Türk Devleti’nin Devamlılığı Meselesi
Türk Devleti’nin Devamlılığı Meselesi
Erdem Yılmaz
SAÜ Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Asistan Öğrenci
Devlet kelimesinin İngilizce karşılığı state, İtalyanca karşılığı statodur. Kökeni ise Latince status kelimesidir. Fakat Latince status, devlet demek değil, “hal”, “durum” demektir (Gözler, 2019: 132-133).Türkçede “devlet” kelimesi, “Arapça “devle” kelimesinden gelmektedir. Batıda durağanlığı ifade eden devlet bizde değişmeyi ifade etmektedir (Gözler, 2019: 133). Eski Türklerde ise devletin basit adlandırılması olarak “il” denmekteydi (Gökalp, 2015: 175). Eski Türk ilinde “vilayet-i amme” kesin şeklini almakta, yani beylerin ve bodun başkanlarının yasama ve yürütme sorumlulukları bütün ülkeye ve bütün topluluğa şamil olmak üzere, Hakan’a intikal etmekteydi (Kafesoğlu,2017: 224-225; Taşağıl, 2017: 175).
Devlet kısaca belirli bir ülkede yerleşmiş, meşru zor kullanma yetkisine sahip siyasal iktidarla yönetilen insan topluluğunun meydana getirdiği bir kuruluştur (Kapani, 1996: 33-40). Devletin, insan, toprak ve egemenlik unsurları vardır.
Türklerde ise devlet “Ülke-Halk-İstikal-Kanun” veya “Halk-Ülke-Hakimiyet-Teşkilat” olarak sistemlendirilmiştir.
Halk; “Kün”, “Bodun” veya “el” olarak isimlendirilmektedir. Halk devletin hem kurucusu hem de temel unsuru idi. Başka bir söylemle halk, devletin gerçek sahibiydi. Türklerde bahsedilen millet kavramı ise tarihleri ile başlamıştır İl-Teriş Kağan’ın oğlu Kül-Tegin’in yazıtlarında veya On Türk Boyu için yazılmış yazıtlarda açıkça görülmektedir (Koca, 2016: 79-81; Gökalp, 2015: 286).
Ülke; Her müstakil devletin hak ve yetkilerini mutlak surette kullanabildiği belirli bir coğrafi sahayı teşkil etmektedir. Eski Türklerde ülkeye “uluş” dendiği ve “yurt” sözünün daha çok “vatan” manasına geldiği bilinmektedir (Taneri, 2015: 74-74; Niyazi, 2018: 44-47).
Hakimiyet ve Hükümdar; Devlette hakimiyet iki şekilde kendisini göstermektedir, İç hakimiyet ve Dış hakimiyet (Gözler, 2019: 163-164). İç hakimiyet, devletin sahip olduğu topraklarda sözünü halkına sözünü geçirebilmesi iken Dış Hakimiyet, tam bağımsızlık demektedir. Türkler için hürriyet ve istiklal adeta varlıklarının temelini teşkil etmektedir. Türklerde hakimiyetin kaynağı genel manada ilahi idi. Tanrı, hakimiyetini doğrudan değil, bir vasıta ile kullanmaktaydı (Kafesoğlu,2017: 225). Bu vasıtada Türk Kağanı idi. Aynı inanışı halk da paylaşmaktaydı. Bu durum, Oğuz Kağan Destan’ında görülmektedir (Taşağıl, 2018:61-69; Köprülü, 2016: 57-67). Kun hükümdarlarının ise mektuplarında “Tanrının tahta çıkardığı Kun Milleti’nin büyük “Tan-ju” veya “şan-yu”su” ibaresini kullanmaları bu durumu göstermektedir (Ögel, 2010: 322-323). Kun Hanedanının Kağanı He-lien-po-po “Benim hükümdar olmam Tanrı tarafından kararlaştırıldı” söylemi ise diğer bir örneği teşkil etmektedir (Niyazi, 2018: 49-51). Bununla beraber Türk Kağanının ilahi menşei düşüncesinin ona hiçbir zaman olağanüstü bir farklı ya da Tanrı-Kral vasfını kazandırmadığına da dikkat çekmek yerinde olacaktır. Türk Kağanı, kendisine kut ile verilmiş olan otoriteyi töreye uygun bir şekilde kullanmasının zorunlu olduğunu biliyordu (Kafesoğlu, 2017: 240; Koca, 2016: 92).
Bizim tarih yazıcılığımıza gelecek olursak eğer, 1980 sonrasında “16 Türk Devleti” adı altında bir program ortaya atılmıştır. Onun öncesinde resmi tarih adı altında Hititlerden, Sümerlere kadar birçok eskiçağ uygarlığının kökenleri Türklere bağlanmıştır. Bu durum, Türk Tarih Kongresi’nde tartışılmış ve özellikle göç mevzusu üzerinde Zeki Velidi Togan-Reşit Galip arasında büyük bir tartışmaya sebebiyet vermiştir. Reşit Galip’in iyi ki sizin kürsünüzde talebe olarak oturmamışım sözünden sonra ise bir grup öğrenci tarafından “Zeki Velidi’ni talebesi olmakla iftihar ederiz” telgrafıyla protesto edilmiştir (Ercilasun, 2019: 21). Bahsedilen grubun başını ise Atsız Beğ çekmekte idi. Bu başlık altında belki de en fazla değinilecek kişi yine Atsız Hoca olacaktır.
Öncelikle Türklerde bayraktan daha ziyade “Tuğ” ların önemli olduğunu dile getirmek yerinde olacaktır. Osmanlıların son döneminde sadece ordu için çizilmiş onlarca bayrak bulunması ise farklılaşmayı göstermektedir.
Türk Tarihini, Osmanlılar dönemi ile eşit tutan tarih görüşünde ise Atsız Hocanında dile getirdiği Hoca Sadeddin ismi ön plana çıkmaktadır. Hoca Sadeddin’in Tacü’t-Tevarih adlı eserinde bu durum açıkça görülmektedir (Sadeddin, 1979: 3-4). Fakat bu tarih yazıcılığıda, Müşir Süleyman Paşa’nın başlattığı tepki ile sonuca varamamıştır (Karaman,2016: 4-7). Hâlbuki Hoca Sadeddin’den önce Osmanlılarda tarih görüşü olarak Oğuz Kağan’a kadar götürme metodu mevcuttur. Bu, Fatih’e sunulan takvimlerdegörülmektedir(Atsız, 2019: 39; Turan, 2007: 69-71). Hatta Çengiz Han ve Timur dahi Hakanlar başlığı altında ele alınmakta idi.
Türk tarihine bütüncül bakışı sistemleştirmeye en fazla yaklaşmış olan Atsız Hoca olduğu günümüz tarihçileri tarafından da kabul edilmektedir (Ercilasun, 2020: 25-26; Gömeç, 2016: 282-283). Fakat Atsız Hocada, Rıza Nur’dan ve bilhassa Zeki Velidi Togan’dan etkilenmiştir. Hocanın örneklerini dile getirmek bu durumda yerindeolacaktır. Atsız Hoca, Türk tarihini İngiliz, Alman veya Fransız milletlerinin tarihi gibi ele alınamayacağını savunmaktaydı. Bunun sebebi olarakta Türk tarihinin o milletlerin tarihi kadar basit yani sabit olmadığını söylemekteydi. Bundan dolayıdır ki Türk tarihini sistemleştirmenin zor olduğuna vurgu yapmaktadır. Birçok millet için tarihin vatan tarihi olduğunu örnek olarak Fransızlar, Araplar için ise tarihin millet tarihi olduğunu söylemektedir. İngilizler için ise tarihin devlet tarihi olduğunu dile getiren Atsız Hoca, Türk tarihine bakışımızın yanlış olduğuna vurgu yapmaktadır. Bizim içim millet-devlet esaslı tarih yazıcılığının milli menfaatlerimize daha uygun olduğunu belirttikten sonra bunları kenarıya atıp vatan ve devlet tarihi bile yazmadığımızı, sülale ve rejim tarih yazıcılığına giriştiğimizi söyleyerek haklı bir konuya değinmiştir. Her sülalenin devlet sayılmasına ise tamamen karşıdır. Atsız Hoca, her zaman bir Türk Devleti olduğunu savunmaktadır. İngiltere’de,Fransa’da sülalelerin değişmesine örnek verdikten sonra bu durumun,ismi anılan devletlerin tarihlerinde farklı devlet olarak sayılmadıklarına vurgu yapmaktadır. İki Gül savaşlarının veya Alman iç savaşlarının da bizim anlayışımız ile hareket etseler idi ayrı devletler savaşı olarak ele alınması gerekirdi diyerek bizde de sülalelerin savaşı olmuştur devletlerin değil diyerek önemli bir duruş sergilemiştir (Atsız, 2015: 9-18). Bu durumu 1935 yılında yayımladığı “Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar” adlı eserinin önsöz kısmında Türk Milletinin bütün tarihinde yalnızca iki yerde, Doğu Türkeli ve Batı Türkeli olmak üzere iki devlet kurduğunu ileri sürmektedir. Fakat 1941 yılında “Çınaraltı” dergisinde yayınladığı “Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır” başlıklı yazısında bu fikirden kısmen dönmüş veya genişletmiş denilebilir.1966 yılında “Türk Tarihinde Meseleler” adlı eserde, ikinci görüşe sadece yer vermesi ise ikinci görüşünü sağlama aldığını göstermektedir. İlk görüşünde Türklerin yalnız iki devlet kurduğu görüşünde Doğu ve Batı Türkeli olarak ele alan Atsız Hoca, ikinci görüşünde, Türkistan ve Anadolu dışında Çin’de, Hindistan’da, İran’da, Mısır’da ve Avrupa’da kurulan sülalelerin yerli halk yok oluncaya kadar birer Türk devleti olduklarını ileri sürerek devlet sayısında belirsizliği hâkim kılmıştır. İlk görüşten ayrılınmaması gerektiğihakkında, Türükoğlu Gök-Alp’in Töre Dergisi’nde “Türk Tarihini Dağınıklıktan Kurtarmak İçin” başlığı altında görülmektedir. Gök-Alp Hoca, meseleyi Atsız’ın bıraktığı yerden ele alarak Ziya Gökalp’in yaktığı ışıktan yürüyerek bir sonuca ulaşmaya çalışmıştır. Gök-Alp Hoca bu konuda haklı olduğu söylenebilir. Çünkü Türk devletini oluşturan dört unsur ancak iki yerde bir arayagetirilebilmiştir. Bunlar Türkistan ve Anadoludur.Çin’de,İran’da ve Avrupa’da yabancı devletlerin tarihlerindeki yerimiz sadece iktidarı elimizde bulundurmamızdır (Gök-Alp, 1978: 9-12).
Türkistan’da yani Doğu Türkeli’nde Sakalar,Kunlar,Siyenpiler,Gök Türkler, Uygurlar, Karahanlılar, Çengizliler ve Aksak Temirliler gibi sülaleler veya boylar sandığımız gibi ayrı ayrı devlet değillerdir. Tek bir devlet vardır sadece sülaleler değişmektedir.
Anadolu’da yani Batı Türkeli ise 1040 yılında Dandanekan Savaşı ile kurulmuştur. Sanıldığının aksine 1071 yılında Malazgirt ile kurulmamıştır. Bu söylem Anadolucu düşünceden yola çıkılarak sahiplenildiğini söylemek mümkündür. Çünkü devletimiz günümüzde Türkmenistan’ın sınırları içerisinde bulunan Merv şehrinde kurulmuştur. Zaman zaman başkent günümüz İran sınırları içerisinde bulunan şehirlere devamında ise devletimiz yani Türkiye, Anadolu topraklarında vücut bulmuştur. Bu durumda tarihte devletin kurulduğu yerden farklı bir coğrafyaya aksetmesi olarak veya merkezi coğrafyanın değişmesi olarak adlandırılabilir.
Türkiye tarihine baktığımızda ise;
- Dönem: Tuğrul ve Çağrı Beğlerin devletimizi kurması ile başlayıp Vezir Mühezzibüddin Ali’ni Amasya kadısı ile Baycu’nun peşinden Mugan’a gitmesi ve vergi vermek şartıyla anlaşma yapılıp,memleketin asayişi temini işini Moğol “şahna” bırakıldığı dönem(1040-1256).
- Dönem: Moğolların özerk bıraktığı, devletin iç işlerine karışmadığı devir (1256-1277), Baybars’ın Anadolu topraklarına gelmesi, Muineddin Pervane ve bazı arkadaşlarının idamıyla başlayıp sonrasında Moğol ülkelerindeki sistemlerin getirilmesi, SelçukluHanedanı’nın bir vali konumunda olsa bile soyunun tükenmesi ve Anadolu’nun hızla Türkleştiği devir(1277-1308), İlhanlıların Türkiye Devleti’nin taht koltuğuna artık kendi-lerinin oturduğu devir (1308-1335)
- Dönem: İlhanlılardan boşalan Türkiye Devleti’nin tahtına oturulduğu dönem ve Anadolu’ da Türk Birliği’nin sağlanmaya çalışıldığı devir (1335-1402), Timur ile Ankara savaşı sonrası fetret dönemi yaşanmış ve çelebiler birbirleriyle taht mücadelesine girmiştir. Mehmet çelebi galip çıkmıştır fakat, Timur oğlu Şahruh’a Türkiye Devleti’nin yönetimini bırakmıştır.(Zaten Timur’un gelmesi ile Anayurt’ta ki devlet ile Türkiye Devleti birleşmiştir.)Şahruh ölene kadar Osmanlı Hanedanı, onun baskısı altında yaşanıldığı, bazı yıllarda onun adına sikke basıldığı ve nispeten ölçülü davranıldığı ,bağlılığı teyit etmeye çalışıldığı devir(1402-1447),Rum imparatorluğun ilhakı ile Akdeniz ve Karadeniz’e hakim olan Türkiye Devleti’nin, Anadolu’da Türk birliğinin sağlanıp,beylikleri itaat altına alındığı devir(1447-1515), Anadolu’da Türk Birliği sağlanması (Selçuklu Hanedanı’nın devrindeki vahdeti yeniden tesis edilmesi ) ile Saltanatın Kaldırılmasına kadar olan devir (1515-1922).
- Dönem ise Cumhuriyet rejimine geçilmesinden günümüze kadar olan ki devir olarak özetlenebilir.
Atsız Hoca ve Mükrimim Halil Yinanç ise Osmanlıların devri için 1515 yılı ve sonrasını bazalmaktadırlar (Atsız, 1992: 101; Yinanç, 1924: 52-59). Bunun sebebi ise Anadolu’da tam bir hakimiyetin o yılda gerçekleşmesinden dolayı olduğunu dile getirmektedirler. Fakat nazarımca bu konu dogma değildir. Ciddi tarihçilerin toplandığı bir kongre de bu şuurla adım atıldığı sürece tarihteki yıllar değişse de bütünlük aynı kalacaktır.
Günümüzdehala daha milli tarihimiz içerisinde söz ettiren önemli kahramanlarımızın tarih kitaplarında isimlerinin dahi geçmediği görülmektedir. Yarasa misali ilim ve irfan gördüğü vakit kaçan ve iktidar sahipleri sebebiyle veya yaranmak hasebiyle tarih yazıcılığını çarpıtmak milli tarihimize ihanettir. Nasıl ki bir zamanlar Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın kuruluş yılı, Yeniçeri Ocağı’nın kuruluş yılı (1363) olarak sayıldıktan sonra Tanrıkut Motun (Mete) kurduğu ve sistemleştirdiği yıl baz alınmaya (M.Ö. 209) başlandıysa, günümüzde de o tarih şuuruyla adımlar atılması ve Türk Devletinin devamlılığı baz alınarak tarih yazılması ilk atılacak adım olmalıdır .Kunlar, Gök Türkler veya Temirliler günümüzde bulunan tüm bağımsız Türk Devletlerinin ortak paydası olduğu akıllardan çıkarılmaması gerekir. Türkler Doğu Türkeli ve Batı Türkeli devletlerini kurmuşlardır. Bu devletler zaman zaman birleşmiş ve bazı dönemlerde de ayrı kalınmıştır.
Hatırlatmakta fayda var; Türk Devletinin devamlılığı ve Doğu-Batı Türkeli ayrımı yapıldıktan sonra sülalece anlayıştan millet esaslı tarih yazıcılığına geçiş ilk meselemiz olmalıdır.
Kaynakça
Atsız, H. N. (1992). Makaleler (Cilt I). İstanbul: İrfan Yayınevi.
Atsız, H. N. (2015). Türk Tarihinde Meseleler. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Atsız, H. N. (2019). Osmanlı Tarihine Ait Takvimler. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Efendi, H. S. (1979). Tacü’t Tevarih (Cilt 1). Ankara.
Ercilasun, A. B. (2019). Türkçülüğün Mistik Önderi Atsız. Ankara: Panama Yayıncılık.
Ercilasun, K. (2020). Türk Tarihinin Çağları. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Gök-Alp, T. (1978, Mart). Türk Tarihini Dağınıklıktan Kurtarmak İçin. Töre Dergisi(82), s. 9-12.
Gökalp, Z. (2015). Türk Medeniyeti Tarihi. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Gömeç, S. Y. (Ankara). Türk Tarihinde İzler (Cilt IV). 2015: Berikan Yayınevi.
Gözler, K. (2019). Anayasa Hukuku’nun Genel Esasları. Bursa: Esin Basın Dağıtım.
Kafesoğlu, İ. (2017). Türk Milli Kültürü. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Kapani, M. (1996). Politika Bilimine Giriş. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Karaman, B. (2015). Umdetü’l-Hakayık Birinci Cilt Transkripsiyon [Yüksek Lisans Tezi]. Adnan Menderes Üniversitesi.
Koca, S. (2016). Türk Kültürünün Temelleri. Ankara: Berikan Yayınevi.
Köprülü, M. F. (2016). Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Alfa Basım Yayım.
Niyazi, M. (2018). Türk Devlet Felsefesi. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
Ögel, B. (2010). Türk Mitolojisi (Cilt 1). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Taneri, A. (2015). Türk Devlet Geleneği (Dün-Bugün). İstanbul: Bilge Kültür Sanat.
Taşağıl, A. (2017). Kök Tengri’nin Çocukları. İstanbul: Bilge Kültür Sanat.
Taşağıl, A. (2018). Bilge Kağan’ın Vasiyeti. İstanbul: Bilge Kültür Sanat.
Tekin, A., & İzgöer, A. Z. (2011). Anadolu Mecmuası. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Torun, Y. (2011). Siyaset Felsefesi Tarihinde Devlet. Ankara: Orion Kitabevi.
Turan, O. (2007). İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihi Takvimler. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Yinanç, M. H. (1924, Nisan 1). Milli Tarihimiz Mevzuu 1. Anadolu Mecmuası(2), s. 54-59.