Türklüğün kanayan yarası Kırım ve Doğu Türkistan
Rus milliyetçileri ve Rus Avrasyacısı Gumilyev ve Neo Rus Avrasyacısı Dugin tarafından savunulan Kırım , Kırımlıların tezi Kırım’daki Tatarlığı (Türklüğü) Ruslaştıracak bir etnojenez tezini Kırım Tatarlarına kabul ettirerek, Kırım Tatarlarını tehcir etmeden Kırım’ı Tatarsızlaştırma Türksüzleştirme politikasıdır.
Bu teze karşı Kırım Tatarlarındır” tezine sahip çıkılarak, Kırım Tatarlarının yarımadanın kadim halkı olduğu vurgulanmalıdır .Aksi taktirde Kırım Tatar Türklüğü Ruslaşacak; Kırım Tatarlarının yarım adadan ve etnojenetik olarak nihai sürgününe neden olacaktır. Aynı şey Çinliler tarafından savunulan Doğu Türkistan Sincan’xijang’’,Sincanlıların tezine benzerlik gösterir. Çinli işgalciler kadim Türk vatanı Doğu Türkistanın adını Sincan,buradaki yaşayan Uygur ve Diğer Türk boylarından halkları ve Han Çinlisi göçmenleri tarihsel bir dayanağı olmamasına rağmen Sincanlı olduğu safsatasına dayanır.
Bugün Rus işgalinde bulunan Kırımın Kırım Hanları Devlet Giray ve Muhammed Han… Rus ordusunu yenmiş, Moskova Knezliğinden haraç isteyerek; Moskova çevresini yakmıştı.
Kırımın Rus işgaline girmesi tarihi 1783’ de Rusya çariçesi II. Yekaterina Kırım Hanlığı’nın lağv ve topraklarının Rusya’ya ilhak edildiği tarihtir.
Kırım üzerinde Rus hakimiyetinin tesisinin hemen akâbinde, Rusya’nın diğer bölgelerine hiç benzemeyen tabiat harikası bu yarımadayı “yabancı” Tatar/Müslüman unsurlardan temizleme, burayı bütünüyle Ruslaştırma ve daha güneye yönelik genişleme teşebbüsleri için stratejik bir sıçrama tahtası olarak kullanma yönünde sistematik adımlar atıldı. Bunun kaçınılmaz bir neticesi olarak, Kırım Tatarlarının Kırım’dan Osmanlı Devleti topraklarına büyük dalgalar halinde göçleri başladı. O kadar ki, Rusya’nın Kırım’ı ilhakı tarihinden (hattâ ondan bile öncesinden) başlayarak, Sovyet devrinde imkânsız hale gelene kadar Kırım’dan Türkiye’ye göçler tek bir yıl bile durmamış, bazen yüzbinlerle ifade edilen muazzam kitle hareketlerine dönüşmüş, bazen de daha münferit boyutlarda kalmıştır.
Genel olarak Rusya hükûmeti Kırım Tatarlarının dışarıya göç etmesine müsbet bir hadise olarak bakmış ve bunların değil önlenmesi, aksine teşvik edilmesi yönünde hareket etmiştir. Ancak göçün bir anda çok büyük ekonomik kayıplara yol açtığı hallerde bunun kontrol altına alınması çareleri aranmıştır. Göçlerin temel sebebi elbette ki Kırım’ın Müslüman halkına yönelik baskı politikalarıdır. Bu politikaların bir yönü, halkın dinî ve kültürel hayatına yönelik fiilî veya psikolojik baskıların tatbikidir. Müslüman halkın en fazla hassas olduğu dinî kimliğine halel gelebileceği endişesi göçlerin önemli sebepleri arasında yer alır. Bununla birlikte, genel olarak göçlere yol açan sebeplerin en başında geleni ekonomik baskılardır. Bu tür baskılar esasen Kırım Tatar köylülerinin XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren sürekli olarak topraksızlaştırılması şeklinde tezahür etti. Muazzam genişlikteki topraklar yarımadanın Rusya’ya ilhakı ile birlikte Rus asilzadelerine ve memurlarına dağıtılırken, ezici çoğunluğu köylülerden oluşan Kırım Tatarları gitgide sefalete dûçâr oluyorlardı. Göç edenlerin yerleri ise Ruslarla ve onların yeterli olmadığı hallerde, Yunanlılardan Almanlara ve Bulgarlardan İtalyanlara kadar pek çok Hristiyan unsurla doldurulmaktaydı.
Göçlerin bilhassa Osmanlı-Rus savaşları ile birlikte hız kazanması dikkat çekicidir. Kırım Tatarları Rusya idaresi tarafından Osmanlıların müttefikleri olarak görüldüğünden özellikle Türklerle savaş zamanlarında varlıklarından büyük huzursuzluk duyuluyordu. Böyle dönemlerde baskılar büyük ölçüde artmakta ve hele savaşın bitiminde Çarlık rejiminin daha büyük bir hınçla üzerlerine geleceği endişesi çoğu zaman bizzat Rusya idarecileri tarafından çıkartılan söylentilerle giderek artıyor, henüz vakit varken İslâm Halifesi’nin toprağına gitme düşüncesi ağırlık kazanıyordu. Bu tür endişeler bütünüyle temelsiz de değildi. Nitekim, Kırım Tatarlarının kısmen veya tamamen Kırım’dan iç bölgelere sürülmeleri yönünde teklif ve planlar olmuştu. Bunların gerçekleşememesi ancak bunu temin edecek vesaitin mevcut olmayışından olmuştur.
Bütün göç dalgaları arasında hiç şüphesiz en büyük ve yıkıcı tesirler taşıyanı 1860-1861 yıllarında vuku bulanıdır. 1853-1856 Kırım Savaşı esnasında Osmanlıların ve Müttefiklerinin yarımadanın bir kısmını işgal etmeleri Kırım Tatarlarına yönelik şüphe ve antipati duygularını ve dolayısıyla baskıları daha da arttırdı. Savaş Rusya’nın mağlûbiyetiyle neticelenmekle birlikte, Kırım Tatarlarının başlarına gelebileceklerle ilgili söylentiler ve köylülerin büsbütün kötüleşen ekonomik durumları, âdetâ bir panik halindeki kitlelerin Osmanlı ülkesine göçlerine sebep oldu.
Esas olarak göçlerin neticeleri daima felâketli olmaktaydı. Çoğunlukla hazırlıksız ve tedbirsiz yakalanan Osmanlı idaresi ne yapacağını şaşırırken, muhacirlerin önemli bir kısmı ilkel nakil vasıtalarının kurbanı olarak Karadeniz’in dibini boyluyor, bir kısmı vatanlarına hiç benzemeyen yeni yerleşim yerlerindeki olumsuz şartlar ve salgın hastalıklara yenik düşerek kırılıp yok oluyor, sağ kalanlar da çoğu zaman perişan şekilde hayat mücadelesine girişiyorlardı. Kırım’da kalanların durumu ise, genel nüfusun Müslümanlar aleyhine değişmesiyle daha da ümitsiz bir hale düşüyorlardı. Bütün bir halk âdetâ göç için sırasını bekleyen koca bir kitle haline gelmişti. Zaten 1860-1861 göçünden sonra ilk defa Kırım Tatarları Kırım’da mutlak nüfus çoğunluğunu kaybettiler.
……………………………… 1917 Mart’ın Çarlık rejiminin çöküşü ve Rusya’nın ihtilâle ve kargaşaya sürüklenmesi ile birlikte, bu yeraltı teşkilatları su yüzüne çıktılar. 1917 Nisan’ında bir Kırım Müslümanları Kongresi toplayarak, teşkil edilen Merkezî İcra Komitesi ile Kırım’ın Müslüman işlerini kontrol altına aldılar. Rusya’nın içine düştüğü anarşik ortamın giderek tam bir kaosa dönüşmesinden istifade ederek, önce muhtariyete ve sonra da istiklâle giden yolda hızla mesafe kaydettiler. Nihayet, Kasım 1917’de Bolşeviklerin Petrograd’da hükûmeti devirmeleri Kırım Tatar milliyetçilerine en büyük imkânı verdi.
Esasen bundan bir süre önce Kırım Müslümanları Merkezî İcra Komitesi Kırım Tatarlarının kendi kaderlerini belirleyebilmeleri için millî parlamentonun yani Kurultay’ın toplanması kararını almıştı. Kasım 1917 başlarında yapılan ve İslâm âlemindeki bu tarz ilk tatbikatı teşkil eden gizli oy, açık tasnif yoluyla ve kadın-erkek bütün Kırım Tatarlarının seçme ve seçilme haklarını haiz oldukları seçimlerle Kırım Tatar Millî Kurultayı toplandı. Kurultay genç milliyetçi lider Noman Çelebi Cihan başkanlığında bir hükûmet teşkil ettikten başka 26 Aralık 1917’de kabul ettiği Kanun-u Esasî ile “Kırım Demokratik Cumhuriyeti” esasını kabul etti. Aynı zamanda askerî güce de sahip olan Kırım Tatar Millî Hükûmeti Akyar (Sevastopol) hariç yarımadanın her yerinde konrolü ele geçirmeyi başardı. Ancak Rus Karadeniz Filosu’nun ana üssü olan Akyar’da duruma hakim olan ve Bolşevik sempatizanı Bahriyeliler en büyük tehdidi oluşturmaktaydı. Nitekim, Ocak 1918’in ikinci yarısında milî kuvvetlerle Bolşevik Bahriyeliler arasında çıkan savaşta, millî kuvvetleri mağlûp eden Bolşevikler yarımadayı ele geçirerek, Kırım Tatarlarına karşı dehşetli bir katliama giriştiler.
Kırım tarihinde gayet kanlı bir sayfa meydana getiren bu birinci Bolşeik hakimiyeti, Nisan 1918’de Kırım’ın Alman orduları tarafından işgal edilmesiyle son buldu. Osmanlıların müttefiki olan Almanya’nın Kırım’ı işgal etmesi Kırım Tatarlarına ümit verdiyse de, bütün elde edilenler Kurultay’ı temsilen Kırım Tatar Millî İdaresi’nin ve bazı millî müesseselerin tekrar faaliyet göstermesine izin verilmesinden ibaret kaldı. Kasım 1918’de Almanların Kırım’dan çekilmesinden sonra Kırım tam iki yıl sürecek olan bir kanlı kargaşanın içine düştü. Bu süre içinde Kırım, (Nisan-Haziran 1919 dönemi hariç) Bolşevik aleyhtarı Rus “Beyaz Ordu”larının elinde kaldı. Önce General Anton Denikin, sonra General Peter Wrangel idaresindeki Beyazlar da Bolşevikler gibi hiç bir şekilde Kırım Tatarlarının millî hukukunu tanımadılar. Devam eden Rus iç savaşı Kırım’ın kaynaklarını kuruttu. Nihayet, Kasım 1920’de ileri harekâta geçen Bolşevikler Beyazları mağlup ederek bütün Kırım’ı nihaî olarak ele geçirdiler.
Bolşevik idaresindeki Kırım’ın ilk yılı, yarımadanın yeni hakimlerine göre istenmeyen unsurların acımasızca şekilde ortadan kaldırıldığı kanlı bir dönem oldu. Bunu müteakip, Bolşevikler gerek Kırım Tatarlarını rejime kazanmak, gerekse Şark halklarına bir propaganda mesajı vermek maksadıyla 18 Ekim 1921’de Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni ilân ettiler. Bu muhtar cumhuriyette Kırım Tatarcası resmî dil olduktan başka, Sovyet hakimiyeti çerçevesinde Kırım Tatar kültür ve medeniyetinin geliştirilmesi öngörülmekteydi. Ancak Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin ilk ayları Kırım tarihinde emsali görülmemiş, dehşetli bir açlığa şahit oldu. Yıllarca süren savaşların olduğu kadar, yanlış ve insafsız Bolşevik ziraat politikalarının bir neticesi olan 1921-1922 açlığında pek çoğu Kırım Tatarı yüzbinlerce insan hayatını kaybetti.
II. Dünya Savaşı’nda Alman-Sovyet harbinin başlamasından kısa bir süre yıldırım hızıyla Sovyetler Birliği’nin batı kesimlerini işgal eden Alman orduları 24 Ekim 1941’de Kırım’a girmeye başladılar. Alman 11. Ordusu 16 Kasım 1941’e kadar Akyar (Sevastopol) hariç bütün Kırım yarımadasını ele geçirmeyi başardı. Akyar müstahkem mevkii ise çok şiddetli muharebeler ve bombardımandan sonra ancak 4 Temmuz 1942’de düştü. Kırım’ın Almanlar tarafından işgali, Stalin rejimi tarafından ezilmiş bütün Sovyet halkları ve bu meyanda Kırım Tatarları için bir ferahlama hattâ kurtuluş gibi görüldüyse de, bu düşüncelerin yanlış olduğu daha ilk günlerden anlaşıldı. Dinî ve sosyal hayatta gayet sınırlı bazı tavizlerin dışında Alman işgal idaresinin de Kırım Tatarlarına hürriyet ve hele istiklâl vermeye hiç niyetli olmadığının görülmesi bütün ümitleri ortadan kaldırdı. Sert işgal idaresi Kırım Tatar millî müesseselerinin kurulmasına meydan vermedikten başka, binlerce Kırım Tatarını da Alman savaş sanayiinde işgücü olarak kullanmak üzere cebren Almanya’ya götürdü. Zaten Nazi Almanyası’nın savaş planları arasında Kırım’a Almanların iskân ederek burayı daimî olarak Almanya’nın entegral bir parçası haline getirilmesinin bulunduğu biliniyor.
Savaşın Almanlar aleyhinde bir seyir takip etmeye başlamasıyla birlikte, Kızıl Ordu kaybettiği bölgeleri bir bir geri almaya başladı. Nihayet, 11 Nisan 1944’den başlayarak 9 Mayıs 1944’e kadar Kırım yarımadasının tamamını ele geçirdiler. Kırım muharebeleri sırasında Almanlar geri çekilirken pek çok köyü yakıp yıktıkları gibi, Kızıl Ordu birliklerinin tutumu da farklı olmadı. Kızıl Ordu işgalinin ilk haftalarında “hain” olarak nitelendirilen Kırım Tatarlarına yönelik yaygın kurşuna dizme, tecavüz ve yağma olayları yaşandı.
Kırım Tatarları için asıl büyük felâket Stalin tarafından 11 Mayıs 1944’de imzalanan ve Kırım Tatarlarının son ferdine kadar Kırım’dan sürülmesini emreden karardan sonra gerçekleşti. Bu kararın icrası NKVD birlikleri tarafından 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece Kırım’ın her yerinde aynı anda yerine getirildi. Gece NKVD askerleri tarafından yataklarından kaldırılan Kırım Tatarları, hazırlanmaları için yalnızca 15-20 dakika zaman ve ancak ellerinde taşıyabilecekleri kadar eşya almalarına izin verilerek hayvan vagonlarına yüklendiler. Pek çoğunda oturmaya yer kalmayacak derecede insanla doldurulan vagonlar dışarıdan mühürlendiler ve en az üç-dört hafta sürecek olan yolculuğa çıkarıldılar. Günlerce yiyecek ve su verilmeyen, cesetlerin dışarı çıkarılmasına müsaade edilmeyen ve hiç bir tıbbî yardımın söz konusu olmadığı bu ölüm yolculuğu sırasında açlık, susuzluk, hastalık, bitkinlik ve havasızlıktan on binlerce insan hayatını kaybetti. Sürgünden hiç bir Kırım Tatarı istisna edilmedi. Dağlardan inen Kırım Tatar Sovyet partizanları ve Kızıl Ordu askerleri ile her rütbedeki Komünist Partisi mensupları dahi sürülenler arasındaydı. Kızıl Ordu saflarında cephede bulunan Kırım Tatar askerleri ise herşeyden habersiz savaşmaya devam edecekler, savaş biter bitmez de (en yüksek Sovyet madalyası olan “Sovyetler Birliği Kahramanı” madalyasını alanlar dahil) sürgün yerlerine gönderileceklerdi.
Kırım Tatarlarını taşıyan vagonların hemen tamamı Batı Türkistan (özellikle Özbekistan), Urallar ve Sibirya’da boşaltıldılar. Sürgün yerlerinde asgarî yaşama ve barınma imkânları mevcut değildi. Ağır çalışma şartlarında ve her türlü temel ihtiyaçtan mahrum olarak bir çeşit toplama kampı rejimi içinde yaşamaları gerekiyordu. “Özel iskân” rejimi denilen bu rejim içinde her Kırım Tatarının gece kumandanlığa yoklama vermesi gerektiği gibi, bulunulan mahalden beş kilometreden fazla uzaklaşmak da kesinlikle yasaktı. Bu durumda her bir ferdi ayrı vagonlarda başka yerlere sürülmüş olan aileler birbirlerinden tamamen kopuk olarak en az on iki yıl geçirmek durumunda kaldılar. Sürgün yolculuğu esnasında ve bunu müteakip ilk bir kaç yıl içinde sefalet şartları altında hayatını kaybeden Kırım Tatarlarının sayısına dair sürülenlerin verdikleri ve son yıllarda açıklanan çeşitli resmî Sovyet rakamları arasında büyük farklar vardır. Buna rağmen toplam insan kaybının 100.000 kişiden az olmadığı ve 18 Mayıs 1944’de sürülenlerin yarısına yakınının hayatını kaybettiği genel olarak kabul edilmektedir.
Sürgün yalnızca Kırım Tatarlarının pek çoğunun hayatlarını kaybetmeleri ve geride kalanların da yaşadıkları yerin cebrî olarak değiştirilmesi manâsına gelmiyordu. Sürgünle birlikte, adetâ böyle bir milletin hiç bir zaman mevcut olmadığını göstermek istercesine Kırım Tatarlarından kalan her türlü iz büyük bir hızla yok edilmeye başlandı. Kırım’da Kırım Tatarlarından kalan bütün mallar yağmalandıktan başka, pek az istisna ile Kırım’ın Türk-İslâm geçmişine ait hemen bütün tarihî binalar, abideler ve eserler yerle bir edildi. Bu meyanda (kısmen Hansaray’ın haziresi hariç) hiç bir yerde tek bir Müslüman mezarlığı dahi bırakılmadı. Kırım Tatarcasında yazılmış her türlü kitap ve yayın (bu dildeki bütün Sovyet neşriyatı da dahil olmak üzere) Kırım’daki ve Sovyetler Birliği’ndeki diğer kütüphanelerden toplanarak imha edildi. Kırım’da (yalnızca özel sebeplerden dolayı Bahçesaray ve Canköy şehirlerinin isimleri hariç) Türkçe isim taşıyan yüzlerce şehir, kasaba ve köyün adı tamamen Rusça olanlarla değiştirildi. 1944’den 1980’lerin sonlarına kadar Sovyetler Birliği’nde fiilen “Kırım Tatar” sözünün kullanılması dahi yasaklandı. Ansiklopedilerden ve tarih kitaplarından Kırım Tatarlarına dair maddeler tamamen çıkarıldıktan başka, iç pasaportlarda ve hattâ nüfus sayımlarında bile bu ismin zikredilmesi yasaklandı. Diğer bir ifadeyle Kırım Tatarları resmî literatürde âdetâ geçmişte ve halihazırda mevcut olmayan bir halk haline getirildi. Kırım’da Kırım Tatarlarından boşalan yerlere ise 1944 yazından itibaren Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerinden getirilen Rus ve Ukrain nüfusun iskânına girişildi. Kırım Tatarlarının sürülmesiyle Kırım’ın Sovyet usûlü muhtariyeti de mânâsız hale geldiğinden Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti de 1946’da lağv edildi ve yarımada alelâde bir oblast olarak Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlandı. 1954’de ise, Ukrayna’nın “Rusya’ya katılmasının” 300. yıldönümü gerekçe gösterilerek, Ukraynalılara bir jest olarak Kırım oblastı Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlandı. O dönemde Sovyetler Birliği’nin her noktası zaten tartışmasız bir şekilde Moskova’ya bağlı olduğundan teknik olarak hiç bir şeyi değiştirmeyeceği düşünülen bu “hediye”nin uzun vadeli neticeleri, Ukrayna 1991’de bağımsızlığını kazandıktan sonra görülecekti.
Bugün Kırım yeniden Yeni Rus çarı Putin tarafından işgal edildi,Kırım Tatar Türkleri yeni katliamlarla karşı karşıyalar,Kırımın Putin tarafından işgali Rus imparatorluğunu yeniden ihya etme projesidir. Putin’in bugün Kırım’a ordularını gönderme sebebi Yeni Çarlık Rusya’sını ihya etmektir”.
Kırım,yeniden işgalle güçlenen Putin yönetimindeki yeni Rus İmparatorluğuna karşı Türkiyeyi koruyan bir setti,Rusya yeniden Kırımı ele geçirmekle Karadenizde hakimiyeti tekrar sağlamış oldu.
Çin günümüzde Doğu Türkistan’ın, eski çağlardan beri Çin anavatanının vazgeçilmez bir parçası olduğu palavrası üzerinden propaganda yapmaktadır. Ancak Çinliler Doğu Türkistan’da varlıklarını hiçbir zaman aralıksız sürdürememiş 2000 yıllık tarihlerinin sadece 425 yılında, dönem, dönem kontrolü ellerinde tutmuşlardır. Çin’in bölgeyi işgali aşamalar halinde gerçekleşmiştir. İlk dalga 1755 yılında başlamış, Çin ile Cungar ittifakı Doğu Türkistan’ın işgalini hızlandırmıştır. Çinliler Cungarların bağımsızlığını ortadan kaldırmış ve İli bölgesini kendi hâkimiyetleri altına almıştır. 18 Kasım 1884 yılında Çin İmparatoru’nun emriyle bölgeye “yeni toprak” anlamına gelen “Sincan” ismi verilmiştir. Böylece 1944 yılına kadar sürecek olan “İkinci Çin İstilası” dönemi başlamıştır.
İkinci Çin istilası da Çinliler için bölgede tam bir istikrar oluşturamamış, 1933 ve 1944 yılında çıkan isyanlar sonrası 10 yıl arayla iki milli devlet kurulmuştur. 1938 yılında Çin Komünist Partisi’nin altıncı kurultayında “Çin’deki azınlık milletler Çinlilerle eşit haklara sahip olacak” ifadesi bölge halkını komünist güçler yanında yer almaya itmiş ve komünistlerle birlikte Çan Kay Şek kuvvetlerini mağlup ettikten sonra Çin hâkimiyetini kabul etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonrası tüm Türkistanı bütünüyle Rus egemenliğine bırakmak istemeyen Çin kuvvetleri 29 Eylül 1949 yılında Urumçi’yi işgal etmiş 1951 yılına geldiğinde ise tüm Doğu Türkistan’ı kontrolleri altına almıştır. Bu işgale karşı Osman Batur liderliğinde başlatılan direniş hareketi bastırılmış ve 1953 yılına kadar 100.000’den fazla Doğu Türkistanlı öldürülmüştür. 1 Ekim 1955 tarihinde ise Çin yönetimi, Doğu Türkistan Otonom Bölgesi’nin kuruluşunu ilan etmiştir. Bu işgal Çin’in günümüze kadar hâkimiyetinin sürmesini sağlamıştır.
Çin işgal yönetimi Doğu Türkistan’da yaşayan halkı “parçala ve idare et” prensibi ile yöneterek Türk boylarını 13 millete=sınıfa ayırmıştır. Halbuki 13 ayrı milletin içinde gösterilen Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Tatarlar, Salarlar ve Sarı Uygurlar’ın hepsi gerek antropolojik, gerek etnolojik veya etnografik anlamda Türk aile sınıfına mensup olup, bir milletin boylarıdır. Dolayısıyla bunlar için ve bölgede az sayıda bulunan diğer etnik unsurlar için (Sibo=Şive), Solon, Moğol, Tungan) ayrı muhtar bölgelerin kurulması (10 muhtar bölge) kıstasa uygun değildir, uluslararası antlaşmaları ihlaldir. Bu tarz bir taksim ve muhtariyet politikası izlemek suretiyle, Çin Halk Cumhuriyeti, “Büyük Çin Birliği”ni pekiştirmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca Çin, Doğu Türkistan’da pervasızca kan akıtabilmekte ve hiçbir ülkenin bu soruna müdahil olmasına müsaade etmemektedir.
Çin Doğu Türkistan politikası aslında inşa etmeye çalıştığı Sincanlılık kimliği üzerine kurulmuştur.Bu politikaya göre Uygur, Mançu, Mongol, Tibetli ve Hui,leri Han Çinlilerine benzetmek Çin’i “Çin ırkı” adı altında birleştirmektir. Etnik temellere dayanmıyan bir Sincanlı kimliği yaratarak,Doğu Türkistanın( Uygur Özerk bölgesin)’de yaşayan Uygurları ve diğer Türk boylarını,Doğu Türkistanlı kimliğinden koparmaktır.
Sincan ismi 18 Kasım 1884 yılında Çin İmparatoru’nun emriyle bölgeye “yeni toprak” anlamına gelen ismi verilmiştir. Maocu Komünizm döneminde 8 Ağustos 1955 yılında ‘Sincan Uygur Otonom Bölgesi kuruldu.Bunun sonucunda Çin’in batısında etnik olmayan yeni bir tarihsel bir alt yapısı olmayan Sincanlı kimliği yaratılmaya çalışıldı, kadım Türk yurdu Doğu Türkistanın adı değiştirilerek unuturulmaya çalışıldı. Günümüzde Doğu Türkistanda(Uygur özerk bölgesi)nde yaşayan Han Çinlisi göçmenler kendini bu şekilde tanımlamaktadır.Bu kimlik Doğu Türkistanlılar tarafından kabul görmemektedir.
Çin İşgal yönetimi bölgeye yerleştirdiği Han Çinlisi göçmenler vasıtasıyla, Doğu Türkistan’ın demografik yapısını değiştirip,nüfus çoğunluğuyla Uygurları asimle ederek,Uygurların tıpkı Mançular gibi folklorik bir unsur olarak kalmasını istiyor.
Yücel TANAY
Kaynaklar:
1) Ahmet Özenbaşlı, Çarlık Hakimiyetinde Kırım Faciası, çev. İsmail Otar (Eskişehir, 2004), 16, 19; Fisher, Crimean Tatars, 62-64; İnalcık, “Kırım Hanlığı
2) Halil İnalcık, “Osmanlı-Rus Rekabetinin Menşei,” 388; Fisher, Crimean Tatars, 45; İnalcık, “Kırım Hanlığı,” 452
3) Elixan Töre Saghuniy, The Tragedy of Turkistan, 2003
gokbayrak.com
Ursad.org