Kurban Bayramı ebedî bayramlarımızın vesilesi olsun!
BİR KUTLU MEDENİYETİN KURUCUSU: SELÇUK GAZİ

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Bugün Kurban Bayramının üçüncü gününe kavuştuk, elhamdülillah. Dünya Müslümanlarının birlik, beraberlik ve kardeşliği için dayanışma, duaların arşa yükseldiği günler. Mübarek olsun inşAllah…
Kurban Bayramı ebedî bayramlarımızın vesilesi olsun!
Bu mübarek günlerde elbette ki Türk-İslâm tarihine damgasını vurmuş Türk-İslâm serdarlarını zikretmeden olmazdı ki, o kutlu Türk-İslâm serdarlarından biri de ”Hilâl”in ”Haç”a galebe çalmasına, asırlar boyunca Küçük Asya’nın semalarında Ezân-ı Muhammedi’nin yükselmesine kapı aralayan Malazgirt’le Türk-İslâm tarihine pençesiyle damga vurmuş çift başlı kartal Devlet-i Âl-i Selçuk’un isim babalığını yapan ve sarsılmaz temellerini atan Selçuk Gazi’dir…
Selçuklu ve Türk tarihi ele alınırken hep Sultan Alparslan, Tuğrul Bey, Melikşah, Çağrı Bey sıkça ele alınmasına rağmen şunu bilmek icap eder ki Selçuk Bey’in davası, mücadelesi anlaşılmadan Selçuklu ve Türk tarihi ele alınamaz.
Bu gerçekten hareketle Selçuk Bey’i gerek Türkiye Türkleri, gerek Türk Dünyası olarak okumalı, anlamalı, tanımalıyız.
Selçuk Bey okunmalı, anlaşılmalı, tanınmalı idi…
O, Selçuk Bey’di…
O Selçuk Bey ki, Cend kenti ile başlayan, Anadolu’yu bulan, daha da ötelere uzanan yürüyüşün ilk adı idi…
O, Oğuz’un Kınık boyundan, Sübaşı Demir Yaylı Dokak Bey’in oğlu olan soylu bir Türk beyi idi…
O, adetâ manen sürgünde olduğu Cend’i yalnızca beş asır sonra İstanbul’a bağlayacak kutlu bir yolun ve hep düşlerinde var ettiği budunun yücelmesi, güçlü bir devlet olması emellerini gerçekleştirmek adına verdiği çetin mücadelelerle ileriki yıllarda tüm âleme nizâm verecek bir süper güç olacak kutlu bir medeniyetin tohumlarını kara toprağa eken bir koçyiğit idi…
O, Oğuz Ata’nın övüncünden, Alp Er Tunga’nın destanından, Türk’ün yenilmez direncinden aldığı ilhamla verdiği zorlu mücadelelerle ölümsüzleştirdiği, nice halklara ve boylara ezberlettiği ismini armağan ettiği yüce bir medeniyete isim babalığı eden bir bahadır idi…
O, geçişler dönemindeki karmaşada, Türkmen boylarına Anadolu’ya, İstanbul’a ve Avrupa’nın ortalarına kadar uzanan yeni ve aydınlık bir gelecek sunan bir serdar idi…
O, İslâmiyeti yaymak için başta Oğuz Devleti olmak üzere pek çok unsurla kıran kırana çarpışan, yıllık vergi için gelen Oğuz Yabgusu’nun memurlarını “Ben kâfirlere haraç vermem” diye topraklarından savmış olan, küffar karşısında cihad hareketini başlatan ve bu uğurda oğlu Mikail’i şehid veren, gaza ve cihaddan bir dakika geri durmayan mücahid bir gazi idi…
Ve bunca hakikate rağmen çok vahim bir durum mevcuttur ki; verdiği mücadelelerin anlaşılmaya ve anlatılmaya değer olduğu, Alp Arslan, Tuğrul Bey, Melikşah ve Çağrı Bey’den daha fazla zikredilmesi ve üzerinde durulması gereken Selçuk Bey, maalesef halefleri kadar anlaşılamamış, araştırılamamış ve anlatılamamıştır. Selçuk Bey’in yaptıkları, yaşadıkları, verdiği mücadele anlaşılmadan, bilinmeden Selçuklu ve Türk tarihi bomboş kalacaktır.
Haydi gelin, Selçuklu ve Türk tarihine damgasını vurmuş bu Türk-İslâm serdarını birlikte tanıyalım…
Oğuzların Siriderya boylarında saz ve kamışlardan yaptıkları sallarla karşı kıyıya ulaşmaya çalıştıkları sırada, o salların birinde mucizevî bir şekilde ilerde hükümdar olacak bir çocuğun doğduğu rivayet edilir. Nehri geçmeye çalışan bir salın tam ortasında doğan bu çocuk Selçuk Bey’dir. Ya da değildir, bunun bir önemi yok.
X. yüzyılın başlarında doğan ve Dukak Bey öldüğü zaman henüz 17-18 yaşlarında olan Selçuk Bey, Yabgu’nun yanında görev aldı ve yetişti. Daha sonra da Yabgu Oğuzlarına subaşı oldu.
Dukak oğlu Selçuk Bey, babasının ölümü sonrasında ordu kumandanlığı dâhil birçok görev yaptığı, yabguların sevgisi ve himayesiyle büyüdüğü bu Oğuz ilinde daha fazla kalamayacağını anlamıştı. Ortada, Yabgu hatununun tertiplediği bir ayak oyunuyla tuzağa çekildiğini fark etmesi gibi görünür sebepler yüzünden Oğuz Devleti’nin hükümdarı ile arasına giren anlaşmazlık yüzünden olsa da, derin kaderi onu tarihî karargahına çağırıyordu belli ki.
Bütün bunlar olurken Seyhun’u, Ceyhun’u aşıp, Maveraünnehir’den geçip, kendi sırtından taşarak kanatlanan çift başlı bir kartalın Ayasofya’nın ulu kubbesine konacağı o uzun yolun haritasını çizmişti Selçuk Bey. Ufka doğru baktığında gördüğü kartalın söylediği buydu.
Böylelikle Selçuk Bey kendisine bağlı ordularla güneye inerek Seyhun ırmağı yakınlarındaki Cend şehrine yerleşti (930-935). Bu şehirde İslamiyet’i kabul eden Selçuk Bey, birçok Türk boyunu yönetimi altına aldı.
Oğuz Yabgu Devleti’nin kışlık merkezi Yenikent’ten maiyetiyle birlikte ayrılarak Cend şehrine gönüllü sürgün olan Selçuk Bey, Seyhun Nehri kıyısındaki bu Müslüman hudud şehrinde ona tabi olan yerleşikler, göçebeler ve gazilerle birlikte müstakil Selçuklu Beyliği’ni kurarak, İslam sancağını bundan böyle Kınık Türkleri’nin mührüyle taşıyacağını cümle âleme ilan edecekti. Dukak Bey’den aldığı kıvılcımla bin yıl sürecek ateşi tutuşturmuştu böylece.
Oğuz Yabguluğu’nun vergi memurlarını’ ’Müslüman olanlar, Müslüman olmayan kafirlere vergi vermez’’ diyerek kovan Selçuk Bey’in çevrede ünü giderek yayıldı.
Kendisine bağlı olan boyların sayısı arttı.
Oğuz Yabguluğu’na karşı savaşa girişen Selçuk Bey,Cend ve çevresini yabguluktan kopartarak bağımsız hareket etmeye başladı, çevre devletlerle de ilişkiye geçti. Dönemin büyük güçleri (Karahanlılar- Samanîler Devleti) arasına sıkışmış, bozkırda küçük bir beylik ama sadece. Tehlikeli bile değil. Çölün ortasında çakılan bir kıvılcımın göğü kızıla boyayacak dev bir alev kartalına dönüşeceğine kim inanırdı ki zaten.
Arasına sıkışıp kaldığı dönemin büyük güçleri durumundaki Samanoğulları ile Karahanlılar arasındaki süren denge, Samanoğulları’nın zayıflamasıyla bozulmaya başladı. Samanoğulları’nın zayıflaması, Maveraünnehir’in doğusuna sahip olan
Karahanlıların sık sık saldırılarına yol açıyordu. Böylelikle iki taraf arasında yaşanan savaşta, daha güçsüz olan Samanoğulları’nın kendisine yaptığı yardım taleplerini kabul eden ve oğlu Arslan Bey aracılığıyla yardımda bulunan Selçuk Bey, bunun karşılığında toprak alarak hakimiyet alanını genişletti. Bu arada içinde yaşadığı taht kavgalarıyla sarsılan Samanoğulları Karahanlıların ve Gaznelilerin saldırılarına fazla dayanmayarak yıkıldı(999).
Selçuk Bey ,aralarında Maveraünnehir’i paylaşan Gaznelilerle Karahanlılara karşı, Samanoğulları’nın ortadan kalkmasından sonra da savaştı. Karahanlıları yer yer yenilgiye uğratarak, Semerkand ve Buhara arasında Nur kasabasına boy halkıyla birlikte yerleşti.
Selçuk Bey, kendi kaderine doğru cesaretle yürüyerek güneye inme kararını aldığı anda, tarihin yeniden yazılacağını bilmiyordu elbette. Ama Cend’i yalnızca beş asır sonra İstanbul’a bağlayacak o yol açılmıştı artık. Âl-i Selçuk için Cend diyarı -kendilerine yeni yurtlar tutsalar da- “devletlerinin mebdei ve menşei olan aziz bir belde” olarak manevi kıymetini ilelebet muhafaza edecek bir şehir olarak kalacaktı her zaman…
Oğuz Yabgularının, Oğuz hükümdarının komutanlarındandı. Selçuklu Devletini kurmaya giden bir yol vardı önünde. 960 senesinde Seyhun ırmağı çevresine hakim oldu.
Güneş ülkesine doğru rüzgâr yeleli atlarını süren Selçuklu süvarilerinin aklında hep aynı şehir vardı; Cend. Selçuk Bey, 1009 yılında bu şehirde gözlerini dünyaya kapattığında 100 yaşını aşmış ihtiyar bir çınarın asaletiyle köklerini çoktan salmış, devleti iyice teşkilâtlanmış, Selçuklu İmparatorluğunun temelleri tamamen atılmıştı.
Adını verdiği devlet, dünya tarihini değiştirecekti. Mütebessim çehresine çok yakışan kurt bakışı ve bu bakışa eşlik eden; keskin kılıcı, derin aklı ve geniş ufkuyla gördüğü rüyayı tabir edecek bir hayat yaşayan Selçuk Bey, ölüm döşeğinde gelecek o güzel müjdeyi beklerken, sağ olan üç oğlu Musa, Yusuf ve Arslan yanında idi. Cend yas’a kesmiş, bulutlar kararmış, ahali sessizliğe bürünmüştü. Veliahtı belliydi, Arslan Bey geçecekti yerine. Ama Selçuk Bey’in devletin armasını gökyüzüne taşıyacak kutlu mirası henüz anlaşılmamıştı. Selçuk Bey hayattayken bir kale kuşatması sırasında hayatını kaybeden oğlu Mikail’in yadigârı olan ve bizzat yanına alıp hususi olarak yetiştirdiği iki yiğit bırakacaktı geriye aslında, çift başlı kartalın hakiki temsili olan kurtların emzirdiği iki er torun; Tuğrul ve Çağrı. Âl-i Selçuk’un kaderiydi olacaktı bu iki kardeş… Bu iki mücevher gibi insandan daha kutlu bir miras bırakabilir miydi Selçuk Bey?
Zira Selçuk Bey’in Cend’de yaktığı meşaleyi Tuğrul ve Çağrı kardeşler gökyüzüne alabildiğine taşımış, Âlem-i İslâm’ın siyasi liderliği bu iki kardeş eliyle Oğuz boylarına geçmiş, geçmekle kalmayıp Hilâfet sancağının da Türklerin eline geçmesinin muştusu olmuştur. Ayrıca Cend’de yakılan meşalenin aydınlattığı kutlu yol, Türkmen akıncıları Sultan Alp Arslan’ın liderliğinde Malazgirt Zaferi’ne götürmüş, Haçlı Seferlerinde küffara karşı ümmet coğrafyasının direnişine Türkmen Oğuzların bayraktarlık yapmasına vesile olmuştur.
Cend’de yakılan bu meşale, İstanbul’un ve Balkanların Türkler tarafından fethinin de habercisi olmuştur.
Selçuk Bey’in Cend’de yaktığı bu meşale ile başlattığı bu kutlu mücâdeleyi Çağrı ve Tuğrul Beyler, Muhammed Alparslan, Melikşah, Kılıçarslan, Nureddin Zengi, Çaka Bey, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Orhan Gazi, Murad Hüdavendigâr, Yıldırım Bayezid, Fatih, Yavuz ve Kanuni binbir itinayla sürdürerek Hak mücadelesini başarıyla yürüttüler, Türk-İslâm hâkimiyetini Viyana kapılarına kadar genişlettiler.
Bu kutlu mücadeleyi başlatan Selçuk Bey’e sonsuz hamd-ü senalar ve rahmetler olsun… Kalbi pûr-nûr, mekânı cennet, makâmı âli olsun…
Ve sözümü şu dua ve temennilerle noktalamak istiyorum:
Allah, Hazret-i Ömer gibi, Halid Bin Velid (r.a.) gibi, Tarık bin Ziyad gibi, Selahaddin Eyyubi gibi, Alp Arslan gibi, Nureddin Zengi gibi, Kılıç Arslan gibi, Çaka Bey gibi, Selçuk Bey gibi, Tuğrul Bey gibi, Çağrı Bey gibi, Melikşah gibi İslâm Serdarlarının heybetini, yolumuza tuttukları ışığı bizlerden eksik etmesin!
Kurban olduğum Kadir Yaradan Gazze’nin, Kudüs’ün, Arakan’ın, Keşmir’in, Bosna’nın, Moro’nun, Kerkük’ün, Yemen’in, Urumçi’nin, Lübnan’ın, Patani’nin, Kosova’nın, Belucistan’ın, Kırım’ın ve daha pek çok mümin ve mazlum coğrafyanın adalet ve hürriyet beklediği şu günlerde içimizden yeni Ömer’ler, Halid’ler, Tarık’lar, Selahaddin’ler, Alparslan’lar, Nureddin’ler, Kılıçarslan’lar, Selçuk’lar, Çağrı’lar, Tuğrul’lar, Melikşah’lar çıkarsın inşAllah…
Selâm ve dua ile…
