Timur, Adalet Esaslı Bir Devleti Öğütlüyor
Çeşitli dillerde Tēmür, Temur, Tömür, Teymur gibi isimlerle anılan, Osmanlıların Timür, Bizanslıların Demir-is dedikleri, tarihin en hiddetli ve otoriter hükümdarlarından biri, Timur İmparatorluğu’nun (Tamerlan, Timour le Boiteux, Timour le Grand) kurucusu olan Timur’dur. Birçok kaynağa göre Çağataylıları meydana getiren kabilelerden biri olan Barlaslar’ın reisi olan Turagay ile Tekira Hatun’un çocuğu olarak 1336’da Semerkant yakınlarındaki bir köyde dünyaya gelen Timur, 1370 yılında Çağatay Hanlığı’nın batısını zaptederek askerî tarihte bir lider olarak kendini gösterdi. 1398’de Delhi Sultanlığı’na, 1401’de Memluklar’a ve 1402’deki Ankara Savaşı’nda Osmanlılara karşı kazandığı zaferlerden sonra Türk-İslâm dünyasında adı en çok anılan isim oldu.
“Hz. Ali, Muaviye ve Yezid hakkında ne diyorsunuz?”
Timur’un Batı Asya üzerine düzenlediği seferler, tarihin en kanlı seferleri olarak geçmiştir. Bu seferlerde ortalığı yakıp yıkan ordusuna, sanatkârlara, tarihî eserlere ve âlimlerin kitaplarına asla dokunulmamasını emreden Timur, birçok ilim insanını Semerkant’ta toplayarak şehri bir ilim merkezi hâline getirmeye çalışmıştır. En büyük seferi 1399-1404 yılları arasında gerçekleşmiş, asayişi temin etmek için ön Asya taraflarına yapılmıştır. Azerbaycan, Gürcistan ve Irak topraklarında ciddi yerler zapteden Timur; Malatya, Kâhta, Divriği, Sivas ve Antep’i topraklarına katmıştır, 30 Ekim 1400’de Halep şehrini de almıştır. Halep’i aldıktan sonra kadıları ve âlimleri bir mecliste topladı.
İbn-i Şahne, Ravzât’ûl-Menazır adlı eserinde bu mecliste yaşadıklarına dair şunu anlatır: “Bizi çağırttı, huzuruna geldik ve oturmamız emredildi. ‘Size Semerkand, Buhara, Herat şehirlerindeki ulemaya sorduğum ve cevap veremedikleri soruyu soruyorum. En iyiniz ve en bilginizden başkası cevap vermesin ve ne konuştuğunu bilsin’ dedi ve ‘Dün sizden ve bizden ölenler oldu, peki hangileri şehittir? Sizden ölenler mi, bizden ölenler mi?’ diye sordu. Herkes susmuştu ki Allah bana cevabı hemen gösterdi. ‘Dün sizden ve bizden kim Allah adını yüceltmek için savaşıp öldüyse o şehittir’ dedim. Bunun üzerine Timur ‘güzel, güzel’ dedi. Son sorusu ‘Hz. Ali, Muaviye ve Yezid hakkında ne diyorsunuz?’ şeklinde oldu. Kadı Alemuddin el-Kufsî, ‘üçü de müctehiddir’ deyince Timur çok kızdı ve ‘haklı olan Hz. Ali’dir; Muaviye zalim, Yezid ise canidir. Siz Halepliler, Hüseyin’i katleden Şamlılar kadar suçlusunuz’ dedi.”
“Allah böyle bir milletin başına bela vermeyip de kime versin”
Halep’ten sonra Şam üzerine yürüyen Timur, Mart 1401’de şehrin yağmalanmasını emretti, şehir harabeye döndü. Bir Timur tarihi olan Zafernâme’de Nizamüddin Şamî, Şam’da yaşananları şöyle nakleder: “Timur Şam’a girince devlet erkanına ve emirlere; ‘biz işitmiştik ki bu memleket bir müddet Muaviye ve Yezid’in idaresi altında idi. Bunlar daima Ehl-i Beyt’e ve peygamberin kızı Hz. Fatma ve damadı Hz. Ali’ye ve onların oğullarına zulmettiler. Şam ahalisi bunlarla beraber oldular. Bir taife peygamberlerinin ulusunun ümmetinden olsun, cehennem zindanı olan şirkten kurtulup cennet bahçesi gibi olan İslamiyet’e kavuşsun, sonra da onun ailesine böyle zulümler yapsın. Bunu aklım almazdı. Ama Şam’ı görünce bu hakikat şimdi meydana çıktı. Çünkü böyle büyük bir şehirde sırf hava ve heves uğruna bu kadar büyük binalar, köşkler, bahçeler, semaya serçekmiş saraylar yaptıkları halde burada yatan peygamberin zevcelerinin kabirlerine bir adam çıkıp da dört duvar bile çekmemiş. Allah böyle bir milletin başına bela vermeyip de kime versin.”
Edirneli Oruç Beğ’in Tevârîh-i Âl-i Osman’ında ise ilginç bir konu aktarılır: “Şam’ı alan Timur, üzerlerine derme çatma kulübelerin yapılmış olduğu bazı mezarlar gördü. Kime ait olduklarını sorunca Sahabe’nin yani Hz. Muhammed’in (sav) yanında bulunmuş bazı kişilerin mezarları olduğunu öğrendi. Ama bu mütevazı mezarların hemen ilerisinde, Emevî Camii’nin yakınında bulunan Bâbü’s-sagîr Mezarlığı’ndaki kubbeli ve son derece gösterişli bir mezarın da ilk Emevi halifesi Muaviye’nin oğlu olan ve Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin ile yakınlarının Kerbela’da şehit edilmesine sebebiyet veren Yezid’e ait olduğunu öğrenince hiddetlendi ve ‘Sahabe mezarlarının üzerine kulübeler kondurmuş, Peygamber efendimizin torununu katletmiş bu adama saray gibi mezar yapmışsınız’ diyerek Yezid’in türbesinin derhal yıkılmasını, toprağının elli arşın kazılarak Kızıldeniz’e dökülmesini buyurdu. Bununla yetinmeyip askerinden binlercesini Yezid’in mezarının üzerine işetti. Muaviye’nin mezarını da ortadan kaldırdı.” [Bu konuda Murat Bardakçı’nın da bir yazısı vardır ]
Timur ve Yıldırım Bayezid
(Stanislaw Chlebowski, 1878)
1400-1403 yılları arasındaki Anadolu Seferi esnasında birçok çizime, tasvire, minyatüre ve resme konu olmuş hadise ise Ankara Savaşı’dır. Osmanlıları yenip Yıldırım Bayezid’i esir alan Timur bununla yetinmemiş; oğlu Mirza Muhammed’i, Bayezid’in oğlu Süleyman Çelebi’nin peşine takıp hem hazineye hem de Osmanlı başkenti Bursa’ya göz koymuştur. Neşrî Tarihi’nde Mirza Muhammed’in Bursa’yı talan ettiği ve saraydaki Osmanlı hazinesini aldığı yazar. Mirza, Ulu Cami’yi ahır yapmış, koyduğu adamlara ateş yaktırıp orada yemek yaptırmıştır.
Neşrî, Bursalıların bu hadise karşılığında kahrolduklarını, haftanın günlerini dahi unuttuklarını ve cuma namazlarını da kılamadıklarını belirtir. Timur’un İzmir’i de fethetmesinin ardından bazı rivayetlere göre Bayezid eleminden vefat etti. Ondan birkaç gün sonra da Timur’un veliaht ilan ettiği torunu Muhammed Sultan, 29 yaşında öldü. Timur hem Bayezid hem de torunu sebebiyle hiddetine ara verdi. Bayezid’in oğullarından Musa Çelebi’ye hilat, kemer, kılıç verip ona Bursa’yı bağışladı, eline yarlıg verdi. Babası Bayezid’in naşını, Bursa’ya götürmesi için Musa Çelebi’ye teslim etti.
“Bu alçak gönüllülüğü onu iyi bir sonla şereflendirmiştir”
İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ında Timur
Aile, toplum, devlet gibi meselelerde Moğol kanunlarını uygulayan, gelenek ve göreneklerine son derece bağlı olarak bilinen Timur; hükümdarlar arasında en fazla tarih bilgisine sahip olanlardan biri olarak bilinir. İsmail Aka’nın Timurlular Devleti Tarihi’nde üç dil bildiği (Türkçe, Moğolca, Farsça) yazar. Bazı rivayetlere göre Şam’da İbn Haldun ile görüşmüş ve tarih bilgisiyle onu fazlasıyla şaşırtmıştır. Hocalara, âlimlere ve sanatkârlara büyük hürmeti olan Timur’un, bazı kaynaklarda, Nakşibendî tarikatının kurucusu büyük İslam âlimi Şah-ı Nakşibend Muhammed Hazretlerinin hayır duasını aldığı yazar. İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin Mektubat’ında Timur’la ilgili bir bölüm şöyledir: “İşittim ki: Emir Timur Allah rahmet eylesin; bir gün Buhara sokaklarından geçerken Hace Nakşıbendî’nin dervişleri, dergâhın halılarını temizliyorlardı. Emir burada durdu, dergâhın tozlarını dervişlerin feyizlerinin bereketiyle kendisi için, amber (güzel koku) kıldı. Mümkündür ki bu alçak gönüllülüğü onu iyi bir sonla şereflendirmiştir.”
Orta Asya göçebelerinin İslâmlaşmasında büyük bir pay sahibi olan Timur, Bîbî Hanım Mescidi (Semerkant Camii) ve Ahmed Yesevî Hankâhı gibi iki önemli eser inşa ettirmiştir. Seferlerinden fırsat buldukça Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nin hocası Seyyîd Emîr Külâl’ın ziyaretine gittiği belirtilen Timur’un hocası ise Şeyh Şemseddîn Gülâl imiş.
Timur’un saltanatında yaşananları öğrenmek için bu kitap yeterli
İnsan Yayınları tarafından ilk baskısı 2010 yılında yapılan Tüzükât-ı Timur’un (Timur’un Günlüğü), 2016’da beşinci baskısı neşredildi. Yalnız tarihçilerin değil tarihe meraklı herkesin yoğun ilgisine mazhar olan kitabı Kutlukhan Şakirov ve Adnan Aslan titizlikle hazırlamış. Evvela kitabın şeceresi ortaya çıkarılmış. Hangi yolla temin edildiği, gerçekten Timur’a ait olup olmadığı açıklanmış. Kitabı tercüme eden Alihan Töre Sağuni, ‘tercümandan’ diyerek yazdığı kısa girişte şöyle demiş: “Timur’un otuz altı yıllık saltanatında yaşadığı olayları öğrenmek için bu kitap yeterlidir. Şimdi okuyucu kendi kaleminden Timur’u okuyunca da onun hakkında kararını kendisi verecektir.”
“Dağın tepesine çıkarak âcizane Allah’â çok yalvardım”
Timur dönemi Semerkand
(Vereshagin Vasiliy Vasilevich, 1868)
İki bölüme ayrılan kitabın ‘melfûzat’ adlı ilk bölümünde Timur, Tuğluk Temir Han’la başlayan saltanat kavgasından Ankara Savaşı’na kadar gerçekleşen olayları otuz bir fasıl (kengeş) olarak yazar. ‘Tüzükât’ adlı ikinci bölümdeyse devlet kurma ve yönetme ilkeleriyle bazı uygulamaları yer alır.
Farsça metinde geçen bazı kavramların Türkçelerinin dipnot olarak belirtilmesi okumayı zevkli bir hâle getiriyor. Timur, yazılarını birinci tekil şahısla kaleme almış ve bazı durumlar karşısında “bunda hata etmedim” diyerek duygusal yaklaşımlarda bulunmuş. Ceta leşkerini kırmada kullandığı tedbirleri anlattığı bir bölümde manevî dünyasını keşfetmek de mümkün: “Ben o gece dağın tepesine çıkarak âcizane Allah’â çok yalvardım. Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm’a salavât söyleyip uyumadan oturuyordum; uyku ile uyanıklık arasında ‘Timur, fetih/zafer senindir’ diyen ses duyuldu.”
“Bu on iki şey yardımıyla cihangirlik kıldım”
İkinci bölüm (tüzükât), özellikle devlet yönetimi tarihîne meraklı olanlar için oldukça önemli bir bölüm. “Kahraman oğullarıma, devletli torunlarıma malûm olsun ki Tanrı Teâlâ’dan ümidim vardır; benim evlâd ve nesillerimden çok kişiler uzun yıllar saltanat tahtına oturacaklardır” diyerek başlar Timur. “Bu on iki şey yardımıyla büyük ülkeler fethedip cihangirlik kıldım” sözüyle şunları belirtir:
1. Hudâ’nın dinine, Muhammed Mustafa’nın şeriatına dünyada revaç idim.
2. On iki tabaka kişilerden ordu kurup cihangirlik kıldım.
3. Bütün işlerimi kengeşe bağladım. Dikkat ve uyanıklılık ile tedbirler yürüttüm.
4. Saltanat müessesesini töre ve tüzüğe sıkıca bağladım.
5. Emîrler ve sipahilerime unvan verip, onlardan altın ve gümüşü esirgemeden gönüllerine rağbet verdim.
6. İnsaf-adalet yolunu tutup halkı kendimden razı kıldı. Günahlı ve günahsıza şefkat edip hakla hükmettim.
7. Peygamber evladı seyyidler, ulemâ ve meşâyih, âkil, bilgiç, danişmentler, müfessir, muhaddislerden iyilerini seçip alıp, onların izzet ve hürmetlerini yerine getirdim.
8. Her sözde ve her işte sebat, ciddiyetlilik, yolunu tuttum. Ne işi yapmaya kastetmiş isem, gönlüm ona bağlanıp onu bitirmedikçe ondan elimi çekmedim.
9. Raiye haliyle iyice tanışırdım. Büyükleri ağabeyler safında, küçüklerini çocuklarım yerinde görürdüm. Her yerin tabiatını, her halkın mizaçlarını, adet ve geleneklerini incelerdim. Her yerin, her şehrin ileri gelenleri ve ulularıyla dost ve biraderlik kıldım.
10. Türk-Tacik, Arap-Acem’den herhangi bir taife veya kabile olsun eğer benim devlet haneme girdiyseler, büyüklerine hürmet ettim.
11. Çocuklar, akrabalar, dost biraderler, komşular, benimle bir zamanlar dostlukta bulunan kişileri, bunları devlet nimet zamanında unutmadım. Daima yoklayıp sorup, haklarını eda ettim.
12. Dost düşmanlığa bakmadan her yerde sipahilere hürmet ettim. Çünkü bunlar hürmete layık kişilerdir. Değerli canlarından fâni dünya için vazgeçerler.
“…böyle devlet çıplak kişiye benzer”
160 sayfalık Tüzükât-ı Timur sade bir günlük değil; aksine içinde stratejiden liderliğe, aile yönetiminden devlet adamlığına rehber olarak tabir edilen ilkeler barındıran kitaplardan biri. Timur’un üzerinde sıklıkla durduğu ilkelerden biriyle yazıya son vermeyi münasib buldum:
“Hangi devlet eğer dinî ve ahlâkî temel üzerine kurulmazsa ve onun siyasî işleri töre-tüzük kanunlarına sıkı bağlanmaz ise, öyle devletin câzibesi gider, heybeti yok olur. Böyle devlet çıplak kişiye benzer ki onu görenler iğrenip gözlerini yumarlar. Veya bir eve benzer ki onun üstü açık, kapısı, perdesi yoktur; insanlar, insan olmayanlar sık sık girerek ayakaltı ederler.”
Timur’un Günlüğü, İnsan Yayınları
Yağız Gönüler