Boraltan Köprüsü İhaneti
İsmet İnönü, 1944’de bir taraftan TÜRKÇÜ-TURANCI avına çıkarak kim varsa zindanlara doldururken diğer taraftan da komünist Rus ordusundan kaçan 146 Azeri TÜRK’ünü BORALTAN KÖPRÜSÜ’nde Rus Kızıl Ordusuna infaz edileceklerini bile bile teslim eder. Katliam hemen orada, İade emrini yerine getiren TÜRK subayının gözleri önünde gerçekleşir. Bu durum karşısında iade işlemini aldığı emir neticesinde yerine getiren karakol komutanı Türk subayı gördüğü facia karşısında dayanamayarak intihar eder.
Azerbaycanlı şair Elmas Yıldırım, bir zamanlar Boraltan Köprüsü?nde yaşanan dramı, Dönek Kardaş isimli şiirinde işte böyle resmediyordu.İkinci Dünya Savaşı esnasında Sovyet esaretine? dayanamayan bir grup Türk, hürriyete kanat çırparak, sınırdaki bir Türk karakoluna sığınır. Sovyetler, sığınmacıların kendi vatandaşı olduğunu belirterek, iade ister.
Karakolda gergin bir bekleyiş başlar. Misafirler, ya öz yurtlarına kabul edilecekler, yada Boraltan Köprüsü?nün öbür ucunda bekleyen Rus müfrezesine teslim edileceklerdir. Ancak, Türk toprağını öpmeyip adeta yalayan, Türk bayrağını göz yaşları ile sulayan sığınmacılar, öz vatanlarının kendilerine sahip çıkacağından oldukça emindir.
Ne yazık ki Ankaradan ( İsmet İNÖNÜ’den ) gelen emir korkunçtur: – Şahısları derhal ülkelerine iade edin.?
Peki, bugün bırakın sokaktaki vatandaşı, Türk milliyetçisi/ülkücü? diye geçinenlere, Boraltan Köprüsü?nde ne oldu, bu köprünün yeri nerededir?diye sorsanız, doğru cevap verebilecek kaç kişi bulabilirsiniz acaba? Oysa, Boraltan Köprüsü?nde yaşanan trajedi, 1978 yılında ülkücüler tarafından filme çekildi.
Başrolünü Cüneyt Arkın ve Oya Aydoğan?ın oynadığı Güneş ne zaman doğacak isimli filmin gösterime girdiği bütün sinema salonları, Türk düşmanları tarafından bombalandı.
Esat Kabaklının bir bestesine de konu olan Boraltan Köprüsü?nün utanç dolu hikayesi şöyle :
İkinci Dünya Savaşı esnasında Sovyet esaretine dayanamayan bir grup Türk, hürriyete kanat çırparak, sınırdaki bir Türk karakoluna sığınır.
Sovyetler Birliği, sığınmacıların kendi vatandaşı olduğunu ileri sürerek, iade edilmelerini ister.
Karakolda gergin bir bekleyiş başlar.
Misafirler, ya öz yurtlarına kabul edilecekler, yada Boraltan Köprüsü?nün öbür ucunda bekleyen Rus müfrezesine teslim edileceklerdir.
Ancak, Türk toprağını öpmeyip adeta yalayan, Türk bayrağını göz yaşları ile sulayan sığınmacılar, öz vatanlarının kendilerine sahip çıkacağından oldukça emindir.
Ne yazık ki Ankaradan ( İsmet İNÖNÜ’den ) gelen emir korkunçtur:
- Şahısları derhal ülkelerine iade edin.
Köprünün diğer tarafında kanlı dişlerini sırıtıp göstererek bekleyen Rusları iyi tanıyan sığınmacılar, Türk askerlerine yalvarıp yakarırlar: - Ne olur bizleri siz öldürün onlara teslim etmeyin. Hiç değilse kendi toprağımızda, kendi bayrağımızın altında ölelim.?
Fakat askerler emri uygulamak zorundadırlar.
Boraltan Köprüsüne getirilen sığınmacılar, Türk askerleri tarafından beşerli, onarlı gruplar halinde karşı tarafa geçmeye zorlanır.
Karşıda bekleyen Rus müfrezesi, köprüyü ilk geçen grubu, hemen oracıkta, Türk askerlerinin gözleri önünde kurşun yağmuruna tutarlar.
Olup bitenler karşısında şaşkına dönen karakol komutanı, teslimat işini derhal durdurarak, olup bitenleri Ankaraya rapor eder:
- Karşıya geçenleri kurşuna diziyorlar.
Ankara?dan gelen cevap şöyledir: - İsmet İNÖNÜ’nün kesin emri var. Görevinizi yapın, yoksa vatan hainliği ile yargılanacaksınız.
Çaresizlik içinde son bir kez daha askerlerin yüzüne bakan sığınmacılar, sonunda değerli eşyalarını ve giysilerini bırakarak, Boraltan Köprüsünden ölüme yürümeye başlarlar.
Gözyaşlarına boğulan askerler, olanları görmemek için köprüye sırtlarını dönmüşlerdir.
Sığınmacıların ölüme yürürken haykırdıkları o sözler, yürek parçalayacak niteliktedir: - Varsın ölen biz olalım, yaşasın Türkiye.
Boraltan Köprüsü dramı, bir döneme damga vuran utanç zincirinin? sadece bir halkasıdır.
Sovyet zulmünden kaçıp, kurtarıcı olarak zannettikleri Almanlar?a sığınan Kırım, Kazak, Özbek, Kırgız, Azerbaycan ve Ahıska kökenli onbinlerce Türk, savaşın bitiminden sonra, aynı şekilde kaçak yollarla geldikleri Türkiye?den Sovyetler Birliğine iade edildiler.
Hepsinin akıbeti, ya gulaglarda ölünceye kadar çalıştırılmak, yada bir idam mangasının karşısında son nefesini vermek oldu.
Aradan yıllar geçti.
Artık ülkenin kaderi iki dudağı arasında olan ?Milli Şef? yok, işbaşında sözde Türk milletinin? oylarına seçilmiş olan bir iktidar var.
Peki değişen nedir?
Dün, kendilerine güvenen Türklerini gözlerinin yaşına bakmadan ölüme gönderenler, bugün buldukları ilk fırsatta kendilerine bel bağlayan Türkleri sırtlarından hançerliyorlar.
Türkiye, Türkler tarafından idare edilinceye kadar, bu utanç aynen devam edecek.
Söylemin bittiği noktada, artık eylem başlar.
Hem Türkiyeye sokulmayan Azerbaycanlı kardeşlerimize destek vermek, hem de Ermenistan sınır kapısının açılışını protesto etmek için Yeniçağ ailesi olarak, dün Karsın Akyaka ilçesindeki Doğu Sınır Kapısındaydık.
Ne mutlu yürekleri Türklük için çarpanlara.
Kaynak : İsrafil K.KUMBASAR
Boraltan Köprüsü ve “Dönek Gardaş!”
Dönek Gardaş!
Türk denince özü, sözü mert olur,
Dost deyince ayrılmaz bir fert olur,
Kardeş deyip dara düşsem, sığınsam,
Şimden geru bu bana bir dert olur.
Ben ne diyem bu vefasız dağlara,
Öz kardaşı dönek olan ağlara!
*****
Türk; o Altayların dünkü eri mi?
Yolunda can koydum, verdim serimi,
Düştüğü ağlardan kurtulsun diye,
Serdim ayağına doğma yerimi…
Kardaş armağanı, dökülen kanlar,
Bana mükâfat mı giden kurbanlar?