire-i Meşâhir-i Osmâniyye. Haz. Ali Aktan – Abdülkadir Yuvalı – Mustafa Keskin. 5 Cilt (I- IV/II). İstanbul: Sebil Yayınıevi, 1995.

Şeyhi, Mehmed Efendi. Vekâyiü’l-fudalâ (Şekaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri

içinde). Haz. Abdülkadir Özcan. İstanbul: Çağrı Yayınları, 1989.

Tanman, M. Baha. “Mehmed I Medresesi”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm

Ansiklopedisi. 28: 394-395. Ankara: TDV Yayınları, 2003.

Taşköprülüzâde, İsâmeddîn Ahmed Efendi. eş-Şekāiku’n-Nuʿmâniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye (Osmanlı Bilginleri). Trc. Muharrem Tan. İstanbul: İz Yayıncılık, 2005.

Vassaf, Osmanzâde Hüseyin. Sefîne-i Evliyâ. 5 Cilt. Haz. Mehmet Akkuş –

Ali Yılmaz. İstanbul: Kitabevi, 2015.

Yüksel, Ahmet – Karademir, Zafer. “Ulema, Göç ve Devlet: Kırım Harbinden Sonra Osmanlı Ülkesine Göç Eden Ulemanın İskânına Dair Bazı Bilgiler”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 52/1 (2012): 169-190.

Kırım'ın Sesi Gazetesi

27 Şubat 2015 Tarihinde hizmet bermege başlağan www.kiriminsesigazetesi.com maqsadı akkında açıklama yapqan Mustafa Sarıkamış İsmail Bey Gaspıralı’nıñ bu büyük mirasına sahip çıqmaq ve onun emellerini yaşatmaqtır. Qırımtatar Türkleriniñ ananevî, körenek, ürf, adet kibi yaşamlarında ne bar ise objektif şekilde Dünya cemiyetine taqdim etilmektir.

Pin It on Pinterest