Sadece Doğru Konumlanma, Vizyon Yeterli midir?
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL’ün konuyla ilgili değerlendirmesi.
Önceki makalelerimizde, Batı da dahil karşılaştığımız olgulara, kavramlara, sorunlara asla mağlubiyet psikolojisine teslim olmadan, sahip olduğumuz değerlerin genel düsturları çerçevesinde, analitik bir şekilde, özgüvenli bir bakışla yaklaşılması gerektiğine işaret etmiştik.
Peki doğru konumlanma, doğru vizyon tek başına yeterli mi? Sadece doğru bir bakış açısı ile sorunlarımız çözülebilir mi? Doğru konumlanma, vizyon, perspektif kuşkusuz her türlü sorunun çözümünde, amaca ulaşmada belki de en temel unsurdur. Gittiğimiz yön yanlış ise, ne kadar doğru şeyler yaparsak yapalım, doğru hedefe ulaşamayız çünkü. Diğer taraftan yanlış hedef kadar, hedefini bilmemek de büyük bir sorundur. Gideceği yönü bilmeyen gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez. Bu nedenle hayatta karşı karşıya kaldığımız bütün süreçler, olgular, kavramlar karşısında, öncelikle doğru bir konumlanmaya, perspektife sahip olunması gerekliliği tartışması yersizdir. Fakat başka hiçbir şey yapmayarak, sadece doğru konumlanma yeterli midir? Bunun üzerinde durmak gerekir. Çünkü çoğu kez sadece düşünsel tartışmaların, sahip olunan entelektüel birikimin yeterli olduğu sanılıyor. Somut bir üretime, çalışmaya sevketmeyen kahvehane köşelerinde, küçük gruplar içerisinde yapılan entelektüel tartışmalara aşırı anlam yükleniyor. İslam dünyasının sorunları, sadece doğru düşünme ile çözülebilir mi? Düşünce ile ne kadar mesafe kat edilebilir?
Düşünceler elbette değerlidir. İnsanlık tarihini değiştiren, uzun vadede, düşüncelerdir. Bununla birlikte bu düşünceler, eyleme geçmeyen, teorik düzeyde kalan değil, eyleme geçirilen, uygulamaya konulan düşüncelerdir. Hayatı şekillendiren soyut düşüncelerimiz değil, bu doğrultuda attığımız somut adımlardır.
Doğru bir konumlanmaya, vizyona sahip olsak bile, bu vizyon doğrultusunda bir şeyleri değiştirme çabası içerisinde değilsek, vizyonumuz kendimizden başlamak üzere çevremizde ve bulunduğumuz ortamlarda somut bir şeyleri değiştirmeyi sağlamıyorsa, tek başına vizyon ile ne değiştirilebilir? Harika bir vizyonumuz olabilir, ama oturduğumuz yerde oturmaya, yattığımız yerde uyumaya devam edebiliriz. Bu nedenle sadece entelektüel tartışmalarla, icraata geçmeyen düşüncelerle, uygulamayı küçümseyen yaklaşımlarla bir şeylerin değişeceğini düşünüyorsak, kendimizi kandırmanın ötesinde bir şey yapmış olmayız.
Diğer taraftan hayattan kopuk, sadece fildişi kulelerde kalarak ya da kapalı bir getto içerisinde bulunarak, ne kadar doğru bir vizyon ortaya konabileceği ayrı bir tartışma konusudur. Uygulamadan, hayat tecrübesinden kopuk bir biçimde, fildişi kulelerde üretilen düşünceler çoğu kez bir çok zararı da beraberinde getirebilir. Tarih, maalesef hayat tecrübesinden kopuk bu tür üretilen düşüncelerin verdiği zararlarla doludur. Hayatı durdurarak, hayattan kopuk bir şekilde, hayatın her alanını kuşatacak ve tek seferde ortaya konacak bir vizyon, paradigma korkunç sonuçlar üretebilir. Bu nedenle doğru bir konumlanma ya da vizyon ancak hayat tecrübesi ile birlikte, hayatın içinde ve hayatın içinden üretilebilir ya da ortaya konabilir. İslam dininin gelişi de bu şekildedir. İslam dini, tek seferde ve soyut bir biçimde değil, zamana yayılmış bir şekilde ve çoğu kez somut olaylarla ilişkili olarak tamamen hayatın içinde geliş sürecini tamamlamıştır.
Bugün, gösterilmesi gereken tutum, yapılması gereken iş, yürünmesi gereken yol konusunda, her şeye rağmen, çok büyük bir belirsizlik içinde değiliz. Temel düsturlar zaten ortadadır. Bu gün en büyük meselelerimizden biri doğru perspektifle at başı gitmeyen, söylemlerimizle uyumlu olmayan icraatlarımızdır. Yanısıra, söylemlerimizin gerektirmesine rağmen icraatsızlığımız, eylemsizliğimizdir. Söylediklerimizle uyumlu bir aktivite içinde olmamamızdır.
Oysa hayat iman ve cehtdir. Ceht aksiyon, amel, gayret, çaba ve mücadeledir. Cehdin(mücadelenin) bir türü olarak savaş anlamında cihad bugünün dünyasında nadiren ihtiyaç duyulan bir durumdur. Buna karşılık gündelik yaşamda her ne yapıyorsak daha iyisi için ceht etmemiz, daha güzel, ilkesel, doğru, iyi olan için mücadele, çalışma, çabalama, devinim içinde olmamız gerekiyor. Yani iyi olanı, ilkesel olanı söylemek yetmiyor. Bunun için her alanda var gücümüzle mücadele etmemiz gerekiyor.
Tekrar başta sorduğumuz soruya geri dönersek, kuşkusuz doğru konumlanma, doğru perspektif her türlü hedefe ulaşmak için olmazsa olmaz bir koşuldur. Çünkü yanlış vizyon, konumlanma, amacımızdan uzaklaştırıp bizi felakete sürükleyebilir. Yanlış konumlanma, niyet ne kadar iyi olursa olsun, en güzel niyetleri ya da duyguları berhava edebilir. Ama doğru vizyon ya da konumlanma da tek başına bizi kurtarmaz. Sanıyoruz ki vizon içten motorludur, bir kez ortaya konuldu mu, kendi kendine amacına ulaşır. Oysa iyi bir vizyon tek başına kendiliğinden sonuç doğurmaz. Doğru vizyon sadece iyi bir başlangıçtır. Sonuç getiren şey, doğru bir konumlanmaya, hedefe götüren bir perspektife sahip olarak atılan somut adımlar ve bu doğrultuda yapılan çalışmalardır.
Peki bugün, doğru perspektifle uyumlu olmayan, kendimize dair değiştirmemiz gereken en temel eksikliklerimiz nelerdir? Kendi yanlışlarımızı görmeyerek, çoğu kez haklı bile olsak, sadece başkalarının yanlışlarına odaklanarak sorunlarımızı çözebilir miyiz? Kalkıp bir mum yakmıyorsak, tek başına karanlık eleştirisi aydınlığı getirir mi? Bunlar da bir başka makalenin konusu olsun.