GenelGüncelKültür SanatTürk Dünyası

MAKEDONYA’DA KURULAN YÜCEL TEŞKİLATI – İDAMLAR VE BİLİNMEYENLER

Sevil İREVANLI
Sevil İREVANLI

“Türk tarihi bir bütündür o yüzden bir bütün olarak araştırılmalı, incelenmeli ve okunmalıdır”

Mustafa Kemal Atatürk:

Makedonya’daki Türk Aydınları Makedonya Türklerinin haklarını savunmak için 1942 yılında “Yücel” adlı bir Teşkilatı kurmuşlardı. Ne yazık ki bu teşkilatın öncülleri Üsküp meydanında medeni dünyanın gözü karşısında idam edildiler. Yücel Teşkilatı şehitlerinin idam edilişlerinin 75. Yıldönümünde saygıyla anıyoruz. Nitekim, o yıllarda Balkan coğrafyasında Makedonya diye bir devlet henüz bulunmadığından Makedonların da ulus olarak henüz tanınmış olmadığı ve çoğunlukla Bulgarlarla özdeşleştirildiklerinden, bugünkü Makedonya topraklarında Makedon komitacı ve çetelerinin de katıldıkları bu soykırım tarih ve tarihçiler tarafından başta Bulgarlara, Sırplara ve Yunanlılara mal edilmektedir. Bilimin ve tarihin gerektirdiği doğruluk, dürüstlük, gerçeklik ilkelerine rağmen, ne yazık ki Balkan Savaşları’nda Türklerin maruz kaldığı soykırıma Bulgarlarla, Sırplarla Yunanlılarla birlikte Makedon komitacıların da katıldığını söyleyebilecek ve o cesareti gösterebilecek bir bilim adamı ve tarihçiyi göremiyoruz.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’daki hakimiyetine son vermek olan Balkan Savaşları’nın başlaması, Osmanlı devleti için, daha 1876 Türk-Sırp savaşlarıyla başlatılmıştı. Balkanlar’daki kültür ve sanat gelişmesi ise 1663’ten itibaren bozulmaya başlamış 1699 Karlofça antlaşmasından sonra atalarımız bu topraklardan kademe kademe çekilmek zorunda kalmışlardır. Ancak Karlofça ile Orta Avrupa’dan başlayan geri çekiliş, Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan (1774) sonra Balkanlar’dan geri çekiliş kaçınılmaz olmuştur. 1832 yılında Yunan Krallığı kurulmuş, 1878’de ise Romanya, Sırbistan ve Karadağ devlet olarak teşekkül etmiştir. Makedonya Batı Trakya ve Bulgaristan’ın bazı bölgelerinden Türkler çekinilmiştir. 1876 Türk-Sırp savaşından sonra 1877-78 Türk-Rus savaşlarıyla birlikte başlayan savaşlar bu trajedinin bir bakıma başlangıcıydı.

Türk tarihinde Doksanüç harbi olarak da bilinen 1877-1878 Rus-Türk savaşı Rusların Türklere açtığı savaşın onuncusu oluyordu. Bu savaşlarda emperyalist Rusya’nın amacının boğazları ve İstanbul’u ele geçirmek olduğu, Balkan halklarına özgürlük getirmek şiarı bu gerçeği örtmek için öne sürülmüştü. 1877 yılında Rusların Tuna Nehri’ni geçmesiyle Osmanlı Devleti’nin Rumeli topraklarını kaybetmesi başlatılmıştı. Balkanlar’dan sadece Türk ordusu değil, aynı tarihte Türk halkı da çekilmişti. Doksanüç Harbi‘nden bu yana Rumeli’den milyonlarca Balkan Türkü evlerinden, yerlerinden olmuş göç etmişlerdir. Fakat, bu tarih aynı zamanda Osmanlı Devleti daha sonralar Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında, Balkan ülkelerinde dolayısıyla da bu yıllarda henüz kendi başına bir devlet olamayan Makedonya’da kalan Türklerin bitmeyen çilesinin başlangıcı da olmuştur.[1] Balkanlar’dan geri çekiliş 1912’ye kadar 154 sene sürmüştür. Çoğunlukta olan Türk halkı bu süreçte azınlık haline getirilmiş olsa da Balkan ülkelerinde başta Bulgaristan olmak üzere Makedonya, Kosova, Yunanistan, Romanya ve Moldova’da bugün iki milyondan çok bir Türk nüfusu, o bölgelerde yaşamaktadır.[2] Balkan Savaşı sadece Osmanlı hakimiyetine son vermeyi değil, yüzyıllar boyunca Balkan coğrafyasında devleti milleti, ekonomisi kültürüyle her bakımdan kök salan Türk varlığını, Türk kimliğini de silmeyi hedef alan Sırp, Bulgar, Yunan ve aslında o yıllarda ulusal bilinçlenme sürecine girmiş olan Makedon zulmü, daha Balkan savaşları öncesinde Türkler üzerinde adeta yoğunlaşmaya başlamıştı. Necati Cumalı’nın Makedonya 1900 adlı eserinde şu satırlara rastlıyoruz:

“1903’te kanlı İlya günü, Makedonya’nın yüzlerce köyünde, kasabasında hep birden çıkarılan yangınların, öldürülen erkeklerin, ırzına geçilen kadınların, kızların hesabı niye sorulmuyordu? sözleriyle dile getirdiği, bu zulmün yalnızca bir örneğiydi. Bu eşzamanlı Türklere yapılan zulümler Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Bosna’da da yaşanıyordu. Politikacılar, “Geçmişte çok haksızlık oldu, onlar vurdu biz vurduk, sürgit o günlerin hesapları karıştırılırsa kavga edenler başaramaz” diyorlardı ama, barışmaya niyeti olanın silahla işi neydi? Eski komitacıları silahlarıyla dolaşır gördükçe hangi köylü, hangi esnaf geleceğine güvenebilirdi.?[3]

Gerçi henüz Osmanlı ülkesiydi ama, Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar, yakın gelecekte Makedonya’yı bölge bölge kendilerinin gözüyle görüyorlardı. Zole Kaptan gibi Santralist komitacılar[4] ise Makedonya’da bağımsız bir Bulgar devleti kurmak için savaşıyorlardı. Bulgar komitacısı Zole Kaptan’ın kasabaya silahlı geliş gidişlerinin doğurduğu tatsızlık, yürek burukluğu iki ay içerisinde iyice dillenir oldu:

1912 yılının Ekim başlarında Karadağ Prensliği’nin Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açması, ardından 18 Ekim’de Osmanlı’nın Bulgaristan ve Sırbistan, birkaç gün sonra da Yunanistan ile savaşa girmesi sonucu başlayan Birinci Balkan Savaşı, bu zulmün soykırıma dönüştürülmesi için ele geçirdikleri büyük bir fırsattı.

1913’te ikinci Balkan Savaşı’ndan sonra 1918’ Sırp-Hırvat Sloven Krallığı’nın kuruluşundan sonra Türkçe basın alanında bir hareketlilik görülmüştür. Hatta Türkçe gazeteler bile yayımlanmıştı. Ancak bu toplumsal-siyasi gazetelerin çoğu aslında siyasi partilerin organları idi ve amaçları, partilerinin propagandasını yapmaktı. Bağımsız ve Müslümanların çıkarlarını savunmak iddiasıyla yayımlanan haftalık Uhuvvet 1919’da on iki sayısı çıktıktan sonra yayın hayatına son verildi. 1920 yılında yayın hayatına giren Rehber gazetesi deüzerine aldığı davanın mücadelesini veremeden kısa sürede yayınına son verilmişti. 10 Eylül 1920’de Makedonya’da çıkan Türkçe gazeteler arasında İslam Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nin organı olan Hak Gazetesi, Türk ve Müslümanların hak ve özgürlüklerini savunulması konusunda, devlet tarafından ciddiye alınan bir gazete olarak kapatılmıştı. Böylece önce Türkçe öğretim veren okulların kapatılması ekonomik durumlarının ağırlaşması ardından dini ve ulusal kimliklerini hedef alan endişe verici gelişmeler, Makedonya’da yaşayan Türklerin huzurunu kaçırmıştı. 1924 göçünün başlamasından sonra da Makedonya Türkleri üzerindeki Sırp baskısı devam etmiştir. 1929 yılında ilan edilen Altı Ocak Diktatörlüğü ile her türlü siyasi, kültürel faaliyetler yasaklanmış, böylece son derece sınırlı olan hak ve özgürlükler tamamen askıya alınmıştı. Siyasi partilerin kapatılmasıyla birlikte Türkçe yayımlanmakta olan bütün gazeteler de kapatılmıştı.[5] Bütün bu hak ve özgürlük kısıtlaması ve baskıların yanısıra, Sırplar Makedonya’da yaşayan Türklerin Türkiye ile bütün bağlarının koparılması politikasını da gütmüşlerdir. Bu politikanın sonucu olarak Türkiye Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen inkılapların Yugoslavya Krallığı sınırları içerisinde yaşayan Türklerin hayatına yansıması tamamen engellenmiştir.

Makedonya’da yaşayan Türklerin 1 Kasım 1928 yılında resmen kabul edilen yeni abeceden yararlandırılmaması ve getirilen yasaklar kültür alanında son derece olumsuz sonuçları oluşturmuştur. Üye ülkeler arasında iş birliğinin geliştirilmesi ve iyi komşuluk ilişkilerinin kurulması amacını güden Balkan Paktı’nın kurulması bile Makedonya’daki Türklerin durumunun ağırlaşmasını durduramadı. Sonuçta 1936’da yeni göç dalgası gündeme geldi. Bu ikinci göç dalgası Makedonya Türkleri arasında bir hareketlenmeye yol açmış Üsküp Türklerinin ileri gelenleri, ulusal kimliklerine sahip çıkan genç aydınları, 1937 yılında Yardım Cemiyeti’ni kurmuşlardı. Bu cemiyet faaliyetlerine sosyal ve kültürel alanlara daha çok önem vererek sürdürmeye gayret sarfetmişlerdir. Bir yandan yoksul Türk ailelerine yardım kampanyaları yürütülürken, öte yandan kültürel alanında da ciddi çalışmalar başlatılmıştır. Ancak 1939 yılında cemiyetin edebiyat koluna ekim ayında Üsküp’te kurulan Müslüman SKOY Aktifi üyelerinin girişi ve çalışmalara ideolojik bir yön verme girişimleri, polisin karışmasına sebep olmuş bundan dolayı Yardım Cemiyeti’nin bütün faaliyetlerini olumsuz etkilemiş ve yasaklanmıştı.[6]

Daha sonra bu tarihlerde Makedonya Türkleri için yeni bir endişe, belirsizlik, huzursuzluk dönemi başlar. Balkan Savaşları’ndan beri karşılaştıkları bütün güçlüklere, haksızlıklara baskılara rağmen ekonomik bakımdan ayakta kalmayı başarabilen Türklerin topraklarının, işyerlerinin, mallarının müsadere edildiği görülür. Türkleri son derece rahatsız eden, huzurunu kaçıran Türkiye aleyhinde yayınlar yapılır; yazılan yazıların bazıları Türkçeye tercüme ettirilerek Birlik gazetesi sayfalarında yayınlatılırdı. Dini liderlikte suçlanan din adamları hapse atılmaya başlar. Esnaf ve köylü kooperatiflere girmeye zorlanır. Doğu Makedonya’da dağlık bölgelerde yaşayan Türk köylülerinin biricik geçim kaynağı keçilerin yetiştirilmesi yasaklanır.

Bir yandan Bulgar zulmünün öte yandan Arnavut asimilasyon baskısının hüküm sürdüğü 2. Dünya Savaşı yıllarında, Makedonya Türklerinin ulusal bilinçlenmesi sonucu 1942 yılında Yücel Teşkilatı kurulmuş, bu teşkilatın en faal üyelerinden olan Fetah Süleymanpaşiç idi.  Bu teşkilat illegal olarak çalışmaya başlamıştır. Bu teşkilatın esas amacı hem Krallık Yugoslavya idaresi hem de Bulgar istilası altında horlanıp haksızlıklara uğramış, son derece zulüm görmüş olan Makedonya Türklerinin tek seçeneği, en azından temel hak ve özgürlüklerin sağlanacağı vaadiyle sahneye çıkan, Yosif Broz Tito ve YKP önderliğinde yürütülen Halk Kurtuluş devrimine doğrudan katılmak ve destek vermek olmuştu. Daha sonra Yücel teşkilatının kurucu üyesi olan Fetah Süleymanpaşiç Bulgarların uydurdukları siyasi nedenlerle tutuklanmış, 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Fakat kısa sürede bu vaat edilen eşitliğin, yeni devlette de tanınacak olan hak ve özgürlüklerin haksızlığa uğramış ulusların olacağının ilk belirtileri ortaya çıkmıştı. Tıpkı 1917 İhtilali’nde Bolşeviklerin ve bizzat Lenin’in “bütün milletlere hürriyet, bütün halklara azatlık” şiarı gibiydi. Dolayısıyla sözde sosyalist devrimin önderi ve ulusal etnik mimarı sayılan Tito, ilk kez ulusal devletine kavuşan Makedonların gönlünü kırmamak için kurulacak olan yeni Yugoslavya’da ulusal eşitliğin sağlanacağından bahsettiği konuşmalarının hiçbirinde, Makedonya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan Türkleri bir kez olsun anmamıştır. Makedon devletinin temellerinin atıldığı ve Makedonya’da yaşayan bütün ulusların eşitliğinin gündeme getirildiği ASNOM’un Birinci oturumunda daha bu vaat edilen eşitliğin çiğnendiği görülmüştür: 1944 yılının 23 Aralık tarihinde Birlik gazetesinin yayımlanmaya başlaması Makedonya’da yaşayan Türklerin toplumsal, özellikle de kültürel yaşamında bir dönüm noktası olmuştur. Birlik gazetesinin ilk sayısı Makedonya Müslümanları Halk Kurtuluş Cephesi Haftalık Gazetesi olarak okurların eline geçmişti. Birlik gazetesi ile ilgili esrar perdesinin henüz kaldırılmamasına rağmen, gazetenin Makedonya’da yaşayan Türklerin kültürel yaşamının gelişimine, özellikle de Çağdaş Makedonya Türk Edebiyatının temellerinin atılmasıyla kısa sürede büyük bir gelişim göstermesine önemli katkılarda bulunduğu kesinlikle yadsınamayacak bir gerçektir.

Ancak Birlik gazetesinin faaliyeti ve kuruluşu hakkında bilgileri diğer bir yazıda ele alacağız. Karanlıkta üstü çivili kalan tarihi gerçekleri gün yüzüne çıkarmak için geniş arşiv araştırmalarına ihtiyaç vardır. Çünkü Yücel Teşkilatı’nın Birlik gazetesinin gelişimini olumsuz yönde etkilediğini iddia eden Şükrü Ramo’nun gazetenin başına getirilmesi hiç de tesadüfi değildir. Bu gazetede ulusal bilinçlenmede önemli mesafeler katetmiş bulunan Üsküp aydınlarının her alan ve her kademedeki görevlerinden tasfiyesinin başlangıcı da Şükrü Ramo’nun gazetenin başına getirilmesiyle olmuştur. Bugüne kadar hiçbir surette üzerinde durulmayan, aydınların bu gazeteden tasfiye edilmesinin yazılmaması Makedonya Türklerinin yeni tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanabilmesini son derece kısıtlamış, toplumsal ve kültürel kalkınmasını tamamen yok etme durumuna getirmiştir. Bütün bunlar aslında Makedonya’da yaşayan Türkleri yıldırmayı amaçlayan büyük bir politik komplonun uvertürüydü. Sözünü ettiğimiz bu komplonun son ve en ağır darbesi kuşkusuz ki 1947 yılında ortaya çıkarılan güya illegal Yücel Teşkilatıydı. Kuruluşunun esas amacı Makedonya Türklerinin hak ve özgürlüklerini savunmak olan teşkilatın kurucu ve yöneticileri olan on yedi Türk aydını çeşitli bahanelerle tutuklanmıştı. Eski Sovyetler Birliği’nde “Pantürkist” “Halk Düşmanı” “Kulak” adıyla tutuklanan Azerbaycan aydınları gibi Yücel Teşkilatı kurucuları da “Terörist ve casus” olma adıyla tutuklanmışlardı. Ayrıca “Türk azınlığının güya hürriyet ve müsavatının imha etmeğe” çalışmakla suçlanan Yücel teşkilatı kurucularının duruşması, 1948 yılının 20 Ocak günü başlamış, 27 Ocak’ta sona ermiştir. Mahkeme Şuayip Aziz, Nazmi Ömer, Ali Abdurrahman ve Adem Ali’yi idam cezasına çarptırmıştır.[7]

Yücel Teşkilatının bu dört kurucu aydını idam edildikten iki ay sonra da dava arkadaşları 1948 yılının Mart ayında kurşuna dizilmişlerdi. Diğer on üç kişi, içlerinde yukarıda adı geçen ve Yücel Teşkilatının en faal aydınlarından olan Fetah Süleymanpaşiç de sekiz ile yirmi yıl arasında değişen ağır hapis cezasına çaptırılmışlardır. Bunların dışında tutuklanıp mahkemeye çıkarılan ve yedi yıla kadar hapis cezasına mahkûm edilen aydın ve gençlerin sayısı otuzdan fazlaydı. Yücel Teşkilatı kurucularının iki karşıt blokta yer alan Yugoslavya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin gerginleşmesinin kurbanı oldukları iddia edilmekteydi. Bu iddiada gerçek payı yok değildir. Fakat Yücel olayının, daha çok mevcut bir Türk düşmanlığının ve “Türkler Türkiye’ye” fikrinin ürünü olduğu hiç kimse tarafından, hiçbir şekilde yadsınamaz. O tarihlerde Yugoslavya’nın bütün basın –yayın organlarında, adeta “Yugoslavya neredeyse elden gidiyormuşçasına!? büyük önem verilen, duruşmanın son günü Üsküp kent meydanında hoparlörlerden halka dinletilen Yücel davası, Makedonya Türklerine gözdağı verme amacına tümüyle ulaşmıştır. Böylece Makedonya’da yaşayan Türklerin geleceğe yönelik bütün umut ve beklentileri kırılmıştır. Onlar, Balkan Savaşı’ndan sonraki en büyük göçe hazırlandılar.

Ancak Makedonya’da yaşamaya devam eden Türklerin çilesi de son bulmadı. Birinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar devam eden işkence ve zulme rağmen, bu topraklarda kalan Türkler, bütün zorluklara göğüs gererek, Türk varlığının, Türk kimliğinin, soykırım teşebbüsleri de dahil hiçbir zulüm ve katliamlarla kolay kolay silinemeyeceğini kanıtladılar. Makedonya’daki Türk kökenli yurttaşlarımız, geçmişten geleceğe uzanan Türk Dünyası ile bağlar kurabileceğimiz ortak kültür köprüleridir.

Bizler Türk Dünyası’na açılan bu köprüleri birleştirici olarak kullanmalıyız. Yakın tarihlerde Uluslararası Vizyon Üniversitesi’nin kurucu rektörü Prof. Dr. Fadıl Hoca’nın daveti üzerine Gostivar’da kurulan Uluslararası Vizyon Üniversitesi’nde Attila’nın görevi dolayısıyla bulunmuş “atalar emaneti” Makedonya’yı görme fırsatım olmuştu. Makedonya’da bulunduğum kısa zaman içerisinde gözlemlediğim en önemli konulardan biri Türk azınlığın kültürel kimliğinin gelişmesinde cesaretin ve derin öngörünün sezgisiydi. Balkanlar’ın iki milyon nüfuslu ülkesi Kuzey Makedonya dört kültürlü – Makedon, Türk, Arnavut, Sırp kültürler – ve iki dini Müslümanlık ve Hristiyanlığı bir arada barındıran nüfus yapısıyla, kimlik sorununu en çarpıcı biçimleriyle gördüğüm bir ülke. Gostivar’da haklarını kullanan dirayetli insanların çabalarıyla Türkçe eğitimin yanı sıra, devlet dairelerinde, bütün tabelalarda Türkçe yazılar yer almaktadır. Kuzey Makedonya’da özellikle de Gostivar’da üç dilde, Makedonca, Türkçe, Arnavutça olan tabelalardaki yazılar oldukça dikkatimi çekmişti. Örneğin, Gostivar’da, Vardar Nehri kıyısındaki gezi parkında hergün yüzlerce insanın ziyaret ettiği ağaçtan yapılmış oturma yerlerinde Gostivar Belediyesi’nin de üç dilde yazılışı işte, deli cesaretin öngörünün eseri olduğunu gösteriyor. Bu cesaretin geçmişe dayalı açı bir trajedisi de vardır. “Yücel” Teşkilatı. Kuzey Makedonya’nın günümüzde olduğu gibi eskiden de çok kültürlü karışık ve etnik bir yapısı olmuştur. Yaklaşık beş yüz elli yıl Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan, Bosna, Arnavutluk gibi Makedonya’nın da Osmanlı devleti hudutları sınırları içerisinde kalmasının çok büyük etkisi olmuştur. Balkanlar’da özellikle de Kuzey Makedonya’da yaşayan Türkler, bu bölgedeki Türk kültürü tarihinde derin izler bırakmışlardır. Dünü olmayanın bugünü olmaz demiş atalarımız. Bunun en somut göstergesi ise, bugün Türk kimliği bilinci ile Kuzey Makedonya Gostivar’da, kurulan ilk Türkçe eğitim veren Uluslararası Vizyon Üniversitesi’nin yüzyıllara dayalı kültür hizmetini yürütme örneğidir.

yücel şehitleri
yücel şehitleri

[1] Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi cilt 7. Ankara, 1997.

[2] Türbedar, Erhan, Balkan Türkleri Balkanlarda Türk Varlığı, Balkan Araştırmaları Dizisi, Sayı 9. Asam Yayınları Ankara, 2003. s. 22. Ayrıntılı bilgi bkz, Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri, 1878-1985, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1986.

Bkz, age. s. 23.

[3] Cumalı, Necati. Makedonya 1900. Cumhuriyet Kitapları İstanbul, 2005. s. 86.

[4] Santralist: Bulgar komitacıları Verhovistler ve Santralistler olarak ikiye ayrılmıştı. Santralistler Makedonya’da bağımsız bir Bulgar devleti kurmak, Verhovistler Makedonya’yı Bulgaristan’a katmak için karışıklıklar çıkarıyor, Bulgar azınlığı dışında kalan Makedonyalılar’ı yıldırmaya çalışıyorlardı.

[5]Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları/ Makedonya,  Yugoslavya, Kosova. Engüllü, M. İsen, M. Ankara.1988.                                              

[6] İsmail. Yugoslavya’da Türkçe Basın (1866- 1986) Sesler, Dergisi. Üsküp, 1989.

[7] Bkz; kısa açıklama; Yücel Teşkilatı kurucularına casusluk damgası vurulurken bu dört kişinin Türkiye’de ismet İnönü ile görüştüklerini ve Makedonya Türkleri için hak ve özgürlüklerinin sağlanması konusunda, yardım istedikleri bilinmektedir. Ancak Türkiye’den olumsuz cevap alarak Makedonya’ya dönen bu aydınların Türkiye’den yardım istemesi çasusuluk olarak algılanmış, bu dort Türk aydını Makedonya’ya dönür dönmez dar ağacından asılmşlar. Ancak verilen yanlış bilgilerde kurşuna dizildikleri yazıyor. 

Kırım'ın Sesi Gazetesi

27 Şubat 2015 Tarihinde hizmet bermege başlağan www.kiriminsesigazetesi.com maqsadı akkında açıklama yapqan Mustafa Sarıkamış İsmail Bey Gaspıralı’nıñ bu büyük mirasına sahip çıqmaq ve onun emellerini yaşatmaqtır. Qırımtatar Türkleriniñ ananevî, körenek, ürf, adet kibi yaşamlarında ne bar ise objektif şekilde Dünya cemiyetine taqdim etilmektir.

Pin It on Pinterest