GenelTürk Dünyası

ERMENİ DİASPORASI

Her 24 Nisan geldiğinde aleni düşmanları bir tarafa; dost(!), müttefik(!) ve stratejik iş birliği(!) ilişkisi bulunan ülkeler dahi “Sözde Ermeni Soykırımı” iddialarını tekrar tekrar gündemlerine alarak Türkiye’yi uluslararası arenada suçlu ilan etmeye çalışmaktadırlar.

Fakat 9 Aralık 1948 tarihinde toplanan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda 260 (III) sayılı karar ile kabul edilerek imza, onay ve katılıma açılarak, 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme”[1] hükümlerine göre “Sözde Ermeni Soykırım” olayını tanıdığını beyan eden ülkelerin açıkça suç işlediği görülmektedir. Zira Birinci Dünya Savaşı’nın zorlu şartları karşısında 27 Mayıs 1915’te Osmanlı Hükûmeti tarafından çıkartılarak uygulanan Tehcir Kanunu veya resmî adıyla Sevk ve İskân Kanunu, BM’nin ilgili Sözleşmesi’nin 2’nci maddesinde kastedilen hususların amaçlanmadığı açık olarak bellidir.

1915 olaylarını ilk kez 22 Nisan 1965’te Uruguay’ın “soykırım” olarak tanımasının ardından Türkiye, günümüze kadar bir çok ülke ile bazı ülkelerin eyalet ve özerk meclisleri tarafından sözde Ermeni Soykırımı suçlaması ile karşı karşıya kalmıştır. Fakat Sözde Soykırım ile Türkiye’yi suçlamaya cür’et eden ülkeler, mesnetsiz ithamlarıyla uluslararası Nefret Suçu işlemektedirler.

            Birinci Dünya Savaşı’na Almanya safında giren Osmanlı Devleti; Hicaz-Yemen, Suriye-Sina-Filistin, Irak-Basra, Kafkaslar, Çanakkale ile Galiçya-Makedonya-Romanya cephelerinde dönemin süper güçleri savaşırken, cephe gerisinde düşmanla işbirliği içerisinde bulunan, masum sivillere saldıran ve terör eylemleri yapan Ermeni vatandaşlarına karşı Tehcir Kanunu’nu çıkartmak zorunda kalmıştır. Fakat Türkiye’yi suçlayan ülkeler bilmelidir ki Ermenilere karşı tehcir uygulaması ilk defa 1915’te Osmanlı Devleti tarafından uygulanmamıştır.

            Türklerin son kez geldiği Anadolu’da 1071 Malazgirt Zaferi’nden çok önce, Bizans İmparatorluğu döneminde de Ermenilerin tehcire tabi tutuldukları görülmektedir. Ülke güvenliği açısından tehlikeli görülmelerinden dolayı 565-1118 yılları arasında yaklaşık beş asır boyunca defalarca ve kitleler halinde tehcir uygulanan Ermeniler, yaşadıkları bölgeden zorla çıkartılarak; İstanbul, Bulgaristan, Makedonya, Trakya, Kıbrıs[2], Girit, Suriye, Lübnan ve Anadolu’nun bir çok bölgesine[3] yerleştirildikleri tarihi bir gerçektir.

            Doğu sınırlarındaki Ermeni gücünü azaltmak ve Balkanlar bölgesindeki göçebe istilacılara karşı kullanılmak üzere Bizans tarafından göç ettirilen Ermenilerin, IV Mehmet zamanında Osmanlı Devleti’nde yaşanan Celali İsyanları esnasında ilk kez Bulgaristan’a göç ettikleri görülmektedir. Ama Osmanlı döneminde yaşanan göçlerin tamamının kendi istekleriyle gerçekleştiği tarihi vesikalarda kayıtlıdır.

            Bizans tarafından uygulanan tehcir politikasıyla ilk dönemlerde Trakya ve dolayısıyla Bulgaristan coğrafyasına yerleştirilen Ermenilerin zamanla yerli Hristiyan unsurlar arasında asimile oldukları değerlendirilmektedir. Fakat günümüz demografik yapıları incelendiğinde son dönemlerde iskân edilen Ermenilerin ise asli kimliklerini muhafaza etmeyi başardıkları görülmektedir.

            Geçmişe dönük tarihi süreç incelendiğinde Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla birlikte Bulgaristan bölgesinin Ermeniler için bir üs merkezine dönüştürüldüğü ortaya çıkmaktadır. Zira 1853-1856 Kırım Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti’nin Rusya ile imzaladığı Paris ve ardından Londra Antlaşmaları sonrasında Balkanlar coğrafyasında etkili olan Rusya’nın Pan-Slavist politikası, diğer etnik ve azınlık gruplar gibi Ermenileri de etkilemiştir. Kısa süre sonra yaşanan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı (93 Harbi) kaybeden Osmanlı Devleti, Balkanlarda ardı ardına çıkan isyanlarla mücadele etmeye çalışmıştır. Zira Savaşın ardından imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve sonrasında Berlin Anlaşması ile Ermeni meselesi artık uluslararası bir sorun olarak emperyalist devletlerin kullanacakları bir argüman haline gelmiştir. Çünkü Rusya ile İngiltere, Osmanlı tebaası Ermenilerini kendi çıkarları ekseninde kullanacakları bir unsur haline dönüştürmüştür.

            Osmanlı tebaası azınlıkların ayrılıkçı örgütlenmelerinde misyonerlik faaliyetlerinin ayrı bir yeri vardır. Başta Amerika Birleşik Devleti (ABD) menşeili olanlar olmak üzere, Batı’nın bir çok misyoner örgütü 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde yoğun bir şekilde Trakya bölgesi dahil Osmanlı topraklarında faaliyet yürütmüşlerdir. Misyonerler azınlıkları örgütleyerek Osmanlı Devleti’nden ayılmaları ve kendi bağımsız devletlerini kurmaları yönünde çalışmışlardır. ABD misyonerlerinin ise çalışmalarına ek olarak azınlıkları protestanlaştırmayı da ekledikleri ve Ermenilerin ise özel ilgilenilen etnik bir unsur olarak öne çıktığı görülmektedir.

            1362’den itibaren başlayan fetihler ile 1396’ya kadar Bulgaristan’ın tamamını topraklarına dahil eden Osmanlı Devleti, yürüttüğü planlı iskân politikalarıyla bu coğrafyada Türk nüfusun yoğunluk kazanmasını sağlamıştır. Bu nedenle uzun yıllar milli amaçlı isyan yaşanmayan Bulgaristan’da Rusya’nın Pan-Slavist çalışmalarıyla 1870’lerden itibaren bağımsızlık hareketleri başlarken, Ermenilerin bu isyanlara destek verdiği görülmektedir. Bu destekleri Balkan Savaşları’nda da devam etmiştir. Fakat Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile aynı safta yer alan Bulgaristan, Osmanlı sınırına yakın bölgelerdeki Ermeni vatandaşlarını iç kesimlere göç ettirmesi dikkat çekmektedir.

            Birinci Dünya Savaşı’nın olağanüstü şartlar altında sürdürüldüğü bir zamanda daha önce bir çok devlet tarafından bir uygulama olan “Tehcir Kanunu” çıkartmak zorunda kalmıştır. O günkü şartlar altında tehcir esnasında hayatını kaybedenler elbette olmuştur. 1918 yılında ise tehcire tabi olanların geri dönmelerine izin verilmiştir. Fakat geri dönenlerin büyük bir çoğunluğu eski ikamet yerleri yerine emperyalist devletlerin “Ermenistan Devletinin kurulacağı” vaadine inandıkları için Çukurova ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Millî Mücadele ile Türklerin galip gelmeleri üzerine işgal kuvvetleriyle geri dönmek zorunda kalan Ermenilerin Kafkaslar bölgesine, Suriye, Lübnan, Avrupa ve Balkan ülkeleri ile Amerika kıtasına göç ettikleri görülmektedir[4].

            Ortadoğu, Avrupa ve Balkan devletlerine giden Ermeniler yıllar içerisinde büyük çoğunlukla Amerika veya Ermenistan’a göç etmişlerdir. Bulgaristan nüfus sayımları incelendiğinde; 1881’de 3.440, 1922’de (Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarındaki Türk-Yunan savaşlarına bağlı olarak) 47.000, 1976’da 25.000, 2011’de ise 6.552 Ermeni bulunduğu görülmektedir[5]. Bulgaristan demografik yapısı içerisinde oldukça az olmalarına rağmen bütün dünyada olduğu gibi burada da Ermeni diasporası oldukça etkili durumdadır. Zira ortak (düşman) hedeflerinin Türkler olması bu etkiyi attırmaktadır.

            4 Ekim 2010 tarihinde dönemin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bulgaristan ziyaretinde bir araya geldiği Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un “Türkiye’ye vermiş olduğu AB desteğine” Bulgaristan Ermeni derneklerinin karşı çıkmalarının[6] geri planında Ermeni diasporasının Bulgar hükümetine baskı oluşturmak olduğunu anlamak zor olmasa gerek.

            Diaspora Ermenilerinin bulundukları ülkelerde sayısal olarak az olmalarına rağmen, 1915 Olayları hakkında “Sözde Soykırım” iddialarındaki yoğun gayretleri ve milliyetçi gruplarla işbirliği içerisinde oldukları görülmektedir. Bu çalışmaların Bulgaristan’da da etkili olmasının bir sonucu olarak 27 Nisan 2015 tarihinde Bulgaristan Parlamentosu’nda yapılan oylama ile 1915 olaylarının “Toplu Katliam” adıyla kabul edilerek, “24 Nisan Kurbanları Anma Günü” ilan edilmiştir.

Sonuç Olarak;

Grek kültürü ve Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine tabi Bizans yönetimi ile inanç ve kültür yönünden ayrışan Ermenilerin Gregoryen olmaları ve başta güvenlik açısında olmak üzere sorun kaynağı olarak görülmesi Bizans dönemi tehcirlerinin en önemli sebebi olmuştur. Bizans’tan sürekli baskı gören Ermeniler, Anadolu coğrafyasının Selçuklu ve Osmanlı idaresine girmesinin ardından dini inanç ve kültürlerini rahat bir şekilde yaşama imkânı bulmuşlar, zamanla devlet kademelerinde çok üst düzey görevler almışla, rahatça sürdürdükleri ticari faaliyetleri sayesinde toplumun en varlıklı kesimi haline gelmişlerdir.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar son iki yüzyılında sürekli savaş ve topraklarından çekilme halinde olan Osmanlı Devleti, bir de emperyalist devletlerin vaat ve kışkırtmaları nedeniyle isyan ve ayaklanmalara kalkışan azınlıklarla uğraş halinde olmuştur. Bu dönem Osmanlı Devleti’nin bütün vatandaşları için acılarla dolu bir dönem olarak tanımlanabilir. Başta asli unsur Türk Milleti olmak üzere her kesimin büyük can kayıpları yaşamış olmasına rağmen, uluslararası kamuoyunun emperyalist devletlerin de etkisiyle tarihi gerçeklerin göz ardı edilerek yalnızca Ermenileri mazlum kesimi olarak ele aldıkları görülmektedir.

İngiliz, Amerikan ve Rusya arşivleri açısından 1915 Olaylarının ve Tehcirin bir soykırım olmadığı açıkça görülmektedir. Hatta Ermenistan kendi arşivlerini uluslararası kamuoyunun, akademisyenlerin ve tarihçilerin incelemelerine açmamakta direnmektedir. Zira Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin itirafları da Türklerin soykırım yapmadığının en büyük belgesidir.

Mondros Mütarekesi’nin ardından İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Malta’ya sürgüne gönderilen Osmanlı asker ve bürokratları hakkında, Sözde Soykırım iddiaları nedeniyle 1919-1921 yılları arasında belge, doküman ve bilgi toplayan İngiliz Kraliyet Başsavcılığınca “Mevcut belge, doküman ve deliller Ermeni soykırımı iddiasıyla dava açmaya yeterli değildir. Yaşanılanlar bir savaş trajedisidir” denilerek yargılamaya mahal olmadığının ortaya çıktığı açıkça görülmektedir. Zira tehcir kararının asıl nüshalarının İngiltere’de olduğu bilinmektedir.

            Dolayısı ile Türkiye hakkında alınan Sözde Ermeni soykırımını tanıma kararları hukuki olmaktan ziyade siyasi amaçlıdır. Çünkü Osmanlı Hükümeti tarafından alınan Tehcir Kararı, BM Soykırım Sözleşmesi hükümleri kapsamına göre soykırım tanımlamasına uymamaktadır.

            Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ile başlayan toprak kayıpları Millî Mücadele döneminde İnönü Savaşlarına kadar devam etmiş ve her kaybedilen bölgede Türk-İslam nüfusu katliamlara ve her türlü insanlık dışı işkencelere ve tecavüzlere maruz kalmıştır. Günümüzde Türkiye nüfusunun %10’undan fazlasının sadece Bulgaristan coğrafyasından göç edenlerden oluştuğu göz önüne alınırsa diğer Balkan, Rumeli, Kuzey Karadeniz-Kırım, Kafkaslar ve Ortadoğu bölgelerinden göç ederek Anadolu’ya gelen Türk-İslam kesiminin esas soykırım mağduru kesim olduğu ortaya çıkacaktır.

            Türkiye’yi soykırımla suçlayan ülkelerin soykırımlarla dolu kirli tarihleri de ayrıca dikkate alındığında haksız ve yalan yere Türkleri ve Türkiye’yi suçladıkları görülmektedir. Hatta en sonuncusu 1989’da olmak üzere defalarca Türk-İslam nüfusa asimilasyon uygulamış olan Bulgaristan’ın dahi Türkiye’yi “Ermeni Soykırımıyla suçlaması” tarih tarafından hayretle kaydedilmiştir.

            Bu arada önemli ve çok geç kalınmış olsa dahi; dış ülkelerde yaşayan Türklerin de Türkiye karar alıcı mekanizmaları tarafından yönlendirilmek suretiyle, en az Ermeni diasporası kadar eğitimli ve örgütlü olmaları gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Zira Ermenilerin kadim dostu Fransa’nın, Başbakanı Emmanuel Macron’un 6 Şubat 2019’da 24 Nisan’ı Sözde Ermeni Soykırımını anma günü ilan ettiğini açıklaması, Ermeni diasporası ile kadim Türk düşmanlarının el ele hareket ettiklerinin bir göstergesi olarak orta yerde durmaktadır.

Son söz olarak; Hitler Almanya’sının soykırımına uğrayan Yahudilerin, Filistinlilere uyguladıkları soykırım ve tedhiş hareketlerine duyarsız ülkeler, Ermeni diasporasının yalan propagandalarının etkisiyle tarih boyunca hükmettiği her coğrafyada adalet timsali olan Türkleri ve Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlamalarını da tarih yazacaktır.

Not: Sözde Ermeni Soykırımını tanıyan ülkeler; Uruguay, Kıbrıs Rum Kesimi, Arjantin, Rusya Federasyonu, Kanada, Yunanistan, Lübnan, Belçika, İsveç, İtalya, Vatikan, Fransa, İsviçre, Slovakya, Hollanda, Venezuela, Litvanya, Polonya, Şili, Bolivya, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Brezilya, Suriye, Bulgaristan, Lüksemburg, Paraguay, Ermenistan, Almanya. Bunların dışında; Amerika Birleşik Devleti’nin 44 eyaleti, Britanya’nın Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda ile İspanya’nın Bask ve Katalan özerk yönetimleri. Ayrıca gayri resmi olarak İran İslam Cumhuriyeti (Şah rejimi tanımıştı). (Kaynak: https://onedio.com/haber/1915-olaylarini-almanya-ile-birlikte-soykirim-olarak-taniyan-29-ulke-714070)

           HRC MEDYA                                    :

İsmail CİNGÖZ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.A. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi. [email protected]

[1] Ayrıntılı bilgi için bknz. Uluslararası Hukuk ve Dışilişkiler Genel Müdürlüğü, Birleşmiş Milletler Sözleşmeleri, http://www.uhdigm.adalet.gov.tr/sozlesmeler/coktaraflisoz/bm/bm_11.pdf

[2] Bülent YILDIRIM; “Bulgaristan’daki Ermeni Komitelerinin Osmanlı Devleti Aleyhine Faaliyetleri (1890-1918)”, Türk Tarih Kurumu, İstanbul, 2014.

[3] Yalçın BAYER; “Bizans’ta da Ermeniler Tehcir Edilmiş”, Hürriyet, 14.02.2007.

[4] Halil ÖZŞAVLI; “Balkanlarda Ermeni Diasporasının Oluşumu ve Balkan Ülkelerinde Ermeniler”, Tarih Okulu Dergisi, Yıl 10, S. XXIX, ss. 357-376, Mart 2017.

[5] Halil ÖZŞAVLI; “Balkanlarda Ermeni Diasporasının Oluşumu ve Balkan Ülkelerinde Ermeniler.

[6] Kırcaali Haber; “Bulgaristan Ermenileri Türkiye’ye Verilen Ab Desteğine Karşı Çıktılar”, 06.10.2010.

Kırım'ın Sesi Gazetesi

27 Şubat 2015 Tarihinde hizmet bermege başlağan www.kiriminsesigazetesi.com maqsadı akkında açıklama yapqan Mustafa Sarıkamış İsmail Bey Gaspıralı’nıñ bu büyük mirasına sahip çıqmaq ve onun emellerini yaşatmaqtır. Qırımtatar Türkleriniñ ananevî, körenek, ürf, adet kibi yaşamlarında ne bar ise objektif şekilde Dünya cemiyetine taqdim etilmektir.

Pin It on Pinterest