SEN, DENİZ VE ŞİİR – Orhan Aras
Nazim Əhmədli şair-publisist
Kırımın sesi qazetesinin Azərbaycan təmsilçisi
Orhan Aras
SEN, DENİZ VE ŞİİR
Ne zaman, sonsuzluk, sonsuzluğun içinde özgürlük, özgürlüğün içinde mutluluk aklıma gelse, hemen dilimden Usta Nazım’ın dizeleri dökülür:
“Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar..
Işıklı maviliklere süreceğiz!”
Şairin mutlu çocuklarıyla birlikte bende bir deniz motoruna biner ve sanki yeni kanatlanmış bir çocuk gibi maviliklerde yol alırım.
Divan-ı Lügat-it Türk’de “teniz” olarak geçen bu mavi dünya bir sevgili gibi hangi şairi peşinden sürüklememiş ki… Tevfik Fikret:
“Bir çocuk rûhu kadar şimdi münevver, lekesiz,
Uyuyor mâi deniz.”
Yahya Kemal:
“Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.”
Orhan Veli:
“Bakakalırım giden geminin ardından
Atamam kendimi denize, dünya güzeli
Serde erkeklik var, ağlayamam!
Sadece onlar mı? Cahit Sıtkı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Edip Cansever, Turgut Uyar hep denizin maviliğinde ya sonsuzluğu, ya özgürlüğü ya da sevgililerinin gözlerini aramışlar. Mistik şair Nacip Fazıl ise bir takvim yaprağındaki resimden mavi denizi aramaktadır:
“Yüzüme o resimden,
Köpükler vurdu sandım.
Duymuş gibi tıkandım,
Ciğerimde bir yosun.
Artık beni kim tutsun.
Denizler oldu tasam,
Yakar onu bulmazsam!”
Laçın’da doğan ama denizin maviliklerinde aşkın rengini gören şair Nazim Ahmedli de aynen Türkiye’deki şairler gibi aşkının feryadını denizle bölüşür:
“ruhum əsir oldu, harda,
babam diksindi, məzarda;
ürcah oldum, uzaq yurda,
sevdim, uzaq bir dənizi.”
Uzaktaki denizler aslında ulaşılmayan arzular, büyücü bir keşişle birlikte kaybolan Aslı’lar, değişen, kötüleşen dünyada yeniden doğmak için arzulanan ümitlerdir. Duyarlı bir yüreğe sahip olan şair sadece uzaktaki denizi sevmez, gökyüzüne de gözlerini diker, bulutlarla konuşur ve geleceğin güzel günlerini bir bostan gibi hayal dünyasına eker:
“göydə bulud ləliyir,
damcı-damcı çiləyir;
fələk tumu ələyir,
mən də, bostan əkirəm;”
Nedense ne zaman Nazım Ahmedli’nin şiirlerini okusam aklıma Alman şairi Rilke gelir. O da ürkek, utangaç mısralarla nesnelere anlamlar yükler. Sembolik gerçeklik, en basit şekliyle görünen varlıklara farklı anlamlar yüklemektir. Bir çiçek, bir çocuk veya esen rüzgar, akan su, bir dağ zirvesi Rilke veya Nazım Ahmedli gibi şairlerin gözünde bambaşka şekillere bürünür:
“daşı, ağacı qara,
göyüzü para-para;
suyu çəkilib hara
bir ölü dənizi var;”
Nazim Ahmedli’nin şiirlerinde zaman zaman halk şiiri tarzına yakın şiirler görmek de mümkündür. Onun bazı mısralarını okuduğumda sanki 17. yüzyılın büyük ozanı Karacoğlan’dan okuyormuşum geliyor bana:
“gəl gizlicə çıxıb gedək,
bağçanızın gül yerinə;
mənə bir şeir bəstələ,
oxuyaq, bülbül yerinə;”
Kelimeler yerli yerinde, akıcı ve müziği ile insanı peşinde sürklemektedir. Bu tür basit gibi görünen zor şiirleri ancak usta şairler başarabilir.
Kısa bir süre önce şair Nazim Ahmedli’nin Almanya’da Almanca “Sevdim Uzak Denizi” kitabı yayınlandı. Kitabın içindeki kırk tane şiirin sekiz tanesini Yusif Savalan tercüme etmişti. geriye kalan 32 şiiri ise ben tercüme ettim ve Türkolog K.H. Kiel de şiirleri redakte etti.
Nazım Ahmedli Almanca şiirlerinde uzak diyarlardan, uzak denizlerden ve kayıp sevdiklerinden bahsederken, aslında çocukluğunda yaşadığı köy imgesine dikkat çeker. Her şiirinde çocukluğunun özleminin sesini duymak ve görmek mümkündür.
Ağırlıklı olarak kitapta tabiat, aşk ve tasavvuf konulu şiirleri olan şair Ahmedli, insan ruhunu kuşatan şiirlerinde çok başarıldır.Şiirlerindeki ışık, umut ve geleceğe olan inanç onu karamsar bir dünyada umut veren bir şair yapmıştır. Onun şiirlerinde doğanın rengi içsel duygularla iç içedir. Aşktan bahsederken, doğanın iç sistemindeki uyumdan daha fazla sembole ve faydaya atıfta bulunur.
Anadiline duyduğu sevgi ve hakimiyet nedeniyle duygularını kelimelere döktüğü şiirlerinde dil oldukça akıcıdır. Zaman zaman yerel dilden de yararlanan şair, şiirlerinin bu şekilde hafızada kalmasını da kolaylaştırmaktadır.
O, bazen çiçekle bir insan gibi konuşur. “Çiçekler öksüz kaldı” şiirinde suskun bir bitkinin nasıl konuştuğu hayretle görülür:
“deyir, nə dərdim qalıbdı,
külək bir ötüm qalıbdı;
çiçəklər yetim qalıbdı,
bulud naxır-naxır gedir;”
Toprağın, çiçeklerin, böceklerin ve kuşların diliyle konuşan şair, sık sık gözlerini kendine içine de çevirir:
“bilmirəm, nədir bu səs,
içim boşca bir qəfəs;
min ildi, nəfəs-nəfəs,
canımı bir dərd sökür;”
Alman okuyucularının da Azerbaycan’dan gelen bu nağmeli sesi duyacaklarından eminim.