ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞUNUN TARİHÇESİ
ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞUNUN TARİHÇESİ

1923’te başkent ilan edildiğinde yıllarca kaderine terk edilmiş çorak bir kasaba olan Ankara, 15 yıl içinde yeşili bol, gelişmiş, güzel ve cıvıl cıvıl bir şehir haline geldi.
Peki Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim merkezi olarak belirlediği Ankara, Cumhuriyet öncesinde tarihsel olarak hiç öne çıkmamış, hep kaderine terk edilmiş çorak bir kasaba olarak var olup da Cumhuriyet ile mi tarihinde ilk defa kaderi değişip atılım yaptı? Yoksa Cumhuriyet öncesi parlak tarihsel dönemleri de olmuş muydu?
Gelin Ankara’nın tarihçesine ve başkent oluşunun perde gerisine birlikte göz atalım:
Tarih boyunca Galatlar’a başkentlik eden, Roma’ya bağlı “Galatya Eyaleti”nin de başkenti olan, Ahi Cumhuriyeti’nin de merkezi olan Ankara, Roma Dönemi’nde hem büyük bir askeri merkez, hem de kültür, ticaret ve endüstri (yün ve boya) merkeziydi. Kentte çok sayıda büyük saray ve iş yerleri bulunmaktaydı. (Güven, 1994 & Güven, 1998)
Ayrıca Praetorium denilen, eyaletin resmi önemli kurullarının da bulunduğu görkemli bir yönetim merkeziydi. (Akçura, 1971)
2. yüzyılda çok büyüyen ve zenginleşen Ankara, 3. yüzyılın sonundan itibaren küçülmeye başlar ve 4 ve 6. yüzyıllar arası Hıristiyanlığın kurumlaşmasıyla birlikte tam anlamıyla bir Hıristiyan kenti görünümüne bürünür. 7. yüzyıl da dâhil olmak üzere Selçuklu Dönemi’ne kadar tüm Orta Çağ boyunca yolların kesişme merkezindeki Ankara; eyaletin başkenti konumuyla sanayi, ticaret, kültür ve askerî merkez olma özelliğini hep korur. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise kente çok fazla önem verilmez. 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar dünyanın sof üretim merkezi olma gibi ekonomik anlamda çıkışlar yapmasına karşın, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde isyanlar, veba salgını, kıtlık, göç, yangın ve ticaretin zayıflamasıyla 20. yüzyılın başlarında bakımsız bir kasabaya dönüşür.
Gelgelelim 1774 Küçük Kaynarca ve 1792 Yaş Antlaşmaları yüzünden Karadeniz’in bir Türk gölü olma vasfını kaybedince Osmanlılar, Karadeniz’i artık Ruslarla ortak kullanmak zorunda kalmış ve İstanbul merkezi bir konumda olma vasfını kaybederek Karadeniz üzerinden gelebilecek olası Rus saldırılarına açık hale geldi. Böylelikle İstanbul’un güvenli bir başkent olması tartışmaya açılınca dengeler değişmeye başladı. Zira bundan sonra Osmanlı zayıfladıkça başkentin daha merkezi konumda olan bir şehre taşınma mevzusu tartışılmaya başladı ki nihayet Ankara’yı makus bir talihe gark eden kader çarkları Sultan II. Abdülhamid’in saltanatından itibaren tersine dönmeye başlar ve Ankara’nın merkezi konumu yeniden kıymete binme noktasına gelir. Zira Sultan II. Abdülhamid’in devrinde Alman İmparatoru tarafından Osmanlı hizmetine girmesi için gönderdiği Golç Paşa, bir dizi makale kaleme alarak Osmanlı İmparatorluğu’nun devamını sağlayabilmek için ilk şartın hükümet merkezinin Anadolu’nun bir şehrine taşınması olduğu fikrini ortaya atmıştı. Tavsiye ettiği alternatif başkentler arasında Adana, Ankara veya Kayseri vardı.
Golç Paşa’nın makaleleri öyle bir yankı uyandırır ki hep ele alınıp tartışılır. Nitekim bu makaleler İttihat ve Terakki liderleri arasında tartışılmış ve makul bulunmuş olacak ki Enver Paşa payitahtın Ankara’ya taşınma ihtimalini göz önünde bulundurarak Ankara’ya bizzat gelmiş ve Ankara’da bir İttihat ve Terakki Kulübü yaptırmak için kolları sıvamış, binanın planını Evkaf (Vakıflar) mimarı Salim Bey’e yaptırmıştır. İşte Türk mimarisi tarzında yapılması kararlaştırılan bu bina 1920 yılında Gazi Meclisimizi ağırlayacaktır.
Yanlış duymadınız, ilk TBMM binasını yaptıran zat Enver Paşa olmuştur. Eğer I. Dünya Savaşı’nı Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Bulgaristan’ın oluşturduğu İttifak Devletleri kazansaydı Osmanlı yıkılmayacak, Ankara Cumhuriyet’in değil, Osmanlı’nın başkenti olacaktı. Ve İttihat ve Terakki için yaptırılan bina I. Dünya Savaşı kaybedilince atıl kalmış ve çürümeye terk edilmişti. 1920 yılında da İstanbul’un resmen işgaliyle Ankara’ya taşınan Türk direnişi meclis açmak için bina ararken en uygun bina da burası olunca İTC’ye niyet I. TBMM’ye kısmet olmuştur bu bina… Yani İTC Kulübü olacakken Birinci Meclis binası olmuştur.
Ve neticede Ankara’nın coğrafi olarak da Anadolu’nun merkezinde olması, ulaşım ve haberleşme bakımımdan avantajlar taşıması, bütün cephelere de eşit mesafede ve güvenli konumda olması da Ankara’ya atfedilen önemi daha da büyütmüştür. Milli Mücadele yıllarında Gazi Meclisimizi ağırlayan ve Milli Mücadele’nin her bakımdan koordine edildiği bu şehir, 13 Ekim 1923’te başkent ilan edilmiştir.
Bu ilandan 4 gün önce 9 Ekim 1923’te Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, arkadaşlarıyla birlikte hazırladığı bir öneriyi meclise sundular. Öneride Ankara’nın özellikle güvenlik ve stratejik öneminden söz ediyorlardı. Böyle küçük bir kentin ileride yeni ve düzenli bir başkent olarak gelişeceğine inandıklarına değiniyorlardı. “Merkezimiz vatanımızın orta yerinde olmalı. Vatanın ortası da Ankara’dır,” diyorlardı. Bu toplantı sırasında Meclis’te tartışmalar çıktı. Başkent olarak farklı farklı şehirler teklif edildi. Anlaşılan Lozan sırasında yabancı temsilcilerin İsmet Paşa’ya görüşme konuları dışında sordukları iki konu daha varmış. Biri, devletimizin rejiminin ne olacağı, diğeri ise başkentimizin neresi olacağı. Ankara olursa bundan pek hoşnut olmayacak gözüküyorlarmış. Demek ki, başkent meselemiz, bizi ilgilendirdiği kadar, onları da ilgilendiriyor. Yabancı devletlerin Ankara’nın başkent olmasını istememelerinin sebeplerini anlamak çok da zor değildi. Az nüfuslu küçük bir kasaba görünümünde olan Ankara’yı kendi temsilcilerinin konforlu bir biçimde oturacakları bir yer olarak görmüyorlardı çünkü. İsmet Paşa ve arkadaşları bu konuda tek maddelik bir yasa hazırlamışlardı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün başkent ilan edilir edilmez Ankara’yı modern bir kent olarak tasarlamak için adeta seferberlik ilan ederek gece gündüz çalışmaya başlamasının ardından, günümüze kadar gelen bir süreç yaşanır. 2010 yılının Ankara’sı, beş milyonluk nüfusuyla Türkiye’nin ikinci büyük kentidir. Her ne kadar çevresi gecekondularla çevrilmiş olsa da Meclisi, devlet kuruluşları, üniversiteleri, büyük alışveriş merkezleri, bulvarları, parkları, sanat kurumları, müzeleri, sanayisi ve eğlence yerleriyle Atatürk’ün hayal ettiği bir Avrupa başkentine benzer bir görüntü sergilemektedir.
SONUÇ
1923’te Ankara’nın başkent oluşu ilk defa değil, son defadır. Daha önceleri Galatlara ve Ahi Cumhuriyeti’ne başkentlik etmiş Ankara, daha sonraki süreçlerde hak ettiği ilgiyi görememiş ve çok geri planda kalmıştır. Ancak Osmanlı’nın eski gücünü kaybetmesiyle başlayan ve en son payitaht İstanbul’un güvenlik zafiyeti yaşamasına doğru evrilen olaylar zinciri Ankara’nın eski önemine kavuşma sürecinin miladı olmuştur. Sultan II. Abdülhamid devrinde Osmanlı hizmetine giren Alman asıllı Golç Paşa’nın da makalelerinde başkentin İstanbul’dan taşınmasını ve alternatif başkent seçenekleri olarak da içinde Ankara’nın da olduğu birkaç yeri önermesi Ankara’nın makus talihinin dönmesine vesile olmuştur. Savaş kazanılsaydı Osmanlı’nın yeni başkenti olacak Ankara, savaş kaybedilince çöken Osmanlı’nın küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olmuştur.

Kaynak:
Güven, Suna 1994 – “Res Gestae Divi Augusti Yazıtı ve Ankara’nın Roma Dünyasındaki Yeri” Ankara, Ankara (der. Enis Batur) Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Güven, Suna 1998 – “Displaying the Res Gestae of Augustus: A Monu-ment of Imperial Image for All”, Journal of the Society of Archi-tectural Historians 57.
Akçura, Tuğrul 1971 – Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti Hakkında Monografik Bir Araştırma, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayın-ları No: 16, Ankara.