GenelGüncelKültür SanatTürk Dünyası

ZENGEZUR

YAZAR, HAFIZA (GEÇMİŞ İZLENİMLER) VE HATIRA (ANILAR)
eyyub ayvasov
eyyub ayvasov

Azerbaycan için 20. yüzyıl, Ermenilerin Azerbaycanlılara karşı ilk büyük çaplı silahlı aldırılarıyla başladı. Birinci Rus Devrimi’nin (1905-1907) başlamasıyla birlikte ülkede oluşan kaostan yararlanan Ermeni örgütleri, “Büyük Ermenistan” hayalini gerçekleştirmek için harekete geçti. Güney Kafkasya bölgesinin tamamını kapsıyan Ermeni ve Müslüman nüfus arasında yaşanan silahlı çatışmalar (1905-1906) Bakü, Karabağ, Guba, Nahçıvan, özellikle Zengezur`da türklerin katledilmesiyle sonuçlandı. Bu kanlı çatışma iki yıl sürdü, binlerce yerleşim yeri yıkıldı, 17 bin kişi öldürüldü, insanlar yerlerinden edildi. Hayatta kalanlar ise bu korkunç katliamların yarattığı ağır travmaları ömürlerinin sonuna kadar yaşamaya mahkum edildi. Şair ve oyun yazarı Eyyub Abasov da bu insanlardan biridir.

Çocukluğunu “Küçük Kafkas dağlarının devamı ve en yüksek dağ silsilesi sayılan, Karabağ platosuna taş zincir gibi uzanan, dar vadileri, geçilmez yamaçları, korkunç diklikleri, sert kayalarıyla doğal bir sur ve kale duvarlarını andıran”, Oğuzların yurdu Zengezur’da geçiren, yazar Eyyub Abasov yaşadığı trajedileri (1918-1920) ve hafızasına kazınan Zengezur’un muhteşem tabiatını unutmamış, hafızasında canlı tutmuştur.

Her insanın hafızası, modern anlamda, sabit diski onun yaşam boyu yoldaşıdır. “Hafıza geçmiş izlenimlerin anlaşılmasıdır ve hafıza da düşüncedir, bir şeyi hissetmemizin, algılamamızın veya öğrenmemizin düşüncesidir”, yani bariz arayışın ve ilgili bilişsel eylemin koşullu kararıdır. Bellek, görüntü aracılığıyla yalnızca kısmen soyut düşünceyle bağlantılıdır. Hatıra ise görüntünün belli ölçüde çevreyle ilişkili olduğunun anlaşılmasıdır”.

Bazen bize hafızamızın sahibi bizmişiz gibi gelir, ama durum böyle değildir, tam tersine hafıza bizim sahibimizdir. Bazen belleği hafıza olarak tanımlarlar. Psikolojide hafıza, kişinin bilgiyi alma, saklama ve daha sonra geri çağırma sürecini inceleyen bir alandır. “Hafıza kaynak görevi görür ve anıları beyinde kataloglara böler, vatanla ilgili anılar bir bölümde, anne babamızın anıları bir bölümde, yaşadığımız olaylar ise ayrı bir bölümde karara bağlanır”. Kişi her an, özellikle de yaratıcı bir kişi için kaynak rolünü oynayan belleğe (sabit disk), “bellek kütüphanesine” gider. Çünkü “bellek, yaratıcı bir insanın hammaddesidir.” Eyyub Abasov’un eserinde bellek, her gün bir film şeridi gibi gözünün önünden geçen, hammaddesi, geçmiş izlenimlerin hatırlanması ve anlaşılması olan en güvenilir, en unutulmaz, acı ve tatlı anılardır.

Yazarın tarihi romanı “Zengazur” tam da geçmiş izlenimlerin hatırlanması, “yaşanmış tarihin kroniği”, hafızasından silemedikleri şeylerin farkına varılmasıdır. Bu “sabit disk”te, tarihi olaylar ve katliamların yanı sıra, yazarın memleketinin flora ve faunası, doğal güzellikleri, iklim koşulları, doğal-coğrafi konumu, sıradağlar, geçilmez derin vadiler en değerli anılar olarak korunmaktadır.

Memleket hasreti çeken yazarın 2 ciltlik “Zengazur” adlı tarihi romanının ilk ciltinin ilk sayfası bu hasretin ifadesidir: “Çayırlara kekik otu, elma çiçeği ve dağ nanesi kokuları yayan hoş ve temiz bir sabah rüzgarı… Çeşit çeşit kuşlar, kabarık göğüslü bıldırcınlar, rengarenk tüylü, yelpaze benzeri kuğuların açılıp kapanma sesi, yumruk büyüklüğünde gri serçeler”. Yazar, doğduğu toprakların büyüleyici güzelliğini öyle bir sevgiyle anlatıyor ki, okur sanki kekiğin, elma çiçeğinin, dağ nanesinin kokusunu duyuyormuş gibi hissediyor.

Zengazur
Zengazur eyyub ayvasov

Nabi’nin anlatımındaki vatan sevgisi, gücünü aldığı şeyler, yazarın vatan özleminin doğrudan ifadesidir. “Nasıl ki bir besteci, farklı enstrümanlardan oluşan bir orkestra çalarken her enstrümanın sesini ayırt ederse”, “tarlalarda ağız ağıza şarkı söyleyen kuşları seslerinden tanırken, çocukluğundan beri bu harika doğanın koynunda büyüyen yazar, “tarlaya kekik, elma, yarı karpuz kokusu yayan hoş ve temiz sabah meltemi”, “çalıların dibinden, agav, gri zeminden taşların ve kayaların üzerindeki çeşit çeşit kuşların”, “göğüsleri şişmiş bıldırcınların sesi, gagaları yelpaze gibi açılıp katlanan rengarenk tüylü buppuslar, yumruk büyüklüğünde gri serçeler”, “bir yerden bir yere atlayan, bir taşa tüneyen kınalı kekliklerin gıdaklaması”, doğduğu yer olan Şeki, ömrünün sonuna kadar onun “gönül sırdaşıydı”. Yazarın “hafıza kütüphanesinde” yer alan vatan sevgisi ve vatan hasreti, yazarın yaratıcılığının ana temasını oluşturmaktadır. Çünkü “Bellek soyut düşünceyle yalnızca kısmen görüntü aracılığıyla bağlantılıdır. Hafıza ise bir ölçüde görüntünün çevreyle ilişkisinin anlaşılmasıdır.”

Romanın ilk cildinin 305. sayfasında şöyle okuyoruz: “Güneş, Işıklı dağın arkasından doğup Konakgörmez`i ufka doğru delip geçtiğinde, karanlık çöker Şeki’ye. Dünyanın en parlak, yanan küresi – güneş henüz evine varmamıştı. Ama yanan tellerini Kızıldağ, Darvaza, Şamahı tepesinden topluyordu. Doğa bu yerde elbisesini değiştiriyor, bu sırada bir güzelin yerini bir başkası aldı. Gündüz semasında beyaz elçim gibi görünen bulutlar, sıra sıra dağlar, yamaçlar giderek pembeleşiyordu… Göz baktıkça, yüksek, dik Karagaya’nın büyük, kalın gölgesi, Şeki ile Karakilse`nin arasındaki yola bir köprü gibi düşüyordu. Yer yer yolun kenarından, yer yer uzaktan, yer yer sessiz, yer yer pırıl pırıl akan Bazarçay’ın dalgaları, son ışınlardan güneşin sarı tellerini anımsatan altın rengine büründü. Dakikalar geçti. Güneş ufkun koynuna girdi, gölgeler eridi, sular, yamaçlar, vadiler karardı. Yusufçuklar şarkı söylemeye başladı, kurbağalar kıyıdaki yeşil çimlere sıçradı ve yarasalar kanatlarını çırpmaya başladı. Nehrin sesi monoton ama hüzünlü ve hoş bir ses gibi etrafa yayılıyordu…

Memleketinin hafızasına kazıdığı güzellikleri anlatmakla yetinmeyen yazar, şöyle yazıyor: “Batan güneşin solgun ışınları Şeki’nin kuzeyindeki Kilseli dağlarının, güneyinde ise Konakgörmez dağlarının tepesinde oynuyordu. Yavaş yavaş ellerini ve ayaklarını toplamaya başladı. Orakçılar yüklü atlarını ve arabalarını köye sürüyor, kasaplar sığırları kulübeden geri getiriyor, harmancılar öküzleri çözüyor, suluyor, besliyor ve ahırlarda ve bahçelerde dinleniyorlardı. Gelinler ve dolçalarını omuzlarında taşıyarak çeşmeye gittiler. Yürüdükçe gömleklerinin eteklerine ve yakalarına diktikleri kurdeleler ve gümüş paralar ses çıkarıyordu”

Yazar, Zengezur köyleri arasında eşsiz bir üne sahip olan Şeki’yi öyle canlı duygularla anlatmaktadır ki sanki kelimelerle Şeki’nin resmini çiziyor gibidir. Şeki’nin doğası, buradaki hayat okuyucunun gözleri önünde canlanıyor: “Şeki’de geniş, yeşil çayırlar, dik, kayalık yamaçlar, çimen ve çiçeklerle dolu çayırlar var. Bu köyden bahsederken herkes onun serin suyundan, erkek çocuklarının zekasından, kızlarının sadakatinden ve güzelliğinden bahseder. Köydeki taşlardan irili ufaklı kaç tane pınar çıkıyor! Ancak bu köpüren pınarlar birbirine benzemiyor. Bazılarının suyu daha az, bazılarının ise daha fazladır. Bazıları taşların göğsünden sıçrayarak, bazıları kaynıyormuş gibi cızırdayarak çıkıyor. Bu sayısız pınarın suları köyün aşağısında birleşerek büyük bir nehir oluşturur. Yeşil çayırların göğsünü kesip kendine kıvrımlı bir yol açan, kıyıları kayalık, suyu benekli balıklarla dolu bu nehir, yılan gibi akıyor. “Darvaza” ile “Kızılkayanın” arasında yüksek bir kayadan dökülerek “Şirşir” adı verilen beyaz köpüklü, yemyeşil bir şelale oluşturur. Bu şelalenin sesi gece gündüz kayalarda ve dağlarda yankılanır”.

Bu güzel ülkenin iklimi, değişken havası, Bargushad Nehri’nin şırıltısı, “çeltik eken çiftçilerin tiz sesi”, “tekdüze ama hüzünlü ve hoş bir gürültü gibi etrafa yayılan nehrin sesi”, değişken hava romanın sayfalarına yansır: “Hava sık sık açılıp kapanır. Bazen şiddetli yağışlar iki üç gün durmadı. Bazen güneş sabahtan akşama kadar her şeyi ısıtırken toprak buharlaşıyordu. Yağmurun ardından güneş ışınları altında daha da güzelleşen ağaçlar, sanki gençleşmiş gibi, bahçelerin arasındaki çimenler yeşerdi. Bir yanda çeşit çeşit kuş sesleri, diğer yanda kıyılarından taşan Bargushad Nehri’nin şırıltısı etrafa yayılıyordu. Köyün yakınındaki çayırlara çeltik eken çiftçilerin holavar sesi de bir yandan yükseliyordu”.

Yazar, memleketinin güzelliklerini o kadar net, doğru, ince ayrıntılarla anlatıyor ki okuyucu kendini bu güzel doğanın koynunda hissediyor. Yazarın aklına “tül gibi ince, duman gibi hafif, kül gibi sis”, “gökyüzünün ortasında gülümseyen Güneş’in güzel yüzü”, “Çalbayr’ın geniş çimenlik çayırlarında görünen inişli çıkışlı tepeler”, “uzakta otlayan develer, sürüler, sığırlar”, “çoban neyinin sesi, at kişnemeleri, köpek havlamaları duyular” bu güzelliği cümleleriyle tamamlar. Bu güzelliklerden biri de sonbahar mevsiminin romana yansıyan muhteşem güzelliğidir; “tüm canlı ve cansız varlığı ısıtan çiçekli yaz yerini serin ve solgun bir sonbahara bırakır,” sakin ve kesin bir görünüme bürünen dağlar”, “köyler taşındıktan sonra boş kalan çayırlar”, “kurumuş çayırlar”, “ıssız topraklar” tüm ayrıntılarıyla anlatılır: “Aylar ve günler bir nehrin düzenli dalgaları gibi birbirini kovalıyordu. Canlı ve cansız tüm varlıkları ısıtan çiçekli yaz, yerini serin ve solgun bir sonbahara bırakmıştı. Dağlar sakin ve huzurlu bir görünüme büründü. Ovalar taşındıktan sonra yaylalar ve yurtlar boşaldı, otlar kurudu, yerde anız dışında hiçbir şey kalmadı… Ama sonbaharın da kendine has bir çekiciliği ve güzelliği var…”

Eyyub Abasov, Zangezur’u büyük bir sevgi ve derin bir vatan hasretiyle anlatmaya doyamıyor. “Yüksek dağlar arasında, uzun bir ovada yer alan” merkez Gorus, tüm görünümü ve güzelliğiyle okuyucunun karşısında hayat buluyor: “Zengazur’un merkezi olan Gorus şehri, yüksek dağlar arasında uzun bir ova üzerinde kurulmuştur. Yüksek bir yerden bakıldığında birbirini kesen düz sokaklar kare şeklinde görünüyor. Tek-iki katlı, ahşap çatılı evler dikkat çekiyor. Şehir meyve bahçeleriyle çevrilidir. Dağ sularından oluşan ve şehrin içinden geçen dumduru nehri şehrin güzelliğini artırmaktadır”. Yazar, Goruş’un anlatımıyla yetinmez, tarihe bir gezi yapar: “Guruş’a gelenler ve onun geçmişiyle ilgilenenler, kaçak Nabi’yi hatırlamadan edemezler. Öğle saatlerinde Nabi ve atlıları Gazamat’a saldırarak esirleri serbest bıraktı. Nachalniki Nikolay ve mübaşir onun önüne çıkmaya cesaret edemediler. Nabi, yeteneğiyle ün kazandı”.

Bu tasvirlerde sadece Zengezur’un doğasının değil, etnografyasının, yaşam tarzının, buradaki yaşamın, insanların mesleklerinin, giyim geleneklerinin, değişen iklimin de romanın sayfalarına yansıtıldığını belirtmek gerekir: “Yavaş yavaş eller, ayaklar toplandı. Orakçılar yüklü atlarını ve arabalarını köye sürüyor, kasaplar sığırları tarlalardan geri getiriyor, harmancılar öküzleri çözüyor, suluyor, besliyor ve ahırlarda ve bahçelerde dinleniyorlardı. Burada yazarın amacı Zangezur’un etnografyasını ve yaşam tarzını okuyucunun gözünde canlandırmaktır. Örneğin “omuzlarında sarong ve dolçalarıyla pınara sallanarak giden gelinlerin elbiseleri. Yürürken gömleklerinin eteklerine ve yakalarına dikilen gümüş paraların sesini duyuyorlar, genç erkekler pınarlara geliyorlar.  Kızlardan kendilerine “nişanlı seçmek” için suya gelişlerini izliyorlar vb. Bir etnograf olarak yazar, halkının geleneklerini, yaşam tarzını, istek ve hayallerini, giyim geleneklerini uygun bir şekilde dile getirir. “Başına beyaz bir keleğayı (eşarp) bağlamış, altın düğmeli yakalı mor bir bluz, kırmızı kadife kurti, eteğinde sarı kuşak, uzun siyah tunik, gümüş kuşak ile kısaboylu”. Afitap Hanımın  şahsında Azerbaycanlı hanımların kıyafetlerini şöyle anlatıyor: “mor bluz”, “altın düğmeli yaka, kırmızı kadife kürdi”, “sarı baftanlı etek, uzun siyah tuman”, “gümüş kuşak” tüm detaylarıyla.  Okuyucunun gözünde milli kıyafet giymiş güzel bir bayan imajını canlandırmayı başarıyor.Sovyet rejiminin zorlu döneminde yazılan 2 ciltlik romanda yazar, kasıtlı olarak Zengezur’un yer isimlerini defalarca vurguluyor ve yer adlarıyla bu yerlerin kime ait olduğuna bir kez daha dikkat çekiyor.

Kanahatimizce, “Zengezur” romanı sadece “tarihi bir vakayiname” değil, aynı zamanda kadim Oğuz yurdu Zengezur’un bir rehber kitabıdır. Romanı derinlemesine ve farklı yönlerden incelediğimizde yazarın amacının burada yaşayan insanların kimliğini, yaşam tarzını, etnografyasını, yer isimlerini korumak ve en önemlisi ermenilerin hiçbir zaman Zangezur’da yerli bir nüfus olmadığını vurgulamak olduğunu görüyoruz. Yazarın yorulmadan vurguladığı yer adları, dağların, nehirlerin ve vadilerin ihtişamını ve güzel doğasını anlatan adları, Zengezur’un eski bir Oğuz yerleşimi olduğunu doğrulamaktadır. Çünkü buradaki dağların, vadilerin, nehirlerin ve yerlerin isimlerini ikamet yerlerini seçen kişiler verirler. Ve bu isimleri verirken elbette kendi dillerine, karakterlerine, kabilelerine ve yaşadıkları yerin tabiatına uygun isimleri düşünür ve bulurlar. Zengazur romanındakı toponimik isimlere bakalım: “Işıklı”, “Kızılkaya”, “Darvaza”, “Şirşır”, “Konakgörmez”, “Kuşçu”, “Namazlı” vb.

Bu toponimlerin sayısı büyük ölçüde arttırılabilir. Örneğin romanda bahsedilen Zengezur bölgesindeki hidronimler: Bazarçay, Bargushad nehri, Okçu nehri, Chaundur nehri, Oxdar nehri, Basitçay, Eyri nehri, Deli nehri, Padarçay, Gazangol, Karagöl vb.  neredeyse tamamı Azerbaycan türkcesindedir.

Yer adları bu yerlerin kime ait olduğunun yadsınamaz bir kanıtıdır. Yazarın doğduğu Şeki köyünün adı ve Şukar da Saklar ve Kimmerlerle akrabadır.  Zengezur’da birkaç köy dışında genel olarak Ermeni kökenli topomorfant bulunmamaktadır. Zengezur, Oğuz Türklerinin en eski vatanıdır.

Yazar Eyyub Abasov, romanında “dağlar ülkesi” gibi tanımladığı Zengezur’un en azap çeken ve aynı zamanda en gayretli ve cesur evlatlarından biridir: “Burası bir tür dağlar ülkesi. Sarp kayalıkları, yeşil yamaçları, zengin doğal çekiciliğiyle öne çıkan bu yerde yaşayan insanların doğası, güzelliğiyle de öne çıkıyor. Yazık ki o güzel huylu insanlar o şirin köşelerini bir kez daha kaybettiler. Bais sadece ermenilerin alçaklığı ve sinsi politikası değildi. Onlara at oynama fırsatını veren sebeplerin belki de en önemlisi unutkanlığımız, fazla hümanist olmamız, büyük yüreklilik, kısacası koyun kılığına girmiş yılanı görmemizdir”.

Eyyub Abasov’un büyük bir öngörüyle vurguladığı gibi, Aralık 1988’de kar ve tipiyle birlikte ” yılanı koyun kılığında görmeğimizin” sonucunda Azerbaycanlılar, ellerinden malları alınarak,  ata yurtları Zengezur’dan sınır dışı edildi.

Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 7 Temmuz 2021 tarihli kararnamesi ile Cebrayıl, Kelbecer, Gubadlı, Laçin ve Zengilan bölgeleri pahasına Doğu Zengezur ekonomik bölgesi oluşturuldu. Bu ekonomik bölgenin kurulması Zengezur’un batı kısmının varlığının bir teyididir.  Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Başkomutan Sayın İlham Aliyev de son konuşmalarında bu görüşünü doğrulamış ve tarihe yolculuk yapmıştır: “Doğu Zengezur bizim tarihi topraklarımızdır, Batı Zengezur bizim tarihi topraklarımızdır. Tarihi unutamayız, onu birilerinin siyasi çıkarlarının rehinesi haline getiremeyiz. Gelsinler, tarihi belgeleri, haritaları açsınlar, Sovyet hükümetinin Zengezur’u Azerbaycan’dan ne zaman alıp Ermenistan’a verdiğini görsünler. Bu yakın tarih; 101 yıl öncesi. Peki olmadı mı diyeceğiz? Neden? Biz gerçeği konuşuyoruz. Zengezur’un tamamı – Doğu ve Batı Zengezur ata yurdumuzdur. Şimdi Ermenistan’da İlham Aliyev’in toprak talebinde bulunduğunu söylüyorlar. Doğu Zengezur varsa, Batı Zengezur da vardır. Evet Batı Zengezur bizim ata yurdumuzdur. Oraya geri dönmemiz gerektiğini söyledim. Bunu on yıl önce söylemiştim. Bütün konuşmalarım basında yer alıyor. Ben orası ata toprağımızdır, oraya dönmemiz lazım, döneceğiz ve dönüyoruz dedim. Kimse bizi durduramaz. Kesinlikle geri döneceğiz çünkü başka yolu yok.”

“Ata yurdumuz Zengezur’a dönüşümüzün” gerekliliyi gibi, Eyyub Abasov’un geçmiş izlenimlerin bir hatırası, “yaşanmış bir tarihin kroniği”, hafızasından silinemeyenlerin yansıması olan “Zangezur” romanı da bugün hâlâ güncelliğini koruyor. Doğu Zengezur, Batı Zengezur’a katılacağı günü bekliyor.

Roman, tarihimizin incelenmesinde, genç neslin sanat ve estetik eğitiminin oluşmasında, Zengezur’un tanınmasında önemli bir rol oynamaktadır. Yazarın yaşadığı tarihi olaylar ve katliamların yanı sıra Zengezur’un flora ve faunasının, doğal güzelliklerinin, coğrafi konumunun, iklim koşullarının, sıradağlarının, geçilmez derin vadilerinin, yaşam tarzının, mesleklerinin, etnografyasının bir yansıması olan bu roman, bir bütün olarak Zengezur’un rehberi, belleğin, hafıza ve acı hatıranın resmidir.

Prof. Dr. Lütviyye ASGERZADE
Prof. Dr. Lütviyye ASGERZADE

Kırım'ın Sesi Gazetesi

27 Şubat 2015 Tarihinde hizmet bermege başlağan www.kiriminsesigazetesi.com maqsadı akkında açıklama yapqan Mustafa Sarıkamış İsmail Bey Gaspıralı’nıñ bu büyük mirasına sahip çıqmaq ve onun emellerini yaşatmaqtır. Qırımtatar Türkleriniñ ananevî, körenek, ürf, adet kibi yaşamlarında ne bar ise objektif şekilde Dünya cemiyetine taqdim etilmektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Pin It on Pinterest