Kültür Sanat

YETİM VE ÖKSÜZ BİR YAŞAM “ZORLUKLARIN İÇERSİNDE” ABDULLAH TUKAY

Kelebekler, beş aylık bir bebeğin daha kokusuna alışamadan babasını kaybetmiş minicik elleri ile daha cisimleri anlamaya çalışan, renkleri ayırmaya yeni başladığında babası Muhammet Arif’in her zaman giydiği elbiselerle kendisini kucağına alarak sevmesine alışmıştı.
Nereden bilecekti ki, babası Abdullah Tukay, beş aylıkken kara toprağa misafir olmak üzere yolculuğu sonucunda yetim kalacağını….!
Minik Abdullah, babasızlığını annesinin sevgisi ile hayatı yeni keşfetmeye başlamıştı. Annesi geçim zorluğundan minik Abdullah’ı Şerife kadına bırakarak, Sansa köyünün mollalarından biri ile evlendi.Kısa bir zaman sonra annesi Memnune kadın, oğlunu yanına aldı..
Minik Abdullah tam huzuru annesinin yanında bulmaya çalışırken, yumuşak ve pamuk gibi elleri ile minicik gözlerinden akan gözyaşlarını üç yaşının verdiği akıl ile, annesinin kaybetmesini hissettiği kadar gözyaşlarını silmeye çalışıyordu…!
Annesi Memnune kadın, kabrine daha konmadan, minik ve talihsiz Abdullah’a barınacak yer aranıyordu.
Yeller esiyordu, yollarda tozlar cirit atıyordu. Minicik Abdullah daha konuşmasını yeni öğrenmeye başladığında, hem yetim, hem öksüz kalmıştı. Bu minicik eli kimse tutmaya tutmak istemiyordu. Annesinin babası, dedesi Ziynetullah Molla bey’de kalmaya başladı. Dedesi çok çocuklu ve zor geçiniyordu. Dedesinin karısı da üvey olduğundan, daha baştan kadersiz Abdullah’ı geldiği günden olmak üzere hiç istemedi. Minik Abdullah, için kötü şartlar altında, bazen aç, bazen yarı çıplak günler geçiyordu.
Dedesi Ziynetullah , sonunda suyu, ekmeği zincirli kölelere verildiği gibi verilen bu kadersiz torununu “ Kazan’ a, götürdü. Burada birkaç ailenin himayesine bırakılması sonucu, tekrar buralara da fazla geldi, talihi kara Abdullah, daha sonra dedesi tarafından “ Piçen “ pazarında himaye edilecek çocuk ilanıyla adeta satıldı.
Yana Biste’de yaşayan Muhammed Veli, ve hanımı Azize , minik Abdullah’a kendi çocukları gibi bakmaktadırlar. Bir insanın gözyaşları akmaya dursun. Bu iyi kalbi insanlar hastalandıklarında , tekrar ufukların kara, üvey annesinin yüreğinin kara olduğu, üvey annesinin yanına “Öçili’e götürdüklerinde , ruhsuz ve ışıksız üvey annesinin sert tavırlarına maruz kaldı..
Minik Abdullah’ın, çocuk yaşta , bilmeden tefekkür ve sabır dünyasının içersinde zorluklar içersinde çok zor günler geçiriyordu. Elden ele, yuvasız kuşlar gibi, sersemlemiş bir şekilde gezmekte olan Abdullah’a tekrar himaye edecek yeni bir yer bulunur… Burası Kırlay, köyünde erkek çocuğu olmayan, Sadi yanına alır. Burada medreseye gitmeye ve ev işlerine gücü yettiğince yardımcı olmaya çalışır…
Kara yazgısı ile yolculuğu burada da onu bulur. Bu ailenin erkek çocuğu olur. Ana diye gördüğü kadın, kendi çocuğun olması ile , tüm sevgisini kendi çocuğunu verir ve Abdullah’a yabancı ı gibi davranmamaya başlamıştır.
Gün doğmadan, neler doğar, bir sabah evlerine bir atlı gelir. İsmi Bedrettin’dir. Abdullah’ın doğduğu Kuşlaviç köyündendir. Abdullah’ı aradıklarını ve götürmeye geldiklerini, Sadi’ye söylediklerinde, Sadi’yi zorlukla razı ederler .. Ovaya bir güneş mi doğuyor du ? Abdullah gözlerini kendi köyünde , Bedrettin’in evinde karanlıkların yerini ışıklara terk ettiği yeni bir evde e açıyordu.
Bu evde kitapların arasında bulduğu “ Fevakihü!l- Cülesa” isimli eser, hayatının dönüm noktası oluyordu…! Bunun sonucu kendini öğrenmeye verdi.
Bedri amcası, A. Tukay’ı Kazan’a götürdüğünde, burada anne ve baba dediği Muhammed Veli ve hanımınla karşılaşırlar. Yaşlı çiftin , A.Tukay’a karşı sevgileri baharın çiçekleri gibiydi.
A Tukay, Mutiullah Medresesinde talebe iken, eğitimde yenilik istekleriyle başlayan, ancak sosyal hayatın bütün alanlarında yenilik ve ilerlemeyi amaçlayan “ceditçilik” veya “marifetçilik” gibi fikir akımlarından da haberdar oldu. 1902 yılında İstanbul’dan gelen ve aynı medresede okumaya başlayan Abdulveli adlı bir gençle tanışır. Dönemin moda fikir akımı gereğince “hürriyet, eşitlik, kardeşlik” taraftarı İstanbullu genç, padişaha ve mevcut rejime karşıdır. Abdullah Tukay onun yardımıyla Türk ve Fransız edebiyatını tanıma fırsatını bulur; onun ihtilalçi fikirlerinden etkilenir. A. Tukay , daha sonraları “Abdülveli” için, “Dünyayı tanıma için gözümü açan adam”
Hayatın tılsımlı sularında gezen şair, toplumdaki sıkıntıları yanı sıra, özel hayatındaki düzensizlik , sıcak aile ortamından yoksun olarak pansiyon ve otel köşelerindeki düzensiz hayatı ile hastalıklarla geçirdiği yaşamdan etkilenerek yazdığı şiirleri ümitsizliğin yolculuğundaki bir insanı anlatıyordu.
Yetim, öksüz ve elden ele gezen bir çocuğun ileride alışamadığı aile sıcaklığı, ve yalnızlığı sebebi ile kendine bakamamasına rahmen, yüreğimdeki bulunan harika ışık ile, çok kısa süren zaman sürecinde, goncadan, güle, Vatan aşkından, bağımsızlığına kadar Tatar Türklerinin manevi ve kültürel sesi olarak yüzlerce şiiri hayata geçiriyordu…
Hastalığı süresinde kendisine yapılmak istenen yardımları eliyle bir kenara itmiş, ümit ve ümitsizlikler arasındaki duygu karmaşasında yaşayan, bilinen adıyla Abdullah Tukay ( Tatarca ; Gabdulla Tuqay ) 26 Nisan 1886 tarihinde gözlerini açtığı dünyaya, kısa ömründe çok sıkıntıların çektiği dünyadan 15 Nisan 1913 günü, rahatsızlığı olan ince hastalık sonucu dünyaya gözlerini kapadı..!.
Ömrünün baharında dünyaya veda eden, A.Tukay, kısacık yaşamında geriye dağlar kadar büyük eserler bıraktı..
Eserleri ,1917 yılından önce risaleler şeklinde, ihtilal sonrası ise, Rusça, Kırım, Kazak, Kırgız, Özbek, Başkurt, Uygur ve Çuvaş Türkçelerine çevrilmiştir.
A.Tukay,ın yaşadığı çok zor günlerin getirisi ile aşk şiirleri yok denecek kadar azdır. En güzel aşk şiirlerini Kazan’da tanıyıp, aşık olduğu Zeytune hanım için yazmıştır .Bunun dışında şiirlerinin çoğu milleti ve milliyetçilikle olanlar yer tutmaktadır.. Çocukluğunda en iyi arkadaşı olduğu dilsiz dostlarımıza karşı hassas olmakla, bunlarla ilgili şiirleri de bulunmaktadır. Çağcıl İdil Tatar edebiyatının babası sayılmaktadır
Şiir söylerim, durduğum yer dar bile olsa
Korkmam, sevgili milletim Tatar ne de olsa
Göğüs gerip karşı dururum, bana millet
Şimdi ok atıp, ateş edecek de olsa
Sağa sola sapmam, ileri atılırım
Yolda engel görsem, durmam aşarım
Elinde kalem, yazıp duran genç şair
Bilir ki, korkmak, ürkmek haram
Endişelenmeyiz düşmanın gücünden biz
Bugün artık Ali ile Rüstem’le denkiz
Şair ömrü boyunca kaygılanır, acı çeker
Dalgalanmadan durulmaz engin deniz
Güzellik karşısında bal gibi eririm
Överim iyi şeyleri, tatlı dilliyim
Kötülğü kınarım, sabredemem!
O hususta pek katıyım, affedemem!
(Abdullah Tukay)
Kabrindeki çiçekler onun şiirleri ile, bu güzel insana arkadaşlık yapıyorlardır. Tüm ölmüşlerimiz gibi mekanı cennet bahçeleri olsun. Rahmetler içersinde uyu, kadersiz ve bahtsız değerli büyüğümüz….
Senin bıraktığın eserler, gözlerimizi kamaştırıyor…!

Münir Balıca
Münir Balıca

Pin It on Pinterest