Türklerde Kaz ayağı damgası
Türk kültüründe halı, kilim ve çeşitli eserlerde görülen; aile simgesi olarak kullanılan damgaların ilk örnekleri Türk kaya resimlerinde yer alıyor.
Türklerin ibadet, tören, dilek diledikleri yerler ve kurban verdikleri alanların izlerini Türk kaya resimlerinde görebilmek mümkün.
Tarihçiler Türk kaya resimlerine bakarak Türklerin göç yolları, dini ve tarihi geçmişleri hakkında önemli bilgilere ulaşıyorlar.
Günümüzde bile kullanılan Türk kültür coğrafyasındaki halı, kilim ve çeşitli etnografya eserlerinde veya aile damgası olarak kullanılan damgaların, şekillerin ilk örneklerinin bir kısmı Türk kaya resimlerinde yer alıyor.
Munzur Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Aksoy, “Türk tarihinin en eski damgalarından olan ‘kaz ayağı’ damgasının kıtalararası yolculuğunu ve önemini anlattı.
“Kadim Türk tarih yazıcılığını sadece kağıtlara yazılmış belgeler ile sınırlandırmak son derece sakıncalı”
Türk alfabesinin bazı harflerini ve yazılarının ilk örnekleri kaya resimlerinde karşımızı çıkıyor. Bundan dolayı araştırmalarda kaya resimleri önemli tarihi belgeler olarak kabul edilir.
Kadim Türk tarihinin sadece kağıtlara yazılmış belgeler ile sınırlandırmanın son derece sakıncalı bir durum olduğunu dile getiren Prof. Dr. Mustafa Aksoy, diğer taraftan Türk resim tarihini de kaya resimlerinden başlatmak gerektiğinin, çünkü Türk kaya resim alanlarında taşlara çizilmiş çok sayıda resim olduğuna işaret ediyor.
Kaya resimlerinin bazıları ibadeti, bazıları avlanmayı bazıları da insanların günlük hayatını yansıtıyor.
“Kalbak Taş kaya resim alanı 1880’de keşfedildi”
Türk tarihinin en eski damgalarından olan “kaz ayağı” damgasının ilk olarak nerede ve nasıl keşfedildiğini Prof. Dr. Mustafa Aksoy şu sözlerle anlatıyor:
“Dağlık Altay’daki Kalbak Taş (düz taş) olarak bilinen Türk kaya resim alanında kaz ayağı damgası karşımıza çıkıyor.
Kalbak Taş kaya resim alanı 1880’de keşfediliyor, 1912’de ilk araştırma sonuçları yayınlanıyor. 1980’lerde ise önemli çalışmalar yapılmaya başlanıyor.
Rus kaya resim alanı uzmanları Kalbak Taş kaya resim alanındaki ilk resimlerin milattan önce 4-5 binlerden kaldığını, milattan önce 8-3. yüzyıldan kalma İskit ve Hunlara ait resimler ile milattan sonra 7-10. yüzyıldan kalma ilk kadim Türk yazılarının olduğunu ifade ediyorlar.
Rus araştırmacılarına göre Kalbak Taş resim alanında Tunç Çağı’ndan Orta Çağ’a kadar yapılmış resimler olup, 3000 kaya resmi ile Rusya sınırlarındaki en büyük kaya resim alanıdır ve burada 30 satırlık kadim Türk alfabesiyle yazılmış yazı var.
“Kalbak Taş resim alanındaki kaz ayağını Ağustos 2018’de yaptığım saha araştırmasında herhalde ilk ben keşfettim” diyen Prof. Dr. Aksoy, “Çünkü bilgilerim beni yanıltmıyorsa bölgede saha araştırmaları yapanlar veya bölgede bulunan eserler hakkında araştırmalar yapanlar ya yazı ya da resimlerle ilgilenmişler. Sadece Kubarev, Kalbak Taş resim alanının kutsal olduğunu belirterek, Türkiye’de ‘kaz ayağı’ olarak bilinen damga için ‘kuş ayağı’ ifadesini kullanmış” değerlendirmesinde bulundu.
Türkler, bu eski damga ile ne anlatmak istemiş olabilir, damganın önemi
Damga temelde bir ailenin adeta imzası ve o ailenin özel mülkiyet işareti olarak karşımıza çıkıyor.
Türkolog Radloff, Altaylar’da tespit ettiği damga geleneğinin Kao-çılar yani Kanglılar’da da olduğunu; ‘Kaoçe’ler ehli hayvanlara birer mülkiyet damgası vurduklarını; sahrada bir hayvanın yabancı bir halka karışması durumunda, kendi mülküne geçiremeyeceğini aktarır.
Rusçadaki yabancı kelimelerin etimolojisinin yapıldığı sözlükte “damga” kelimesinin Türkçe olduğu belirtiliyor. Prof. Dr. Mustafa Aksoy, sözcüğün anlamlarına ilişkin şunları anlatıyor.
“Damga sözcüğün birinci manası, Moğol boy toplumunda, boya ait olan (mesela, hayvan) veya boy mensupları tarafından yapılan (mesela seramik, kilim, halı gibi) eşyalar üzerine vurulan özel mülkiyet işaretidir ki, sonradan aile ve şahıslara ait işaret haline geldi.
İkinci manası ise, 13-15. yüzyıllarda Rusya’da, gümrüğe giren eşya üzerine vurulan özel damga karşılığı alınan gümrük vergisidir dendi.”
“Eski metinlerde damga/ tamganın mühür damga şeklinde kullanıldığına dair açık ifadeler mevcut”
Drevnetyurkskiy Slovar adlı eserde ise eski ‘Türkler, ‘damga/ tamgayı, özel mülkiyet işaretinden başka, ayrıca bir şeyin üzerine basılan işaret, iz koymaya yarayan alet; mühür ve böyle bir aletle konulmuş belirti, işaret, yazı; nişan anlamlarında kullanmıştır’ diye tanımlıyor.
1916’da Kazan’da yayımlanan bir eserde de okuma yazma bilmeyen Başkurt ve diğer Türk halklarının sahip oldukları damgaları imza yerine kullandıklarına işaret ediliyor.
Diğer yandan Kül Tigin kitabesinde, Turfan’da bulunan Uygurca metinlerde, Dîvânü Lugâti’t-Türk’te, Kutadgu Bilig’de damga/ tamga’nın günümüzdeki anlamıyla mühür damga şeklinde kullanıldığına dair açık ifadeler mevcut.
“Orhun alfabesindeki 38 işaretten 29’u günümüzde boylarda kullanılan tamgalara benzemekte veya şekil itibariyle yakınlık arz etmekte”
Orhun alfabesinin Türk damgalarından meydana gelmiş olduğuna dair teorinin, ilk defa etnografya uzmanı ve Türkolog Aristov tarafından ifade edildiğinin altını çizen Aksoy, “Ona göre ‘Orhun alfabesindeki 38 işaretten 29’u günümüzde boylarda kullanılan tamgalara benzemekte veya şekil itibariyle yakınlık arz etmektedir’ Diğer Türk alfabelerinde de aynı anlayışı görmek mümkün.
Artistov’un görüşü Türkiye’de de taraftar buldu. Mesela Hüseyin Namık Orkun, ilk baskısı 1941’de yayınlanan eserinde Türk yazısının “fikir belirten işaret” (ideogram, ideografik) anlamına gelen kaya resimlerinden oluştuğunu Polivanov’a atfen belirtir” diye aktarıyor.
Türk damgaları ile ilk Türk alfabesi arasındaki ilişki
Emel Esin de ‘bilhassa ki milattan önce 4. yüzyıllarından sanılan Esik mezarında, gümüş bir kap içinde, Kök-Türk harflerinin arkaik şekli olduğu sanılan harfler ile yazılmış ve Kazak âlimlerine göre, iki harfi yalnız Türkçe’de olan bir yazı bulundu. Bu çok önemli buluş, Kök-Türk yazısının milattan önce, belki Aristov, Orkun ile Kisilev’in sandıkları gibi, damgalardan gelişerek teşekkül ettiğini gösterir.’ diyor.
Başkurt Türklerinden Kuzeyev ise “Amanjolov’un tamgaları birer ideogram veya logogram olarak ele alma yönündeki önerisi ilgi çekmektedir.” ifadesini kullanıyor. Kuzeyev, eserinde Başkurtlardaki aile damgalarından çok sayıda örnekler verir. Bu damgalar dikkatlice incelendiğinde bir çoğunun bilinen ilk Türk alfabelerinde de olduğu görülüyor.
Aristov gibi, Türk damgaları ile ilk Türk alfabesi arasındaki ilişkiyi ifade eden Kuzeyev, Türk damgalarında görülen istikrarlılık ve devamlılık; “etnogenetik”, “etnos” ve “komşu etnoslar” hakkında karşılaştırmalı araştırmaların yapılmasına imkân verir diyerek, Türk damgalarının kültür tarihi ve tarih sosyolojisi araştırmalarındaki yerine vurgu yapıyor.
“Kaz ayağı damgası Hun kazanı olarak bilinen bazı kazanlarda da kullanıldı”
Prof. Dr. Mustafa Aksoy, Kaz ayağı damgasının kıtalararası yolculuğunu ise şu sözlerle anlatıyor.
“Kurucu Gürcü kralı olarak da bilinen IV. Davit (1073-1125) Kıpçak komutan Atrak ile işbirliği yapıyor ve Atrak’ın kızıyla evleniyor. Diğer yandan Büyük Selçuklu Devleti ile Gürcü Krallığı Didgori’de savaşıyorlar (Ağustos 1211). Bu savaşı Gürcü Krallığı kazanıyor. Gürcü Krallığı’nın ordusunda ise 15 bin Kıpçak askeri olduğu biliniyor. Savaşta önemli rol oynayan Kıpçak askerinden bazılarının kamalarında kaz ayağı damgası varmış.
Kalbak Taş kaya resim alanı ile Moğolistan’ın Güney Doğusu’ndaki kaya resminde karşımıza çıkan kaz ayağı damgası zamanla aile veya oymak damgası olarak Dağlık Altay, Başkurdistan ve Tataristan Özerk Cumhuriyeti ile Kafkasya’daki Türk halklarında, Türkiye’de kullanıldığını söz konusu yerlerde yaptığımız araştırmalardan ve yazlı eserlerden biliyoruz.
Kaz ayağı damgası Başkurdistan, Tataristan, Kafkasya ve Gümüşhane’de aile damgası olarak kullanılırken, Akdeniz, Ege, Marmara bölgelerinde yaşayan ve Tahtacı Türkmenler ile Tunceli’de dini anlamda kullanılıyor.
Tahtacı Türkmenlere göre Hz. Ali bir sabah camiye gidiyormuş. Camiye giderken bir kaz eteğinden çekerek onun gitmesine engellemeye çalışmış. Fakat Hz. Ali durumu fark etmeyerek camiye gitmiş ve orada şehit edilmiştir. Bundan dolayı ölümü ve Hz. Ali’yi çağrıştırdığı için Tahtacı Türkmenler mezar taşlarına ters kaz ayağı yaparlar. Aynı damga Ceyhan’a bağlı Durhasan Dede Köyü’ndeki Tahtacı Türkmenlerin kurucu piri olan Durhasan Dede’nin türbesinde de var.
Tarihi süreç içinde damgaların isim ve anlamlarında değişim olmaktadır. Mesela Türkiye’de “kaz ayağı” diye bilinen ve Hz. Ali ile ilişkilendirilen damga Kalbak Taş ve Güney Doğu Moğolistan’da bulunan kaya resimlerinde olup, yapıldığı tarihler İslamiyet’ten çok önceye dayanıyor.
Sonuç olarak, kaz ayağı damgası, İslamiyet’ten önce Moğolistan ve Dağlık Altay’dan görülmüş olup, tarihi süreç içinde oralardan Türkiye’ye gelmiştir. Bu nedenle söz konusu damganın tarihi köklerinin Hz. Ali’den önce olmasından dolayı Tahtacı Türkmenlerin kaz ayağı hakkında anlattıklarının tarihi gerçeklikle ilgisinin olması mümkün değil. Ancak insanların tarihi kültür unsurlarına yeni kültürel coğrafyalarına bağlı olarak hikayeler ve mitler üretmesi insan olmanın doğasına aykırı değil.
Kaz ayağı damgasının günümüzde kullanıldığı bölgeler:
Kaz ayağı damgası Türk tarihinin en eski damgalarından olup, yaptığımız araştırmalara göre Moğolistan, Sibirya, Urallar, Türk Cumhuriyetleri, Türk özerk bölgeleri, Ukrayna, Kafkasya ve Türkiye’de çok sık görülen damgalardan biri.
Prof. Dr. Mustafa Aksoy, “Bu damga araştırma yapmış olduğum yerlerde aile damgası olarak veya çeşitli etnografya eserleri ile mezar taşlarında kullanılıyor. Türkiye’de bazılarınca hayat ağacı olarak ifade edilen şekil de aslında kaz ayağı damgasının tekrarlanmasından meydana geldi.” dedi.