VAKTİYLE BİR EBU’L-GÂZİ BAHADIR HAN VARMIŞ, VAR OLSUN!

Ebu’l-Gâzi Bahadır Han, 24 Ağustos 1603 yılında Harezm havzasında Ürgenç şehrinde doğmuştur. Cengiz Han soyundan gelen Arap Muhammed Han’ın oğludur.
Ebu’l-Gazi, Tavşan yılında Yayık’taki (Ural) Rus Kazaklarının Ürgenç’e saldırıp, babasının kahramanca Rusları geri püskürttüğü günden 40 gün sonra dünyaya geldiğini belirtir. Yadigâr Han diye de anılır. Annesinin adı Mihri Banu’dur. İyi bir eğitim gördü. Küçük yaşlarda Arapça ve Farsça öğrendi. Türk tarihine merak sardı ve bu konuda araştırmalar yaptı.
Kardeşiyle korakor yaptığı mücadelelerde muvaffak olamayınca Safevi hükümdarının yanındaki mecburi ikâmeti esnasında Farsça öğrendi ve Türk Tarihi üzerine incelemeler yaptı.
Ebu’l-Gâzi Bahadır Han’ın bu mecburi ikâmeti esnasında Moğol tarihçisi Reşiddedin’in Cihan tarihini de görüp incelediği ve İran’da yaşayan Türkmenlerden Oğuz menkıbelerini dinlediği düşünülebilir.
Ezcümle; mücadelelerle, eser üretmekle, ne uyumak ne yorulmak ne sıkılmak bilmeden, az uyuyarak ilim okumakla, öğrenmekle, öğretmekle geçen bir ömürdü Ebu’l-Gâzi Bahadır Han’ınki…
O, güçlü bir siyaset adamı ve iyi bir tarihçi olduğu kadar Ali Şîr Nevaî ve Babür Şah’tan sonra Çağatay edebiyatının öncü temsilcilerindendi…
O, Türkistan halklarının üstadı ve biricik ilhâmı olan çok müstesna bir kişiydi…
O, çalışkan ve sabırlı bir şahsiyetti…
O, Türkistan halklarının dillerinde dolaşan efsaneleriyle menkıbelerine varıncaya kadar araştıran, Türk tarihinin kaynaklarına inerek Şecere-i Terakkime ve Şecere-i Türk adlı iki ayrı eser vücuduna getirerek Türk ve ilim dünyasının hizmetine sunan bir mütefekkirdi…
O, Tek başına bir “akademya” gibiydi.
O, Türk milletinin yetiştirdiği en büyük âlimlerinden, dilcilerinden, tarihçilerinden ve siyaset adamlarından biriydi…
O, âlim ve fazıl bir kişiydi…
O, Rusların Türk ülkelerine taarruz edip onları esir etmesi üzerine yaralar açılan ruhunda onlara düşmanlık beslemiş, Türk milletinin milli kimliğine sahip çıkarak birlik ve beraberlik içinde Ruslara karşı dik durması için, başta dil ve tarih olmak üzere Türk’ün öz değerlerini korumak için Ruslara karşı kılıcıyla mücadele ettiği gibi kalemiyle de mücadele eden, tabiri caizse Türkistan’ın kılıçlaşmış bir kalemiydi…
O’na göre bir millet dilini kaybederse geriye hiçbir şey kalmaz, yok olur giderdi…
O’na göre ancak milli ve dini değerlere bağlı fertlerin oluşturduğu bir toplum varlığını sürdürebilirdi, bağımsız yaşayabilirdi…
Altmış yıllık ömrüne sayısız mücadeleler, eserler sığdıran Ebu’l-Gazi Bahadır Han, 1663 senesinde dâr-ı bekâya irtihal etti. Kalbi pûr-nûr, mekânı cennet, makâmı âli olsun…
Vaktiyle bir Ebu’l-Gâzi Bahadır Han varmış, var olsun… Şimdilik bu kadar. Bir sonraki yazıya değin selam ve dua ile
