Dilde Fikirde İşte Birlik – İsmail Bey Gaspıralı
Osmanlı Devleti’nde Türkçecilik eğiliminin hız kazandığı ve Orta Asya Türklüğü ile İslâmiyetten önceki Türk tarihine ilginin arttığı dönemde, diğer Türk illerinde de Türkçülüğün ilk belirtileri görülmeye başlamıştı. Bunların Azerbaycan’la ilgili olanlarına kısaca temas etmiştik. Bu bölümde ise, Türkçülüğün çok önemli bir şahsiyeti olan İsmail Gaspıralı’dan ve onun hizmetlerinden söz edeceğiz. İsmail Gaspıralı’nın hayat çizgisi ile fikirlerinin gelişmesi arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Onun yetişme tarzı, bulunduğu çevreler, aldığı tesirler ve hayat tecrübesi, sonunda Türkçülük fikrine ulaşmasını sağlamıştır.
İsmail Gaspıralı, 1851’de Kırım’ın Bahçesaray şehrinde dünyaya gelmiştir. Kırım, o tarihte yaklaşık yetmiş yıldan beri Rus hâkimiyeti altında bulunuyordu. Ruslar, Kırım‘ın Türk halkını tehcire zorlamışlar, böylece buradaki Türk nüfusun azaltılmasına çalışmışlardı. 19. yüzyılın ortalarında bu faaliyetleri hâlâ devam ediyordu. İşgal altında tuttukları diğer Türk illerinde yaptıkları gibi, Kırım’da da Türklerin milliyet şuurundan uzak kalmaları için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Kaldı ki, Gaspıralı daha küçük yaşlardayken Kırım Savaşı çıkmış; Rusya, Osmanlılara karşı savaşırken İngiltere, Fransa ve daha sonra Piyemonte‘nin de katılmasıyla karşısında bir müttefikler cephesi bulmuştu. Kırım Savaşı, özellikle Sivastopol dolaylarında yoğunlaşmış; Ruslar, dünyanın en güçlü kalesi sayılan bu şehri bir yıla yakın şiddetle savunmuşlar, ancak sonunda boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Savaştan sonra toplanan Paris Konferansında Rusya’nın Karadeniz’de savaş gemisi bulundurmasını ve tersane inşa etmesini önleyici kararlar alınmıştı.
Aynı dönemde Rusya, Panslavizmi bir devlet politikası hâline getirmişti. Panslavizm, Slav soyundan gelen bütün topluluklann. Rusya’nın önderliği altında birleşmesi hedefini güdüyordu. Bunun tatbikattaki sonuca ise, Rusların, birer Slav topluluğu olan Bulgarları, Sırpları ve Karadağlıları himayesi, hattâ kışkırtması, Osmanlı Devleti’nden bağımsız olmalarını sağlayıcı yollara başvurması olmuştu.
Balkanlar üzerindeki hesaplar, Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı’m nihayet sıcak savaşa kadar sürüklemişti. 1877-1878 Türk-Rus Savaşı, bu gelişmelerin sonunda çıkmış; Ruslar, Tuna’yı ve doğudaki Türk sınırını aşarak topraklarımızda ilerlemeye başlamışlardı. Yer yer başarılı savaşlar verilmesine rağmen Rus ilerleyişi devam etmişti. Doğu cephesinde Ahmet Muhtar Paşa’nın direnişi, Rumeli’de Gazi Osman Paşa’nın ünlü Plevne savunması, beklenen acı sonucu değiştirememişti. Bazı doğu illerimiz Rus işgaline uğramış. Çar’ın orduları Yeşilköy’e kadar ilerlemişlerdi. İstanbul tehdit ve tehlike içinde kalmıştı. Bu şartlar altında imzalanmak zorunda kalınan Ayastefanos Mütarekesi, Osmanlı Devleti için tam bir felâketti. O kadar ki, bu anlaşmanın hükümlerinden Avrupa devletleri bile dehşete düşmüşlerdi. Onların işe karışmasıyla Berlin Kongresi toplanmış, burada Ayastefanos’a göre daha yumuşak birtakım kararlar verilmişti Ama, gerçek ortadaydı: Türkler yenilmişlerdi ve hazmedemeyecekleri kayıplara uğramışlardı.
Bütün bu olayların da gösterdiği gibi, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında kolay sona ermeyecek bir düşmanlık ortamı bulunuyordu. Bu sırada, Osmanlı Devleti’nde, Rusların hâkimiyeti altında bulunan Türk illerine olan ilginin ortaya çıkarak yoğunlaşması. Çarlık Hükûmeti’nin elbette işine gelmeyecekti. Onun için, kendi yönetimi altındaki Türk toplulukları arasında bu türlü düşüncelerin filizlenmesini ve gelişmesini önleyici tedbirler almak, Rusya’nın üzerinde titizlikle durduğu bir yöntem olmuştu. Bunun yolu da, tabiî ki, baskıdan, gittikçe artan bir baskıdan geçiyordu.
İsmail Gaspıralı’nın çocukluğu ve ilk gençlik yılları, işte böyle ağır bir atmosfer içinde geçti. İlk öğrenimini yaptıktan sonra Rus Askerî Akademisi’ne girdi. Bu sırada, pazar günleri evlerine konuk olduğu Rus aileleri arasında geçen sohbetlerden ve özellikle Panslavist Rus yazarı Katkov’an Moskova gazetesinde Türkler ve Müslümanlar aleyhine yazdığı yazılardan etkilendi. Böylece kendisinde bir Türklük şuuru uyanmaya başladı. O sırada Girifte Rumlar ayaklanmışlar, katliâma girişmişler ve sonra da kendilerine zulüm yapıldığı yolunda propagandalara başlamışlardı. Tabiî ki, arkalarında Yunanistan ve onun da arkasında Avrupa devletleri bulunuyordu.
Avrupalılar, Yunanlıları, kendi medeniyetlerinin kurucusu olan Greklerin torunları addediyor ve onları sempati ile kucaklıyorlardı. Ayrıca, Osmanlı Devleti’ni zayıflatacak her hareketi, kendi çıkarlarına uygun buluyorlardı. Yunanlıları, başka bir sebeple değil, Osmanlı Dcvleti’nin düşmanı oldukları için destekliyorlardı. Bu yüzden de Girit’teki ayaklanmayı sahiplenmişler, derhâl Yunanlıların ve Girit Rumlarının tarafını tutmuşlardı. Rus gazetelerinde bu yolda yoğun bir propaganda kampanyası yürütülüyordu. İsmail Gaspıralı, edindiği bilgilerle Girit’teki Türklere yardıma giderse, üzerine düşen millî bir görevi yapmış olacağına inanıyordu. Askerî İdadî’de okuduğu için, askerlik bakımından yararlı hizmetler yapabileceğini düşünüyordu. Bu sebeple Mustafa Mirza Davudeviç adında bir arkadaşı üe beraber, Girit’e gitmeye karar verdi.
Yola çıkıp Odesa’ya kadar geldiler. Pasaportları yoktu. Vapura binmek üzereyken jandarmalar onları yakaladı ve ailelerinin yanına gönderdi. Bu başarısız teşebbüsten sonra İsmail Gaspıralı ne Askerî Akademi’ye ne de Moskova’ya döndü. Bahçesaray’da kalıp Zincirli Medrese’de Rusça öğretmeni oldu. Burada dört yıl kadar çalıştı. Fakat, bu iş onu tatmin etmiyordu. İstanbul’a giderek orada Türk ordusuna girmek, bu mümkün olmazsa bir memuriyet almak istiyordu. Ancak, iyi bir memuriyet bulabilmesi için Fransızca bilmesi gerekiyordu. Bunu da en iyi Fransa’da öğrenebilirdi. Onun için, İstanbul’dan önce Paris’e giderek orada bir süre kalmayı ve Fransızca öğrenmeyi uygun buldu. Bu amaçla gittiği Paris’te iki yıl kadar kaldı. Hayatım tercüme yaparak kazandı. Ünlü Rus yazarı Turgeniyev’a yazdığı müsveddeleri temize çekmek de buradayken yaptığı işler arasındadır.
İsmail Gaspıralı, Paris’te iken Batı medeniyetinin güzel ve çirkin, iyi ve kötü taraflannı gözlemek imkânı buldu. Zihninde, buradaki hayatla ve imkânlarla Kırım’daki Türklerin yaşayış şekli ve fikir ortamı arasında mukayeseler yaptığı şüphesizdir. Bu kıyaslamalar, onun, ilerde medeniyetçi ve yenilikçi bir şahsiyet olarak ortaya çıkmasında şüphesiz olumlu etkiler yapmıştır. İsmail Bey, Rusça ve Fransızca bilen genç bir aydın olarak İstanbul’a gitme zamanının geldiğini düşünmektedir. Orada iyi bir memuriyete girebilecektir. İstanbul’a gelir ve düşüncesini gerçekleştirmeye çalışır. Bir memuriyet alabilmek için birçok yere başvurur. Kendisini Harp Okulu Rusça öğretmenliğine tayin edecek olurlar. Fakat bir netice çıkmaz. Bunun üzerine, Kırım’a dönmeye karar verir. İstanbul’da birçok kimse üe tanışmış, Osmanlı bürokrasisinin çalışma şeklini görmüş, o zamanki Türk basınım takip ederek fikir hayatı hakkında bilgi edinmiştir. Osmanlı Devleti’nin milletlerarası siyasetteki yeri ve takip edilen politikalar hakkında da fikir sahibi olmuştur. Hattâ İstanbul’da iken ilk yazarlık denemelerini gerçekleştirmiş, burada kaleme aldığı mektup tarzındaki yazıları Moskova ve Pe-tersburg’daki bazı gazetelerde yayınlanmıştır.
Kırım’a döndükten sonra, bir süre kendi halkını daha yakından tanımaya çalıştı. Köy düğünlerine, derviş ve ulema meclislerine, bekâr ve ağalar ziyafetlerine katıldı. Medrese hücrelerine kapanıp okudu. Kendi deyimiyle “az konuşup çok dinledi“,. Kırım halkının takdir edilecek taraflarını ve uygunsuz yönlerini öğrendi. Millî zafiyetin nereden kaynaklandığım anla-maya çalıştı.
İsmail Gaspıralı, 1878 de, henüz yirmi yedi yaşındayken Bahçesaray Belediye Başkam seçildi. Başkan olunca, Türkçe bir gazete çıkarmak için resmî makamlara başvurdu. O zamana kadar bütün Rusya’da, evvelce bah-settiğimiz Ekinci ve daha sonra çıkan Ziya ile Keşkül gazetelerinden başka Türkçe yayın görülmüş değildi. Rus Hükümeti, Türkçe gazete müracaatına ret cevabı verdi.
İsmail Bey ret cevabı alınca da yılmadı, Türkçe gazete iznini almak için uğraşmaya devam etti. Ancak, bu arada “Rusya Müslümanları” başlığını taşıyan makalelerini yayımlamaya başladı. Daha sonra, bu makaleleri küçük bir kitap hâline getirdi. Bu kitap, İsmail Gaspıraif tun düşünce yapısını, sorunlara bulduğu çözüm yollarını, vardığı kararlan ve ilerdeki fikir hayatının alacağı şekli göstermesi bakımından önem taşımaktadır.
Gaspıralı İsmail Bey gazete imtiyazı almak için yaptığı başvurunun üzerinden dört yıl geçmesine rağmen gerekli imi bir türlü alamamıştı. Bu süre içinde valilerle, nazırlarla görüşmüş, başkent Petersburg’a giderek temaslarını sürdürmüştür. Nihayet, kendisine 1883 yılında “Tercüman”ı yayımlama müsaadesi verildi. Gazete Türkçe çıkacak, fakat bütün yazılar, aynı nüsha içinde Rusça’ya tercüme edilmiş olarak yayımlanacaktı. Tercüman’ın ilk sayısı 10 Nisan 1883 günü çıktı. Bu tarih, Rusya’nın Kırım’ı ilhak ettiği tarihin (10 Nisan 1783) tam 100. yıldönümüne rastlıyordu. Kırım Türkleri için böyle unutulmayacak bir tarihin başlangıç olarak seçilmesi elbette tesadüf değildi ne tam yüz yıl sonra yeni bir mücadelenin başladığına işaret sayılmalıydı.
Bu mücadele, uzun, çileli ve belki de kanlı bir yol olacaktı. Ama, bir noktadan mutlaka başlaması lâzımdı. Bunu başlatan ismail Gaspıralı olmuştur. Tam adı “Tercüman-ı Ahvâl-i Zaman” olan gazete başlangıçta haftalık olarak yayımlanıyordu. İlk sayısı 320 tane satılmıştı. Bu rakam sonraları yavaş yavaş arttı ve 15-20 bin dolaylanna kadar çıktı. Tercüman, sadece Kırım’da ve Kazan’da değil Sibirya’dan Kafkasya’ya Türkiye’den Bulgaristan ve Romanya’ya kadar, Türklerin bulunduğu her yerde okunur oldu. Sonraki yıllarda, bir Türk yazarı, Tercüman’ın çıkışını şöyle tasvir edecektir: “Bahar güneşi ile dünya dirilip çiçeklendiği günlerde, uzun yıllardan beri karlı kefenlerle örtülüp ölü gibi uyuklayan Kuzey Türklerinin de ilk beyaz çiçeği -Tercüman- açıldı.”
İsmail Gaspıralı’nın temel düşüncesi, yalnız Kırım Türklerinin değil bütün Türk dünyasının. hattâ Müslüman âleminin uyanıp ayağa kalkması idi. Bunu sağlayıcı neşriyat yapmayı hedef olarak almıştı. Fakat bu o kadar kolay başarılacak bir iş değildi. Panslavizmin büyük koruyucusu, birçok Türk ilini işgal altında tutan, Türkler de dahil hiçbir milliyete nefes aldırmayan, alim ve müstebit Rus Çarlığı’nın denetimi bütün şiddetiyle sürüyordu. Bu korkunç baskı altında düşüncelerini açıklamak ve kulelere duyurabilmek, İsmail Gaspıralı için çok zordu. Fakat o son derece temkinli, uzak görüşlü bir önderdi. Heyecanla söylenmiş birkaç sözün, Tercüman’ın sonunu getireceğini, böylece Kırım Türkleriyle beraber bütün Türk dünyasının bir kılavuzdan yoksun kalacağını görüyordu. Onun için, Rus yönetimini fazla kuşkulandırmadan ihtiyati, bir yayın politikası takip etmeyi uygun buluyordu. Meselâ Tercüman’da “Sönmüş kalpleri ne ile yandırmalı? Basireti kesmiş perdeleri ne ile kaldırmalı? Gaflet sahrasında serilip kalmış koca bir milleti ne ile ayağa kaldırmalı?” diye yazıyor, fakat bu fikirlerin uzun uzun açıklanmasına girmiyordu. Böylece hem okuyucunun anlayışına hitap edip yorumu ona bırakıyor hem de Rus otoritelerinin dikkatini ve gazabını üzerine çekmemiş oluyordu. Ama, bu soruların ardındaki niyet, onun hayatı boyunca takip ettiği programın esasını oluşturuyordu.
Bu programın ilk önemli maddesi “eğitim“di. Milletin çocuklarınıl okutmak lâzımdı: Kendi dillerinde okutmak, Avrupa’nın ilmini, hüner ve sanayiini ona bu yolla kazandırmak. Ama eldeki vasıtalar ve anlayışlar buna uygun değilse? O zaman “usul-i cedid” üzre eğitim yapmak gerekirdi. Ayrıca, bu “yeni usul” sadece eğilim alanını değil, hayatın bütününü içine alıyordu. Aslında “usul-i cedid” o sırada Osmanlı ülkesinde de revaçtaydı. Bundan anlaşılan Batı’nın sadece ilmini, eğitim usullerini almak değil, hayat tarzını da benimsemekti. Bugünkü anlamıyla “Çağdaşlaşmak“tı.
İsmail Gaspıralı Rusya Türklerinin okuma yazma alanında tam bir seferberliğe girmelerim büyük ve âcil bir ihtiyaç olarak görüyordu. Bunun için, okuma yazma yeni usullerle ve sür’atle yapılmalıydı. Kendisinin geliştirdiği usul-i cedidi haşata geçirmek de Gaspıralı’ya nasip oldu. Bu usulü öğretmek ve bunu çocuklara öğretecek öğretmenleri yetiştirmek işine girişti. İlk öğretmeninin kendisi olduğu kurslar açtı. Bu usul o kadar rağbet gördü ki. Kursların sayısı bir süre sonra beş bini buldu.
İsmail Gaspıralı, bununla da kalmadı. Yoksul çocukların okutulması ve okullara yardım edilmesi için “Cemiyet-i Hayriye” adıyla dernekler kurdu. Bu yardım dernekleri sayesinde birçok Kırımlı Türk genci Rusya Üniversitelerinde yüksek öğrenim görme imkânım buldu.
Gaspıralı’nın ikinci hedefi Türkçenin sadeleşmesini ve bütün Türk illerinin ortak Türkçe ile konuşmasını sağlamaktı. Bunu, ilk önce kendi yazılarında uygulamaya başladı. Yazılarında, Arapça ve Farsçaya fazla yer vermeden, buna karşılık Türk ülkelerinde konuşulan ortak sözleri kullanarak yazmayı tercih etti. Amacının, bütün Türkler arasında dil birliğinin sağlanması olduğu açıktı. Belki, buna Turancılığın ilk adımı demek de mümkündür. Dil ve yazı politikasına bakıldığı zaman, İsmail Gaspıralı’nın “Ortak Türkçe” hedefinin gerçekleşmesi için teklif ettiği usul daha açık olarak görülür:
1. Yabancı sözleri ve gramer kurallarını, Türkçeden mümkün olduğu kadar atmak.
2. Halk tarafından anlaşılmayan Arapça ve Farsça terimleri ve tamlamaları kullanmamak.
3. Türk lehçelerinde pek kaba olmayan mahallî sözleri Osmanlı-Türk kullanımına uydurmak.
Denilebilir ki Gaspıralı İsmail Bey’in hedefi, bütün Türk illerinde konuşulan Türkçenin İstanbul ağzına yaklaştınlmasıdır. Böylece, Türkçenin en gelişmiş ve incelmiş, aynı zamanda en zengin dalı, bütün Türklerin konuşma lisanı olacaktır. Ancak, İstanbul ağzının da sadeleşmesi ve diğer Türk lehçelerindeki sözlerle zenginleştirilmesi gerekir.
Bu yoldaki ilk uygulama teşebbüsü, 1917 Mayısı’nda Moskova’da toplanan Rusya Müslümanları Kongresi’nde görülmüştür. Bu kongre, Türk ülkelerindeki ilkokullarda eğitimin yerel lehçe ile yapılmasını, orta öğretimden itibaren ortak bir Türk edebî lehçesi ite yürütülmesini kararlaştırmıştır. Ancak bu karar uygulamaya pek konulamamış, Bolşeviklerin duruma hâkim olması ve Sovyetler Birliğinin kurulması ile tam aksine mahalli lehçeler teşvik edilmiş, bu lehçeler arasındaki ayrılıkların arttırılmasına çalışılmış, farklı alfabeler uygulanarak Türkçeye Rusçanın hâkimiyeti sağlanmaya çalışılmış, Türkçenin yozlaşanlması için ellerinden gelen yapılmıştır.
İsmail Gaspıralı, hukuk açısından çok geride bulunan Türk kadınının erkeklerle eşitliğini sağlamak gerektiği üzerinde de ciddî olarak durmuştur. Ona göre, milletin anaları, milletin birinci eğitimcileri kadınlardır. Kadınlar hayatı anlayamayacak olurlarsa, çocuklarım o hayata gereği gibi hazırlayamazlar. Milletin yarısını kadınlar meydana getirir. Onlar hayattan ve çalışmaktan uzak kalırlarsa, milletin hayatı ve çalışması da yarım kalır.
Demek ki, Gaspıralı İsmail Bey’in, Türk çocuklarını Batı usulünde eğitmek, Batının ilmini ve hayat tarzını öğrenmelerini sağlamak, yabancı kelimelerden temizlenmiş umumî bir Türkçenin bütün Türk illerinde edebî dil olarak kabulünü sağlamak, kadınların erkeklerle eşitliğini gerçekleştirmek gibi düşünceleri billûrlaşmış ve Tercüman sayfalarında ifadesini bulmuştur.
Bütün bu görüşlerin Türkçülüğün ilk adımlarım teşkil ettiğini ve daha sonraki dönemlerde etkisini kuvvetle hissettirdiğini söylemek yanlış olmaz. İsmail Gaspıralı, bu görüşlerim sadece Tercüman’da yazmakla kalmamış, Türk dünyasının hemen her tarafına seyahat ederek yaymaya da çalışmıştır. Kafkasya’dan Türkistan’a, Litvanya’dan Kazan’a ve Türkiye’ye kadar pek çok yeri dolaşarak buraların ileri gelenleriyle, bilginleriyle, yazarlarıyla görüşmüştür.
Gaspıralı, 20. yüzyılın başından itibaren, görüşlerini dört kelimelik bir sloganla ifade etmeye başlamıştır: “Dilde, fikirde, işde birlik“. Bu slogan, Türkçülüğün tatbikattaki bütün hedeflerini özetlemekte ve aynı zamanda bir ideal belirlemektedir. İsmail Gaspıralı, bu idealin, özellikle Kuzey ve Doğu Türklüğünde okullar, basın, hayır, ilim ve edebiyat cemiyetleri, millî yardımlaşma kurumları vasıtasıyla gerçekleşeceğini umuyordu. Gaspıralı İsmail Bey 11 Bylül 1914’te Bahçesaray’da vefat etti. Tercüman ondan sonra, üç buçuk yıl kadar oğlu tarafından yayımlandı. Bolşeviklerin duruma hâkim olmaları nedeniyle 1918’de kapandı.
1936’da “milliyetçi olduğu” suçlamasıyla Stalin tarafından öldürtüien Prof. Osman Akçokraklı’nın vatan kırım birkaç cümlesi Tercüman’ın ve dolayısıyla İsmail Gaspıralı’nın tüm hikmetlerini çok güzel belirtmektedir: “Bizim ne millî kütüphanemiz var, ne milli umumî müzemiz var. Ne millî tarih-i cedidimiz var, ne millî akademimiz var. Bizim 23 ciltlik Tercüman’ımız var. Bu, büyük millî bir hazinemizdir. Her ne zaman millî emellerimizden feyz almak istesek o hâzineye müracaat ederiz.“
Kaynak : http://acikistihbarat-bilgipaylasim.blogspot.com