KIRIM TATAR TÜRK KADINININ KONUMU
Kırım Türk geleneğinde de kadınlara önem verilmiştir. XIV. yüzyılda Kırım’daki Altın Orda sarayını gezmiş olan seyyâh İbni Batûta bu konuyla ilgili şu bilgiyi vermektedir: “Bu ülkede gördüğüm ve beni epeyce şaşırtan tutumlardan birisi de buradaki erkeklerin kadınlara gösterdikleri aşırı saygıdır.
Bu memlekette kadınlar erkeklerden daha üstün sayılırlar.”
Genellikle Müslüman Türk kadınları ile ilgili yanlış kanaatler sözkonusudur. Türk kadınları, çarşaf içinde, kafes arkasında yaşayan, dünya işlerine karışmayan ve âdetâ erkeklerin kulları olan kimseler şeklinde gösterilmektedir.
Bu kanaat özellikle Kırım Türk kadınlarının durumu açısından son derece yanlıştır. Bu konuya dair vesikaların çoğu savaş yıllarında tahrip olmuş ise de bu konu A. Z. Soysal tarafından var olan vesikalara dayanılarak aydınlatılmaya çalışılmıştır.
Hanlık döneminde Kırım Türk kadını medeni hayatın bir parçası olarak mevki bakımından büyük bir saygınlık kazanmıştır.
O dönemde kadınlar erkeklerle eşit hukuka sahiptirler. Memleketin iç ve dış işlerine karışabilmekte, haklarına tecavüz edildiği takdirde adlî makamlara başvurabilmektedirler.
Sonraki dönemlerde ortaya çıkan Osmanlı tesirine rağmen bu durum değişmemiştir.
XIV. yüzyılın ünlü Arap seyyahı İbni Batûta, seyahatnamesinde Kırım kadınları hakkındaki izlenimlerini şöyle ifade etmiştir:
“Burada acip bir hal meşhudüm oldu ki o da Türkler indinde mazhar-ı tâzim
olmasıdır. Bunların mevki ve mertebesi erkeklerin fevkindedir. Ümera kadınlarına
gelince, birincisini, Kırım’dan esnayi hurucumda gördüm. Şöyle ki: Emiri
Sultaniyenin zevcesi hatuna musadif oldum. Râkip olduğu araba mavi renkli olup
kıymetli kumaş ile mesturdu. Pencere ve kapıları ise açık olarak, önünde, hüsnü
cemali bakemal ile araste ve elbise-i zarife ve bedia ile piraste dört cariye mevcut
idi. Arkasında maiyetinde bulunan cariyeleri hamil olarak giderdi.67 Mumaileyha,
Emirin menziline yaklaşınca arabadan yere indi. Kendisiyle beraber takriben otuz
cariye inerek eteklerini kaldırdılar. Libasının etekleri olup her cariye bir ilikten
tutarak eteğini her taraftan yerden ref ederler. Kendisi yürüyüp Emire vasıl olduğu
zaman, mumaileyh kıyam ile kadına i’tay’i selâm ederek yanına oturttu. Ve cariyeler
hatunun etrafını ihata eyledi. Sonra kımız tulumlarının gelmesiyle hatun bundan bir
kadeh doldurdu. Emirin önünde diz çökerek kadehi ona sundu. Emir onu içtikten
sonra hatun onu emirin biraderine içirdi. Emir de hatuna verdi. Taam ihzar
olunarak hatun emir ile taam etti. Emir buna bir kat libas vererek mezbure avdet
etti.”
“Satıcılar ile çarşı esnafının kadınlarına gelince, bunları da gördüm. Bir
tanesi bir arabaya râkip olup bir at çeker ve önünde üç dört cariye eteklerini
kaldırırdı. Başında bugtag namıyle maruf ve mücevherat ile müzeyyen olan ve baş
tarafında tavus tüyü bulunan bir hotoz var idi. Arabanın pencereleri açık idi. Türk
kadınları ihticap etmediğinden hatunun yüzü görünüyordu. Diğer bir kadın dahi bu
tertibe riayet ettiği ve refakatinde hizmetkârları bulunduğu halde pazara koyun ve
süt getirip itiriyat mukabilinde halka satardı. Alelekser nisvân zerveleriyle beraber
bulunup erkeği gören, kadının hademelerinden biri zannederdi. Müteakiben Sultan
Mehmet Özbek’in Cuma günü “Kutbei zehep” de oturuşunu anlatırken “Kutbei
Zehepde cevher ile müzeyyen bir serir mevcuttur. Sultan bu tahta culus ederek
sağında Tıtoglı hatun ve onun alt tarafından Gebek Hatun, solunda Bilon Hatun ve
anın yanında Ardıcı Hatun bulunur. Kızı Geççik dahi önünde durur. Bu hatunlardan
biri geldikte kıyam ile eline yapışarak Serire oturur. Lakin ve Melike bulunan ve
yanında cümlesinden ziyade mazharı tevhir ve ihtiram olan Titoglu hatun gözüktüğü
zaman dairenin kapısından istikbal ile selam vererek elini tutar. Mezbure tahta çıkıp
oturunca Sultan dahi calis olur. İnticap edilmediği için şu ahvalin cümlesi Türklerin
gözü önünde cereyan eder. Salât-ı asrî müteakiben Melike gider. Diğer hatunlar
kalkıp mumaileyhayı dairesine kadar teşyi ederek haremgâhına girince her biri
arabasına binip dairesine dahil olur. Hatunlardan her birinin refakatinde ata binmiş
olarak takriben elli cariye bulunur.”
Hanın hatunları hakkında verilen bilgiler kadının yüksek mevkiini göstermektedir.
Mengli Giray Hanın eşi Nur Sultan Bike’nin, devrinin kadın siyasetçisi
durumunda olduğu bilinmektedir. Nur Sultan Bike, Timur Mirza adındaki bir beyin
kızıdır. Bu hatun kocasının Rus knezi ile yakın bir dostluk kurmasını sağlamıştır.
1497 yılında Hacca gitmiştir.68 Hac dönüşü Moskova’da bulunan oğullarını görmek
istemişse de bu seyahatten vazgeçmek zorunda kalmıştır. Ertelediği bu seyahate,
1509 yılında küçük oğlu Sahip Giray ve Han tarafından yanına verilen üç elçi ile
çıkmıştır. Nur Sultan Bike Moskova’da muazzam bir merasimle karşılanmıştır. Knez
Vasili’nin sarayında bir kraliçeye layık şekilde ağırlanmıştır. Nur Sultan Bike bir ay
kadar Moskova’da kalarak oğlu Abdüllatif Hanla görüştükten sonra diğer oğlu olan
Kazan Hanı Mehmet Emin’i görmek amacıyla Kazan’a gitmiştir. Rus knezi ile
Kazan Hanının arasının açık olduğu bu dönemde Nur Sultan Bike, Kazan’da bir yıl
kadar kalarak oğlu ile Rusların arasını bulmaya çalışmıştır. Nur Sultan Bike Kazan
dönüşünde tekrar Moskova’ya gelmiş ve altı ay burada kalmıştır. Moskova’dan
Kırım’a dönerken kendisine Rus elçisi Toçkof eşlik etmiştir. Rus knezi, bu elçi
aracılığıyla iki ülke arasında zaten var olan dostluğun bundan böyle hiçbir zaman
bozulmayacağını bildirmiştir.
Evliya Çelebi de Kırım Türk kadınları hakkında şu bilgiyi vermektedir:
“Cümle Kırım askeri han ile sefere gittiklerinde ol mahalde cümle Kırımın
Nogay ve Bardak karıları Kırım’da atlanıp bellerine kılınç ve sırık bağlatıp
kızaklariyle bağlara, dağlara ve tavlara (orman) ziraat idüp, ehilleri seferden
geldiklerinde hazır mahsul bulurlar.”
Hanlık döneminde, eski Türk ananelerinde kadınlara olan hürmet ve saygı
devam etmiştir. Asilzadelerin kadınları hükümetin siyaseti ile alakadar olmuşlar, ilim
ve edebiyatla iştigal etmişlerdir. Hatta kendileri ilmî eserler ve şiirler yazmışlardır.
Askerlerin kadınları ise kocalarıyla beraber atların terbiyesine ve silah tedarikine
bakmışlar ve bilfiil savaşlara katılmışlardır. 1424 yılında Ryazan’da Kırım ordusu ile
Vitold arasında meydana gelen savaşta Litvanyalılara esir düşen Türklerin arasında
erkek elbiseleri giymiş kadınlara rastlanmıştır. Bunlar arasında Hudaberdi Hanın
zevcesi ile kız kardeşleri de vardı.
Bartoseviç de kendi eserinde Kırım ordusunda kadınlara rastlandığını
belirtmiştir. Bu kadınların saçlarını erkekler gibi tıraş ettiklerini, savaş alanlarında
erkek elbiseleri ile savaştıklarını ve hatta aralarında kumandanlar dahi bulunduğunu
ifade etmiştir. Yine Bartoseviç, Kırım ordusu Rusların Biruhnik adındaki bölgesine
akın ettiklerinde aralarında erkek elbisesi giymiş kadınların olduğunu yazmıştır.
Leh diplomatı Peçenski, 1648’de Kırım Hanı İslâm Giray nezdinde sefir
olarak bulunduğu sırada gördüklerini şu ifadeler ile kaydetmiştir:
“Kırım’da en fazla nazarı dikkatimi çeken şey Türk kadınlarıdır. Bunlar
yalnız dahili işlerde değil, siyasi meselelerde de mühim rol oynuyorlar. Hanın
başvekili Sefer Gazi Ata ile bir mesele konuşurken Lehistan dostluğuna İslâm Giray
Hanın çok ehemmiyet verdiğini ve bu hususta kocası üzerinde tesir icra edebileceğini ümit ettiğini söyledi.”
Anlaşılacağı üzere hanların anneleri, zevceleri ve kızları hükümetin siyaseti
ile yakından ilgilenerek alınan kararlar üzerinde önemli etkileri göstermişlerdir. Dış
siyasetle ilgili olarak da yabancı devletlerin hükümdarları, yüksek memurları, elçileri
ve askeri komutanları ile bizzat görüşerek ve haberleşerek Kırım’ın meselelerinde rol
oynamışlardır.
Kırım’da Türk kadını, gerek Altın Orda devrinde (XII.-XIV. yüzyıllar)
gerekse Kırım Hanlığı’nın ilk devirlerinde (XV. yüzyıl) hem sosyal hayatta hem de
devlet hayatında özgürlükten önemli ölçüde faydalanarak rol oynayan bir konumda
olmuşlardır. Kadının dış dünyaya kapalı bir konuma gelmesi Kırım Hanlığı’nın
ikinci devresinde (XVII.-XVIII. yüzyıllar) ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Kırım’ın
Yakın Doğu Müslüman ülkeleriyle yakınlaşması bu duruma sebebiyet vermiştir.
Bu durum 1783 yılındaki Rus işgali sonrası millî devlet hukuksuzluğu ile onun
doğurduğu dinî muhafazakârlık koşulları içinde daha da kuvvetlenmiştir.71
Diğer taraftan Hanlık dönemine ait kadı sicilleri kadınların o dönemdeki
sosyal hayatı hakkında bilgi veren önemli kaynaklardır. Bu kaynaklardan kadınların
yargı sürecine vekâlet yoluyla (kadınlara karşılaştıkları sorunların çözümü için
erkekler vekâlet etmiştir) katılabildiklerini, ekonomik ve ticari faaliyetler içerisinde
kısmen yer alabildiklerini göstermektedir. Ayrıca şahitler arasında hiçbir zaman
kadınların bulunmaması da kadınların toplumdaki sınırlılıklarına işaret etmektedir.
Nikâh akdinin sicil kayıtlarına nadiren geçirildiği buna karşılık boşanma, nafaka
talep ve tespiti konularının sıkça yer aldığı görülmektedir.
1917 İhtilâli öncesi kadın (anne ve kız) birçok alanda eşitsiz ve hukuksuz
bir durumdaydı. Esasen Kırım Türk kadını, o dönemdeki çoğu Müslüman kadını ile
benzer bir durumda yaşamaktaydı. Dış dünyaya kapalı ve toplumdan tecrit edilmiş
bir konumda idi. Kadının hayatı, ailesi ve yakından tanıdığı diğer Müslüman
kadınlarının muhitiyle sınırlı kalmaktaydı. İhtilâl öncesinde kadın çarşafsız sokağa
çıkamıyor, hukuktan erkeklerle eşit şekilde faydalanamıyor, baba, koca, erkek kardeş
ve oğulları ile olan ilişkisi dini kaideler doğrultusunda belirleniyordu. Buna göre
kadın, hem babasına hem de kocasına tâbi olup özellikle erkek çocuklar üzerindeki
iradesi sınırlıydı. Anlaşılacağı üzere kadın toplum hayatına aktif bir şekilde
katılamıyordu. Kadının bu hukuksuz durumu eski Türk aile yapısına yabancı idi. Bu
durumun Kırım Türklerinin Yakın Doğu milletlerinden etkilenip benimsediği hayat
tarzından ileri geldiği düşünülmektedir.
İsmail Bey Gaspıralı Rusya Müslümanlarının millî medeniyetlerinin
canlanması için öncelikle Müslüman kadınların aydınlanması gerekliliği noktasından
hareket etmiştir. Bu anlamda Kırım’da Türk kadınının hürriyetine kavuşması
yolunda ilk adımlar 1879-1914 yılları arasında İ. Gaspıralı’nın faaliyetleri sonucu
atılmıştır.İsmail Bey’in üzerinde durduğu önemli konulardan birisi de kadın-erkek
eşitliği ve kadınların okutulması meselesi olmuştur. Bu konuda daha geniş bir
açılım sağlamak amacıyla, ileriki bölümlerde daha detaylı bahsedeceğimiz,1905’de
ilk kez ve sadece kadınlara yönelik bir yayın olan Âlem-i Nisvân’ı yayın hayatına
kazandırmıştır. Tatar kadın şair F. Süleymaniye, 1914’de Süyümbike Dergisi’nde
Gaspıralı’nın bu konudaki katkısını “Müslüman kadınları cehaletin çukurundan
çekip çıkaran ve aydınlık ve keskin bir yola sevk eden kişi” şeklinde ifade etmiştir.
İlk Türk kadın mecmuası olan Âlem-i Nisvân, Şefika Gaspıralı’nın idaresinde yayın
hayatına başlamıştır. Yine aynı yıllarda Müslüman kızlara Kırım Tatar Millî
Mekteplerinde okuma izni verilmiştir. Rus müellifi E. N. Orlovskaya’nın 1911’de
yayınlamış olduğu “Kırım” adlı kitabında “hemen hemen bütün Kırım Tatarlarının
(Türklerinin) ana dillerinde okuma ve yazma bildikleri” ve “her (Türk) köyünde bir
okul bulunduğu”nu ifade etmiştir. İhtilâl öncesi Türk halk okullarında kız ve erkek
çocuklarının bir arada okumaya başlaması Türk kadınının hürriyetine kavuşması
yolundaki ilk başarılar sayılabilir. Bu başarı Gaspıralı’nın talebe ve haleflerinin
çabaları sonucu ilerleyen yıllarda daha da artmıştır.
XX. yüzyılın başlarını anlamak açısından Fatih Kerimi’nin seyahat notları
da göz ardı edilmemelidir. Kerimî, Tercüman Gazetesinin yayın hayatına
başlamasının 20. yıl dönümü dolayısıyla Bahçesaray’da 4 Mayıs 1903’de yapılan
dua meclisine katılmak için Kırım’a gitmiştir. Akmescit’te bir tiyatro oyununa gitmiş
burada bir mirza ailesi ile tanışmıştır. Mirza efendi hanımını ve kızlarını modern bir
şekilde Kerimî ile tanıştırmıştır. Dikkati çeken diğer bir husus da mirza efendinin
kızının mürebbiyesinin bir Rus oluşudur. Ayrıca gerek mirza efendinin gerekse
hanımı ve kızlarının giyim kuşamının gayet modern olduğunu, birkaç kat şal ve
onunda üstünde yeşilli sarılı kaftanlara büründüklerini söylemektedir. Kerimî bu
konuda, “iffet ve ismeti, hukuk ve haysiyeti muhafaza etmek için çapan ve şal değil,
belki talim ve terbiye, ilim ve marifet lazımdır” demektedir.78 Kerimî bu ifadesi ile
Kırım Tatar hanımlarının açık gezseler de kendilerini korumayı bilecek kadar bilgi
birikimi ve değerlere sahip olduklarını vurgulamaktadır.
Kırım Türklerinin millî devletlerini kurdukları 1917-1918 yıllarında Türk
kadını tam hürriyet ve hukuki eşitliğe sahip bir konumda yer almıştır. 7 Nisan
1917’de düzenlenen Bütün Kırım Müslüman Kongresi’nde Kırım Müslüman Merkezi
İcra Komitesi seçilmiştir. Kongre delegeleri ve Merkezi İcra Komitesi üyelerinin
çoğunluğu Müslüman kadınının bir an önce hürriyete kavuşmasını savunmuşlardır.
Bu amaçla, ilk olarak 1917 yılının Nisan ve Mayıs aylarında Kadın Komiteleri
kurulmuştur. Kadın Komiteleri Kırım’ın bütün şehir ve köylerinde kurulmuş ve
bütün Müslüman kadınlarını içine almıştır. Komitelerin amacı özellikle Müslüman
kadınlar arasında olmak üzere genellikle kültür, eğitim ve sosyal alanlarda faaliyette
bulunmaktı.
Kadınlar bu konuda Müslüman din hizmetlileriyle başarıyla mücadele etmişlerdir.
Özellikle seçim kampanyalarında büyük başarılar göstermişlerdir.
Ağustos 1917’de Kadın Komiteleri, Bütün Kırım Müslüman Kadın Kongresini
düzenlemişlerdir. Kongrenin seçtiği Kırım Müslüman Kadınları Merkez Komitesi ile
temsilcilerini Kırım Müslüman Merkezi İcra Komitesi ile Şer’iyye Mahkemesine
göndermiştir. Kadın Komitelerinin varlığı, Rusya Müslümanları için önemli bir
yenilikti. Bunların faaliyetleri sonucu Kırım Türk kadını hızla hürriyetine
kavuşmuştur.
Müslüman kadınını hürriyetine kavuşturma faaliyeti sadece Kırım ile sınırlı
kalmamıştır. İhtilâlin ilk yıllarında bütün Rusya Müslüman kadın delegelerinin de
bulunduğu sekiz yüz delegenin katılımıyla 14-24 Mayıs 1917’de gerçekleştirilen
Birinci Bütün Rusya Müslümanları Kongresinin çalışmalarına etki etmiştir.
Kongrenin gündeme aldığı ilk konulardan biri Rusya Müslüman kadınlarının hürriyet
sorunu olmuştur. Bu kongreye katılan Cafer Seydahmet’in başkanlığındaki Kırım
delegasyonu, Şefika Gaspıralı, Dilara Bulgak ve Zeynep Davidoviç ismindeki üç
hanım dahil yirmi beş üyeden oluşmuştur. Kongre, Müslüman kadının hürriyeti
lehine karar vermiştir. Bu karar kadın hürriyetinin Kırım dahilinde fiilen
gerçekleşmesini hızlandırmıştır. Buna göre 7 Nisan 1917’de Bütün Kırım Müslüman
kongresine katılan bin beş yüz delegenin içinde iki kadın bulunduğu halde 14-15
Ekim 1917’de toplanan ve Kurultay’ın çağrılmasına karar veren Kırım Türklerinin Bütün Kırım İçtimai ve Millî Teşekkülleri kongresine katılan iki yüz delegenin yirmi tanesi kadınlardan oluşmuştur.
Zera Bekirova, Kırım Tatar Türk ailelerinin sürgün yıllarının zorlu koşulları içerisinde dahi kız çocuklarının eğitimine önem vererek onları mutlaka okuttuklarını ifade etmiştir.
DOKTORA TEZİ
KIRIM TATAR TÜRKLERİNİN
KÜLTÜREL HAYATI
(XX. YÜZYIL VE SONRASI)
KAMELYA KESKİN