Genel

KORONA İLE TANIŞMAK

Nazim Əhmədli /Kırımın sesi qazetesinin Azərbaycan təmsilcisi

Orhan Aras

KORONA İLE TANIŞMAK

2020 yılının Şubat ayında hafif bir grip geçirdim. O sıralar Avrupa televizyonları sık sık Çin’deki ölümlerden endişe ile söz ediyorlardı ama pek fazla panik havası yoktu. O gripten bir kaç gün sonra  Köln Türk Konsolosluğu Eğitim Ataşesi Mustafa Hoca’yı havaalanından almış evine götürmüştüm. Korona üzerine biraz, şakalaşmış ve gülmüştük. “Ben nasılsa atlattım, artık siz düşünün,” demiştim.

İki yıl süren salgın, korku, hastalık, ölümler hepimizi ürkütmüştü. Sosyal medyada o kadar videolar yayınlanıyordu ki, insan kime inanacağını bilemiyordu. Yanıbaşımızda tanıdık dostlar koronadan vefat etmelerine rağmen bir kısım insanlar aslında hiç koronanın olmadığını bile söylüyorlardı.

Ama bizim aileden ilk önce dayım, eşi ve çocukları yakalandılar. On gün kadar endişeli günler geçirdik. Hergün yaptığımız telefon görüşmelerinde onların şikâyetlerini dinliyor ve endişeleniyorduk:

“Gece ateşim çıktı, sanki sırtıma bıçak saplıyorlar. Nefes alıp vermekte zorlanıyorum. Ateşten sonra aşırı terliyorum. Öksürük beni uyutmuyor.”

Korkuyorduk ama yine de onları hep teselli ediyorduk.

“Ya grip gibidir işte, bir kaç gün öyle olacak sonra geçecek…”

Dayımın anlattıkları gece yatağa girdiğimde beynimde çınlıyordu. Onlara bir şey olmasın diye duâ edip duruyorduk. Dayım o haliyle bile bizim Türk erkeklerine mahsus psikoloji ile şöyle diyordu:

“Ölümden korkmuyorum ama ölünce cenazeyi bile kimsesiz gömüyorlar, ondan korkuyorum.”

Gerçekten de bazı ülkelerde hastaneden alınan cenazeler topluca ve yakınlarının onlara veda etmelerine izin verilmeden gömülüyordu. Bu yüzden çoğu adam hasta olsa da kimseye söylemiyordu.

Almanya’dan Ozan Yusuf Polatoğlu, Mehmet Baş, Azerbaycan’dan Azer Abdulla gibi yakın dostlarım hastalanmış ve kısa zamanda da vefat etmişlerdi. Diğer bir arkadaşım Mehmet Irmak ise adeta ölümden dönmüştü. Sonradan bana anlattığına göre, yoğun bakımdayken rüyasında Ağrı Dağı’ndan akan ateşten oluşmuş nehirlerinin kıyısında bile gezmişti.

Almanya’da bir Türk doktor çift aşı bulunca sanki pandeminin artık sonu geldi diye sevinmiş, hemen koşmuş aşı olmuştuk. Aşının bize verdiği cesaretle 2021’in yazında hem Türkiye’ye hem de Azerbaycan’a gittik. Allah’dan hasta olmadan Almanya’ya geriye döndük.

Almanya’da üçüncü aşıya başlamışlardı. Radyolar, televizyonlar, gazeteler “booster” (Aşı tazeleme) diye ortalığı velveleye veriyorlardı. Artık koronanın dışında “alfa”, beta,” “delta,” gamma,” omicron” isimlerini de sık sık duymaya başlamıştık.

Korona dönüşe dönüşe her yeri sardığı için hemen üçüncü aşıyı da olmuştuk. Bunun dışında herkesten uzak durmaya çalışıyorduk. Komşu, akraba, arkadaş ziyaret ve görüşmelerine ara vermiştik.

İsteğe bağlı olarak çocukları da aşılamaya başlamışlardı. Kızım Sebiha on yaşındaydı ve aşıdan korkuyordu. İçimden onu da doktora götürmek isteği vardı. Ama eşim “çocuklarda hafif geçiyor, aşı yaptırmayalım,” deyince fazla ısrarcı olmadım.

Geçen yıl Almanya’da okullar çok az açık olduğu için pek endişeli değildik. Ama bu yıl maske ve test şartıyla okulları açmışlardı. Her iki günde bir test yapılıyor ve sonucu mesajla bize bildiriliyordu. Bir kaç hafta önce okuldan “pozitif” mesajı gelince endişelenmeye başladık. Sebiha’nın yanında oturan bir arkadaşı koronaya yakalanmıştı. Çocuğa yakın oturan öğrenciler evde kalmalıydı. Sebiha bir hafta evde dinlendi. Bir hafta sonra tekrar test yaptırarak yeniden okula başladı. Sebiha “pozitif” olan öğrencinin en yakında oturmasına rağmen hastalığa yakalanmaması bizi biraz daha cesaretlendirdi. Marketten alış veriş yaparken kasada bir müşterinin “Bu koronaya herkes yakalandı” sözlerine içimden fısıltıyla çıkan şeytani bir ses, “Ama biz yakalanmadık,” dedi.

İki gün sonra sonra okuldan bir mesaj daha geldi. Yine bir çocuk pozitif çıkmıştı. Sebiha, “Baba, o sınıfta o bana uzak bir yerde oturuyor,” dedi. “Ha, uzak oturuyorsa pek problem yok,” diye düşündüm. Ama bir gün sonra kızım hapşurmaya başladı. Sebiha her hapşurduğunda pencerden dışarıya bakıyordum ve “Hava yine bulutlu ondandır,” diyordum. Çünkü ailece buranın havasına karşı allerjimiz vardı. Hava biraz değişince bizi etkiliyordu. Üçüncü gün bir kedi gibi oturduğu yerden kalkmadığını gördüm. Oysa bir dakika yerinde durmaz, o odadan öbür odaya koşup dururdu. Yanına yaklaştım yanakları kıpkırmızıydı. “Senin ateşin var, “dedim. “Biraz başım ağrıyor,” dedim. Hemen endişeler başladı. İki de bir Şeyh googl’u açıyorum ve özellikle annelik sitelerine bakıyordum. Karşıma ne çıkıyorsa hemen bir yere not ediyordum. Gece Sebiha’nın ateşi 39.5 oldu. Annesi buzdolabından şurup getirirken ben de limonu ikiye kesiyordum. Kadının biri “çocukta ateş olunca ayaklarının altına limon sürün,” diye yazmıştı. Ben internette yazılanları bir bir hazırlarken eşim şaşkın şakın bana bakıyordu. Limon, ceviz içi zarı, sirke, zencefil, kestane balı, taze nane, adaçayı, ıhlamur gibi evde bitkisel ne varsa masanın üzerine dizmiştim. O Sebiha’nın yanına gittikçe ben de elimde kâh limonu götürüyordum kâh sirkeyi…

İki gün sonra ben hapşurmaya başladım. Sonra da burun tıkanıklığı, yorgunluk ve hafif ateş… Allah’dan eşim de bir şey yoktu. O da Şeyh Google’den birşeyler öğrenmişti. Habire benimle Sebiha’nın göğsüne, sırtına kamfora yağı sürüyordu. Bakımın keyfini sürerken arada bir Sebiha’nın muzipliği de bizi güldürüyordu. Bir defa ayaklarını da annesine uzattı ve şöyle dedi:

“Ayaklarıma da o yağdan sür!”

Annesi onun gülümsemesinden alay ettiğini anladı. Azerbaycan Türkçesinde “Diyesen ata bala dolupsunuz”,(Benimle alay mı ediyorsunuz?” dedi ve bize 38.5 ateşle kahkahalar attık.

Kahkahalar mı, kamfora yağı mı, yoksa sirke ile limon mu iyi geldi bilmiyorum. Üç dört günde ateşimiz geçti ve iyleştik. Konuşuren sesimiz biraz garip çıksa da önemli değil. Sebiha koku ve tadı durumunu anlamak için sevdiği sucuktan çiğ çiğ yedi ve “hmm tadı varmış”, dedi.

Bizden hemen sonra eşim hastalandı. Hapşurması, öksürmesi yok… Bizim gibi burnu da tutulmamış… Ama bizim ona hizmet etmemizi bekliyor. İnşallah o da bizim gibi atlatır. Bizde “Bizi doluyupsan,” diyecek cesaret de yok. Mecburen hizmet edeceğiz.

Hepimize geçmiş olsun!

Kırım'ın Sesi Gazetesi

27 Şubat 2015 Tarihinde hizmet bermege başlağan www.kiriminsesigazetesi.com maqsadı akkında açıklama yapqan Mustafa Sarıkamış İsmail Bey Gaspıralı’nıñ bu büyük mirasına sahip çıqmaq ve onun emellerini yaşatmaqtır. Qırımtatar Türkleriniñ ananevî, körenek, ürf, adet kibi yaşamlarında ne bar ise objektif şekilde Dünya cemiyetine taqdim etilmektir.

Pin It on Pinterest