KIRIM ÖZGÜRLÜK HAREKETİ’NİN ÖNEMLİ BİR YOLBAŞÇISI: NUMAN ÇELEBİ CİHAN (1885-1918) KEVSER DEĞİRMENCİ
DEĞİRMENCİ, Kevser
TÜRKİYE/ТУРЦИЯ
ÖZET
Kırım’da MS 430 yılında Hun İmparatoru Atilla ile başlayan Türk hâkimiyeti, 6.yüzyılda Hazarlarla devam etmiş, 10. yüzyılda Peçenek dönemi başlamıştır.
12. yüzyıldan itibaren ise Anadolu Selçuklu Devleti’nden çok sayıda Türk tüccar Kırım’a gelerek Anadolu Türk medeniyetini Kırım topraklarına taşımıştır. 1239 yılında Altınordu Devleti’nin egemenliğine giren Kırım, 1357 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. Hacı Giray Han önderliğinde kurulan bu devletin adına bağımsız
“Kırım Hanlığı” denilmiştir. Bu dönemde özellikle Osmanlı donanmasının Karadeniz’deki birçok seferine asker gönderen Kırım Hanlığı, 1475’te kendi isteğiyle Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmıştır. 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılan Kırım Hanlığı, 1783 yılında Rus işgaline maruz kalmış, böylece Kırım topraklarında günümüze kadar devam edecek olan esaret dönemi de başlamıştır. Rusların Türklere karşı uyguladıkları baskı ve soykırım politikası yüzünden Kırım’daki Müslüman-Türk nüfus Anadolu topraklarına, Romanya’ya ve Bulgaristan’a göç etmek zorunda kalmıştır.
Bu göç sırasında çok sayıda Kırımlı yaşamını yitirmiş, insanî bakımdan trajedik sayılabilecek pek çok sıkıntı yaşanmıştır.
100 yıllık esaret hayatının ardından Kırım Türkleri arasında yetişen bazı reformistler, milletini gaflet uykusundan uyandırmaya ve insan hakları için mücadele etmeye çalışmışlardır. Bu reformistlerden en önemlisi hiç kuşkusuz Numan Çelebi Cihan’dır. Bu çalışmamızda Numan Çelebi Cihan (1885-1918)’dan ve onun yürüttüğü Kırım istiklâl davasından bahsedeceğiz.
Anahtar Kelimeler: Kırım, özgürlük, Rusya, Vatan Cemiyeti, Numan Çelecihan.
ABSTRACT
The Significant Figure of Crimea Liberation Movement: Numan Çelebi
Cihan(1885-1918)
Turkish dominance was started by the Hun Emperor Atilla in Crimea in 430
ADand continued by the Hazar Empire in the 6th century. In the 10th century,
the period of the Pecenek was started. As from the 12th century, many Turkish
tradesmen from Anatolia Seljuk Empire settled in Crimea. In 1239, Crimea was
1084
under the rule of Altınordu state (Goldenhorde) and in 1357 Crimea declared its
independence. Under the leadership of Hacı Giray Han, this state was called as
the independent “Khanate of Crimea”. In this period, Khanate of Crimea, which
sent many soldiers to Ottoman fleet in Black Sea Region, came under the rule
of Ottoman Empire voluntarily. Khanate of Crimea, which was separated from
the Ottoman Empire by Küçük Kaynarca pact signed in 1774, was exposed to
Russian invasion. Thus the period of captivity, which will have lasted to the
present, started. Because of the policy of oppression and genocide carried on
against Turkish people by the Russians, Muslim-Turk population in Crimea had
to immigrate to Anatolian land, Rumania and Bulgaria. During this immigration,
many Crimeans perished and humanitarian tragedy was experienced.
After one hundred year of captivity period, some reformists growing up among
the Crimean-Turks struggled for the human rights.The most significant reformist
among them is definitely Numan Çelebi Cihan. In this study, we will mention
Numan Çelebi Cihan and Crimean Liberation Movement.
Key Words: Crimea, liberation, Russia, Vatan Association, Numan Çelebi Cihan.
GİRİŞ
Türk tarihinin bütünlüğü perspektifinden bakıldığında Türkiye dışındaki Türk
topluluklarının da tarihine ilişkin bilimsel araştırmaların gerekliliği görülür. Üç
kıtada yayılmış bir milletin tarihini değerlendirirken dikkat edilmesi gereken
noktalar vardır. Türkler, dağınık şekilde yaşadıkları ve birbirinden farklı gelişme
yolları takip ettikleri için, Türk tarihini belirli bir zaman diliminde ve bir bütün
hâlinde değerlendirmek mümkün olmamaktadır. Diğer milletlerin aksine Türkler
asırlarca yeni iklimler, yeni yurtlar arayarak tarihlerini değişik bölgelerde
yazmışlardır. Bu nedenledir ki,Türk tarihi denilince belirli bir topluluğun
belirli bir bölgedeki tarihi değil, Türk adını taşıyan ve özel adlarla anılan Türk
zümrelerinin çeşitli bölgelerde ortaya koyduğu tarihlerin bütünü anlaşılmalıdır.
Kırım Yarımadası da Karadeniz’in kuzeyinde yeralan ve tarih boyunca jeopolitik
önemini koruyan bir yer olarak Türk zümrelerinin yurt edindikleri coğrafyalardan
biri olmuştur. Kırım Yarımadası 12.146 km2
bir sahadan ibaret olup, kuzeyde 6-7
km genişliğinde ve 10-15 km uzunluğunda dar bir geçit ile Kıpçak bozkırlarına
bağlanmakta idi. Kırım Türkçesi ile buraya “hendek” anlamına gelen “Or” denirdi.
İşte bu Or mevkiine erkenden inşa edilmiş müstahkem bir kale ile Kırım kuzeyden
gelen istilalara karşı korunmak istenmiştir. (Kurat, 1992: 203-204)
Kırım’ın Kısa Tarihçesi
Kırım’ın bilinen en eski sakinleri, MÖ XI. yüzyıldan itibaren Kırım’a gelerek
yerleşen Kimmerlerdir. MÖ VII. yüzyılda doğudan gelen İskitler Kırım’ı 1000
1085
yıla yakın bir süre hâkimiyetleri altına almışlardır. Kırım daha sonra Sarmatlar,
Alanlar ve Germen menşeili Gotların istilasına uğramıştır. Kırım’ın konumu ve
ticari önemi başta Miletliler olmak üzere Yunanlıları daha sonraları da Roma,
Bizans ve İtalyanları cezbetmiştir. Bunlar Kırım sahillerinde koloniler kurarak
ticaretle meşgul olmuşlardır. Böylece Kırım asırlar boyunca önemli ticaret
bölgelerinden biri olmuştur. Kırım’a ilk gelen Türk kavmi ise Hunlar olmuştur.
(Karatay, 1997: 1510) Miladi 430 yılından itibaren Kırım’a akın akın Türkler
yerleşmişlerdir. Göçler ve akınlarla gelen Türk boylarından Hunlar, Hazarlar,
Bulgarlar, Peçenekler, Kumanlar ve diğer adlarıyla Kıpçaklar, Moğollarla birlikte
gelen Tatarlar Kırım’ın içinde ve dışında yaşayan nüfusun büyük çoğunluğunu
teşkil etmişlerdir. 13.yy. da Kırıma hâkim olan Altınorda Devleti, Timur akınları
ile yıkılınca ortaya Kırım, Kazan, Sibir, Astrahan Hanlıkları ile Nogay Mirzalığı
ortaya çıkmıştır. 15. yüzyılın ilk yarısında da Kırım, müstakil Hanlığını ilan
etmiştir. (Çapraz, 1997: 1528) Bir süre sonra Osmanlı himayesine giren Kırım’da
Osmanlı-Türk idaresi ve medeniyetinin izleri görülmüştür. Bilhassa medreselerde
okuyanlar Osmanlıcayı öğrenmişlerdir. Kırım yarımadasının yerli halkı olan
Kırım Tatarlarının üst tabakası bir ölçüde “Osmanlılaşmıştır”. (Kurat, 1992: 302)
Kırım Hanlığı’nın Rusya’ya karşı sistemli bir devlet siyaseti olmamıştır. Hanlar,
knezlerinin efendileri saymışlar ve Moskova’dan vergi almayı siyasetlerinin ana
prensibi olarak görmüşlerdir. Rusyada olup biteni takip etmemişlerdir. Kendilerini
Altınordu’nun halefi olarak görmüşlerdir. Vergiler muntazam bir biçimde
geldiği sürece Kırım Hanları Rusya’nın durumu ile ilgilenmemiş ve bu devletin
büyümesini durdurmak konusunda ciddi tedbire başvurmamışlardır. Bu hususta
Osmanlı devletinin de hissesinin olduğu söylenmektedir ki, Osmanlı Devlet
ricali de Rusları daima küçük görmüşlerdir. Fakat Rusya kuvvetlenince, 300 yıl
boyunca kendi hanları idaresinde ve Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan Kırım
Hanlığı’na göz dikmiş, 1736’da Kırım Yarımadası’na girerek Bahçe Saray’da
iki bin evi ve Han Sarayı’nı yakmış, Selim Giray’ın kurduğu zengin kitaplık da
mahvolmuş, Kalgayların merkezi Akmescit de yakılmıştır. (Aslanapa, 1983, Sayı:
135) Rus tehlikesi kendisini açıkça belli edince de artık geç kalınmıştı. Çünkü
kendi haline bırakılan ve rahatça büyüme imkânı verilen Moskova Rusyası
İvan III’ten sonra ve bilhassa Korkunç İvan zamanında, Batı Avrupa’dan aldığı
ateşli silahlarla kuvvetli bir ordu sahibi olmuş ve Kırım Hanlığına karşı askerî
üstünlüğünü sağlamıştır. Ayrıca Moskova Rus Knezleri,vaktiyle tıpkı Bizanslıların
yaptığı gibi Türk kavimleri ve devletleri içine nifak tohumları saçarak onları
birbirine düşürmüştür. Rusların bu “divide et impera” (ayır-hükmet) siyasetleri
Kazan ve Kırım hanlıklarında büyük bir ustalıkla uygulanmıştır. (Kurat, 1992:
302-303) Nitekim batılı bir yazar bu hanlıkların tarihi ile ilgili olarak “Rusların
istilasına karşı gösterdikleri mücadelenin tarihi” ibaresini kullanmıştır. Son Cengiz
Hanlığı olan Kırım Hanlığı, Osmanlı hâkimiyetini kabul ettiklerinden Bâb-ı
Âli’nin donanma ve ordusunun himayesinde bulunuyordu. Deli Petro Karlofça
1086
Antlaşması ile Azak’ı işgal etti ise de (1699), Prut Antlaşması sonunda (1711) geri
vermek zorunda kalmıştır. 1736’da Ruslar bir defa daha Azak’ı hatta Bahçesaray’ı
işgal etmişler ancak Belgrad Antlaşması ile aldıklarını geri vermişlerdir. (1739)
Nihayet Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ile Rusya Bâb-ı Âli’yi Kırım’ın
“bağımsızlığını” kabule zorlamıştır. (Grousset, 1980: 439-440) Petro tarafından
başlanan ve Katarina II zamanında büyük ölçüde yerine getirilen Rus fütuhat
hamlesi nihayet Kırım Hanlğının ortadan kalkması ile sonuçlanmıştır. Bu fütuhat
sırasında Katerina II’nin Kırımlıların hamisi gibi aldatıcı bir rol oynaması bilhassa
dikkat çekmiştir. Moskova Rusyası tarafından tatbik edilen ayır ve hükmet
siyasetinin icabı olarak, Katerina II “zavallı Kırım Tatarlarının istiklâllerini” 1774
Küçük Kaynarca Muahedesi ile garanti altına almış, “bağımsız” olduğu iddia
edilen Hanlık tahta kukla hanlar çıkarmayı amaçlayan Rus entirikaları sebebiyle
kanlı iç kargaşaların içine itilmiş ve Rus politikaları Kırım’a empoze edilmiştir.
Harabeye çevrilen ülke bilfiil Rus askeri işgali altında kalmıştır. Nihayet 1783’te
Katerina II yayımladığı bir manifesto ile Kırım hanlığının ortadan kalktığını 1 ve
onun arazilerinin Rusya İmparatorluğu’na ilhak edildiğini ilan etmiş (Kırımlı,
1996: 5-6) ve böylece Kırım’ı Rusya’ya katıvermişti. (Kurat, 1992: 303)
Kırım Hanlığı, Osmanlı Devleti için uzun bir müddet kuzeyden gelen
tehlikelere karşı bir kalkan vazifesi görmüş, hanlık kalkınca boğazlar ve İstanbul
Rus tehdidine maruz kalmıştır. Ünlü seyyah Evliya Çelebi de o zamanda
kullanılan şu tabiri bize naklederek bu görüşü teyid etmektedir: “Kırım Hanlığı
Osmanlı imparatorluğunun sedd-i sedididir. Kuvvetli güçlü bir seddidir.” Ayrıca
ilk defa Müslüman bir tebanın yaşadığı bir yerin kaybedilmesi hasebiyle Osmanlı
devletinde Kırım’ın kaybedilmesinin tesiri büyük olmuştur. Öyleki, Sultan
Abdülaziz’in 19. yüzyılda inşâ ettirdiği büyük donanmayı Kırım’ı geri almak için
hazırlattığı söylenir. (Karatay,1997: 1510).
İşgalin Ardından Kırım
1783’de Rus işgaline maruz kalan Kırım Türkleri’nin esaret yılları böylece
başlamıştır. Ruslar kolonizasyonu başarabilmek için öncelikle ekonomik
kaynaklara el koymuş, büyük çoğunluğu tarım ve hayvancılıkla uğraşan Türkler,
verimli toprakların hazineye devredilmesiyle bir anda işsiz kalmışlardır. Ayrıca
Ruslar kendi memleketlerinde uyguladıkları –köylüyü toprak ile birlikte çiftlik
1 8 (21) Nisan 1783 tarihli beyannamesi ile Rus Çariçesi II. Katerina, himayesine aldığını ilân etmek
suretiyle Kırım’ın ilhakını da resmen tescil etti. İlhak anında Potemkin orduları tarafından 30.000
Kırım Türkü öldürüldü. Kırım’daki mescitler ve çeşmeler, mimarî eserler tahrip olundu. Bahçesaray
harabeye çevrildi. Vâkıf emlâkine el konuldu. Din adamları takibe uğradı. Maarif hayatı durduruldu,
gerek dinî ve gerekse umumî okullar himayesiz, bakımsız kaldı. Bir sözle Ruslar, Kırım Türklerini
idareleri altına alabilmek için, insanlığın ebedî nefretini mucip zulümler yaptılar. Pallas, Clark,
Dubois gibi garplı, Markof gibi Rus yazarlar, bu yazdıklarımızı eserlerinde tevsik ederler. Diğer
taraftan da Kırım Türklerini, topraklarını ellerinden alarak ve türlü hile ile yurtlarından göçmeye
zorladılar. (Kurat; 1992; 303)
1087
sahibinin eşyası– olarak gören “kölelik rejimini” burada tatbik etmek istemişlerdir.
Hâlbuki Kırımlılar öteden beri hür yaşamaya alışan ve arazinin büyük bir kısmı
kendilerine ait ait olan bir düzende yaşamaktaydılar. Onlar mülkiyeti Osmanlı
padişahına, Kırım Hanlarına, beylere, mirzalara ait olan topraklarda bile hür
olarak çalışıp hayvan besler, karşılığında serbestçe vergi verirlerdi. (Saydam,
1997: 65) Rusların hürriyetlerini ellerinden almak istemeleri, uyguladığı baskı
ve imha politikaları sonucu Kırım Türkleri Osmanlı Devleti sınırları içindeki
başka bölgelere göç etmek zorunda kalmıştır. Bu göçlerin büyük çoğunluğu
dalgalar hâlinde Türkiye’ye, Romanya ya Bulgaristan’a yapılmıştır. En büyük
göç dalgaları; 1792, 1860-1863, 1874-75, 1891-1902 seneleri arasında olmuştur.
Bu göç dalgaları, Kırım’daki Türk nüfusu azaltma politikasını gerçekleştirmesine
sebep olmuştur. 1783’te Kırım’daki nüfus yüzde 98 iken 1897 de ki nüfus sayımına
göre Türk nüfus yüzde 35’e düşmüştür. Ayrıca Kırım Türkleri bu göç sırasında
yollarda büyük kayıplar vermiştir. (Çapraz, 1997: 1529).
1883 yılına gelinceye kadar, Rusya’daki diğer Türkler gibi, Kırım Türkleri de,
dinî taassubun tesiri altında, eğitimleri geri, Avrupa fikir cereyanlarından tamamen
uzak bulunuyorlardı. Halk, teşkilâtsız, pasif, ümitsiz, hurafelerin etkisi altında
geri bir durumda idi. 1883 ile 1905 yılı arası uyanış devri olmuştur. Kırımlı büyük
Türkçü Gaspıralı İsmail Bey’in 1883 yılında çıkarmaya başladığı Tercüman Gazetesi ve diğer yayınlar ile Kırım Türkleri, gaflet uykusundan uyanmaya ve “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” parolası altında benliklerini bulmaya, maarife sarılmaya,
içtimaî, iktisadî sahalarda teşkilâtlanmaya, okuma ve yardım dernekleri kurmaya,
Avrupa fikir hareketleri hakkında bilgi sahibi olmaya başlamışlar ve böylelikle de
terakki ve tekâmül yoluna girmişlerdir. 1904-1905 Rus-Japon Savaşı ve bunun
sonucunda Rusya’nın mağlubiyeti, Rusya İmparatorluğu’ndaki değişikliklerin de
temel taşını oluşturmuş, artık Çarlık rejimi çok büyük bir darbe almıştır. İmparatorluğun sömürge halkları ve tabii ki Rusya Müslümanları arasında, Asya milletinin, yenilmez kabul edilen bir Avrupa Devleti’ni yenebileceğinin isbatı olarak
yorumlanan bu mağlubiyet, siyasi hareketlerin de başlangıcı olmuştur. 1905 ile
1912 yılları arasındaki devrede ise Kırım’ın durumu şöyle idi: 1905 yılında Reşit
Mehdi’nin çıkardığı Vatan Hâdimi gazetesi etrafında toplanan bu devrin inkılapçı gençleri Çarlık Rusya’sı idaresine karşı açık ve sert bir cephe almışlardır. Rusya’da, hak, hürriyet ve adalete değer veren bir idare kurulmadıkça, Rus olmayan
milletlerin Ruslaştırma siyasetinden kurtulamayacakları ve millî-medenî kalkınmaya imkân bulamayacakları kanaati ile hareket etmişlerdir. Bilhassa öğretim-eğitim ve toprak davası üzerinde durmuşlar, fakat millî-medenî muhtariyet yoluna
bile girememişler ve Kırım Türkleri bir teşkilâta bağlanamamışlardır. 1912-1913
arası “Kurultaycılar Devri” olarak adlandırılır ki bu devir, millî inkılap ve istiklal devridir. Millî temele dayanan siyasî teşkilâtlanmaya ehemmiyet verilmiştir.
Kırım’daki faaliyetlerle başta millî-medeni, sonra mülki ve nihayet istiklâl için
mücadele edilmiştir. Çelebi Cihan ve Cafer Seydahmet’in önderliğini yaptıkları
1088
bu devrin gençliğinin bariz vasfı, idealist bir kadro ve teşkilât ile vatanın mukadderatı üzerinde aktif rol oynamaları ve Kırım Türklüğü’nün vatan ve millete
ilişkin meseleleri kendi ellerine almış bulunmasıdır. Cafer Kırımer’in ifadesi ile
“Kırım tarihinin bu mümtaz gençliğinin en önemli simâsı da Çelebi Cihan’dır.”2
(Otar, 1968: 6)
Çelebi Cihan’ın Hayatı ve Faaliyetleri
Çelebi3
Cihan, 1885 yılında Kırım’ın kuzeyinde Sonak köyünde dünyaya
gelmiştir.4
Babası İbrahim Çelebi, annesi ise Cihanşah’dır. İlk tahsiline evvelâ
köy mektebinde başlamıştır. Rusların bu okulu kapatması üzerine Canköy
civarında Akçora medresesine gitmiştir. Oradan Akmescit rüştiyesine ve nihayet
Bahçesaray’da Zincirli Medrese’ye devam etmiştir.5
Tahsil ve terbiyesinde Kırım
ulemasından Mustafa Efendi’nin tesiri olmuştur. Daha okulda iken gereksiz
tartışmalardan kaçınmış ve çok arkadaş edinmemiştir. Dersler ve müzakereler ona
az gelmiştir. Tercüman gazetesini ve İstanbul’dan gelen edebî eserleri de dikkatle
takip etmiş, bir taraftan da Rusça öğrenmeğe çalışmıştır. Çelebi Cihan, çiftçiliği,
çiftçinin yaşayışını, toprak meselesini, topraksızlığın doğurduğu sefaleti nazarî
olarak değil, hayatta görerek anlamış ve öğrenmiştir. Reşit Mehdi’nin çıkardığı
“Vatan Hadimi” gazetesini okumuş, Rus inkılâpçılarının nutuklarını dinlemiş,
broşürlerini takip etmiştir. Bu suretle kafası inkılâp fikirleri ile sarsılmıştır. Gaspıralı
ve 1905 gençliğinden halkçılığı ve inkılâpçılığı, Rus ve Türk inkılâpçılarından da
gizli çalışma usullerini öğrenmiştir. (Albayrak, 2002: 44).
1905 İhtilali6
Rusya’daki gayri Rus milletlerin durumunda büyük değişiklikler
meydana getirmiştir. Özellikle sayıları 18 milyonu aşan Rusya Türkleri üzerinde
2 Çelebi Cihan Efendi’nin asıl adı Çelebi Cihan’dır. Rusya’da kullandığı soyadı “Çelebiyef”tir.
Noman onun İstanbul’a geldikten sonra kabul ettiği mahlasıdır. Bilindiği üzere Türkiye’de soyadı
kanunu çıkmadan önce insanların hüviyetini tespit için iki isim verirlerdi. Bunlardan biri asıl ismi,
diğeri ise mahlası idi. Kırım’da bu âdet yoktu; herkesin bir adı olur ve eğer resmî evrakta hüviyet
zikredilmesi lâzım gelirse adının yanına babasının adı yazılır ve sonuna da oğlu kelimesi konulurdu.
Bu sebepten bir Kırımlı İstanbul’a geldiğinde hemen kendisine bir (mahlas) takılırdı. İşte Çelebi
Cihan Efendi’ye “Noman” adı bu şekilde mahlas olarak İstanbul’da verilmiştir. Fakat O bu mahlası
Rusya’ya döndükten sonra da kullandı. Türkçe yazılarında imzasını hep “Çelebi Cihan Noman”
diye atardı. Ancak Ruslarla olan yazışmalarında, meselâ inkılap yıllarında imzasını “Çelebican
Çelebiyef” diye atmıştır ve Rus gazetelerinde anılırken hep bu şekilde anılmıştır. (Bozgöz, 1979:
6-7)
3 Çelebi Cihan sonradan fakirleşmiş bir “çelebi” ailesinin çocuğuydu. Kırım “çelebi” leri yarıasilzade yarı-din adamı statüsünde özel bir sosyal kategoriyi temsil etmekteydi. (Kırımlı, 1996:
183).
4 Kırım’ın bu bölgesinin halkı yiğitliği ile tanınmıştı. Namlı âlimler yetiştirmişti. Öksüzlere,
yoksullara yardımı severlerdi. Anlaşmazlıkları halk kendi arasında hallederdi. İmamlarına,
hocalarına saygı beslerlerdi. Ruslar tarafından gelen her haksızlığa ilk karsı koyan köylerden biri
idi.
5 Eğitim yönü ile Kırım Rusya’nın birçok yerlerinden ileridedir. (Kerimi, 2004: 50).
6 Çarlık Hükûmeti’ne karşı ameleler tarafından başlatılan ve kısa zamanda tüm Rusya’ya yayılan bir
ayaklanmadır. (Kurat, 1999: 379-397).
1089
tesiri büyük olmuştur. Siyasi ve ekonomik baskı altında olan Türk-Müslüman ahâlisi
ihtilâli büyük bir sevinç ile karşılamış ve ihtilâlin getirdiği imkânlardan büyük
ölçüde yararlanmaya çalışmışlardır. Asırlardan beri Rusların uyguladığı baskının
neticesi olarak siyasi geleneklerinin olmaması, medeni ve kültür durumlarının
aşağı seviyede olmasına rağmen ihtilal başlar başlamaz millî ve siyasi bazı
hareketler belirmiştir. Diyebiliriz ki 1905 ihtilâli ile başlayan nispi hürriyet havası
iki yıl içinde Kazan Türkleri başta olmak üzere Rusya Müslümanları arasında
kuvvetli bir millî ve medenî cereyanın doğması ve yürümesine sebep olmuştur.
(Kurat, 1999: 389) 1905-1917 yılları arasını kapsayan ve Rusya Türkleri için millîmedenî, siyasal, dinsel, sosyal ve kültürel sahalarda uyanışın göstergesi olarak
kabul edilen dönem “Kongreler Dönemi” olarak adlandırılmıştır. (Hablemitoğlu,
2004: 21)
Medrese tahsili Çelebi Cihan’ın fikrî ve ruhî gelişmesine cevap vermemiştir.
Akrabasından Abdülhalim Çelebi ve Ebubekir Çelebi’nin yardımları ile 1906’da
İstanbul’a gelmiş ve burada, evvelâ Mercan İdadî tahsilinden sonra, ilâhiyat
tahsilinde bulunmuştur. Asıl tahsili ise hukuktur. Fakir bir talebe hayatı yaşamıştır.
Kırımlı bazı talebelerle ve bu arada 1906’da Cafer Kırımer ile tanışmış, Genç
Türklerin Fransa’da Mısır’da çıkardıkları gazete ve diğer neşriyâtı, Türk
vatanperverlerinin ve hürriyetçilerinin eserlerini arkadaşları Cafer Seydahmet,
Âlim Seyt, Abdürrahim Sükuti ve Abdülhâkim Hilmi ile birlikte, gizlice okuyarak,
hürriyet ve inkılâp fikirleri kuvvetlendirmiştir. Türkiye’de 1908 meşrutiyet
inkılâbının getirdiği hürriyet havasından azamî istifade etmiştir. Nesriyâtı dikkatle
takipten başka, konferanslara devam etmiş, hatta parlâmento toplantılarını
katılmışlardır. İnkılâp orduları İstanbul civarına geldiğinde, bazı arkadaşlarının bu
orduya gönüllü yazılmak arzularını bildirmeleri üzerine O, “Burada inkılâpçılar
orduya dayanıyorlar, onların muzaffer olacakları muhakkaktır. Fakat biz, bütün
Türklerin asırlık hakikî düşmanları Ruslara karşı kurtuluş için çarpışacağız.
Buna hazırlanmamız lâzımdır.” demişti. O, bu sözleri söylediği zaman henüz
23 yaşında idi. 30 Aralık 1324 (1908)’te Çelebi Cihan, Cafer Seydahmet, Âlim
Seyt, Abdülhâkim Hilmi ve Abdürrahim Sükuti başta olmak üzere, “Kırım Talebe
Cemiyeti”ni kurarak, reisliğe Çelebi Cihan’ı getirmişlerdir. Cemiyet’in amacı,
Gençleri bir ideal etrafında toplamak, onu vatan ve halk için çalışmaya hazırlamak,
milletlerine ve hürriyete olan imanını kuvvetlendirmekti. (Otar, 1968: 7)
Kırım Talebe Cemiyeti’nin Nizamnamesi, aralarında Çelebi Cihan ve Cafer
Seyyidahmet’inde bulunduğu bir grup genç tarafından hazırlanmıştır. Nizamname
metni sıradan nizamnamelerden farklı değildi. Ancak “mukaddime kısmı âdeta
siyasi bir bildiri mahiyetinde olup, asıl amaçlarının Kırım’da halkın medeni ve
siyasi seviyesini yükseltmek ve onun kendi mukadderatına sahip olmasını temin
etmek olduğu belirtilmişti. (Kırımlı, 1996: 187) Nizamname’nin mukaddimesine
yazılan bu sözler diğer bazı talebelerle münakaşaya sebep olmuştu. Henüz
seviyenin böyle fikirleri açıkça ortaya atmaya müsait olmadığını görerek,
1090
bu cemiyet dışında ayrı bir teşkilât meydana getirme lüzumunda birleştiler.
Fakat şu nokta dikkate değer ki, henüz ortalama 20-22 yaşlarında bulunan bu
Kırım gençleri millet meselesini ele almış ve gayelerinin de “milletin kendi
mukadderatına sahip olması” esasını kavramış ve bunu gaye edinmişlerdi. Ayrı
bir teşkilât zaruretini hisseden bu gençler, 1909 sonlarına “Kırım Türklerini kendi
mukadderatlarına sahip kılmak” amacı ile başta Çelebi Cihan ve Cafer Seydahmet
olmak üzere Yakup Kerçi, Ahmet Şükrü ile birlikte gizli VATAN cemiyetini
kurmuşlardır. Cemiyet mensupları, Kırım’da medreselerin, dinî idarenin ıslâhı ve
vâkıf idaresinin ele alınması gibi konularda ve millî ruhu uyandırıcı mahiyette
İstanbul’da yazdıkları beyannameleri gizli olarak Kırım’a göndermiş ve orada
halk arasında yayılmasını sağlamışlardır. Bu işlerin yürütülme merkezi Çelebi
Cihan’ın Karagümrük semtindeki bir evin odası olmuştur. Gizli VATAN cemiyeti
mücadelesinde teröre başvurmamayı ve hiç bir kimseye zorla iş yüklememeyi de
esas kabul etmişlerdi. Çelebi Cihan ve arkadaşları neşriyata da kuvvet vermişler ve
Abdülhâkim Hilmi “Gülbünü Hanan”ı (Kırım tarihi) Çelebi Cihan “Karılgacılar
duası”nı, Cafer Seydahmet “20. Asırda Tatar Milleti Mazlumesi”ni yazmışlardır.
Habibullah Timurcan’ın “Altın Yarık” ve diğer şairlerin şiirleri de bu gruptandır.
Diğer taraftan, Rusya esiri Türklerin fikir hareketleri ile de yakından alâkadar
olunmuş, Kazan Türklerinin ilmî ve edebî neşriyatı, Azerbaycan Türklerinin
Füyüzat, Molla Nasrettin dergileri burada okutulmuştur.
1909’da İstanbul’a gelen Gaspıralı İsmail ile tanışmışlardır. İsmail Bey kendilerine
ilmî çalışma yolları üzerinde tavsiyelerde bulunmuştur. Cafer Seydahmet 10 (23)
Nisan 1911’de Paris’e gitmiş, Çelebi Cihan’da İstanbul’daki faaliyetine diğer
arkadaşları ile devam etmiştir. 1912 yılında İstanbul’daki tahsilini bitiren Çelebi
Cihan evvelâ Kırım’a, oradan da Petrograd’a gitmiş ve bu şehirde psikonevroloji
enstitüsüne başlamıştır. Çelebi Cihan, eğitimine devam edebilmek için bir müddet
sokaklarda taş döşemeye dahi tahammül etmiştir. O, burada Rus inkılâpçılarının
faaliyetleri ve fikrî mücadelelerini yakından takip imkânını bulmuştur. 1913
Temmuzunda Çelebi Cihan, Cafer Seydahmet ile görüşmek istediğini bildirmiş ve
İstanbul’da buluşmuşlardır. Çelebi Cihan evlenme kararını vermiştir. Onun zengin
birisi ile, Seyt Abdi Hacı’nın kızı ile evlenmesi millî işlerden uzaklaşmasına değil,
bilâkis daha sakin ve enerjili çalışabilmesine imkân vermiştir. 1913 yılında millî
cereyan halk arasında gittikçe kuvvetlenmiştir. Çelebi Cihan ve Cafer Seydahmet
Kırım’da halk arasında gizli teşkilât kurma kararına vardıktan sonra 1914’te
Odessa’da VATAN cemiyeti şubesi kurmuşlardır. Yine bu yılın sonbaharında
Gözleve’de buluşan Cafer Seydahmet’le Çelebi Cihan, Kırım’daki gizli Vatan
cemiyetinden olan arkadaşlarını, Akmescit’te Veli İbrahim’in çalıştığı kahvenin
arka odalarından birinde toplamaya karar vermişlerdir. Veli İbrahim’in yardımı
ve gözcülük vazifesini yapmasıyla toplanmış ve halk ile teması kuvvetlendirerek
ona “çarlığın, dinimize, mekteplerimize, vâkıflara müdahalesinin zararları, millî
durumumuzun ve vazifelerin anlatılması ve Kırım’da mühim görülen kimselerin
yolumuza bağlanması’nı kararlaştırmışlardır.
1091
11 Eylül 1914’te Gaspıralı İsmail Bey’in vefatı dolayısıyla, Bahçesaray’a gelen
heyetlerin Petrograd lokantasında yaptıkları toplantıda söylediği nutukta Çelebi
Cihan, İsmail Bey’in fikirlerinin ruhunu inceliyor ve ilme dayanmayan her şeyin
yıkılmaya mahkûm olduğunu anlatıyor ve merhumun dimağını muntazam çalışan
bir fabrikaya benzetmiş, kalbini de millî sırların hazinesi olarak vasıflandırmıştır.
(Otar, 1968: 8)
Gaspralı’nın ölümünden sonra Hasan Sabri Ayvazov’un Tercümanın yazı işleri
müdürü olması Vatan Cemiyeti liderlerinin yazıları için tercüman sayfalarını
kullanabilmelerini mümkün kılmıştır. Tercümanda “Altaylı” müstear ismiyle
Abdülhâkim Hilmi’nin sık sık makaleleri çıktığı gibi Çelebi Cihan ve Cafer
Seyyidahmet de savaş yılları boyunca birçok makale ve edebi yazılarını burada
yayınladılar. Çelebi Cihan’ın o sıralarda Tercümanda yayınlanan makalelerinden
en önemlisi “Tatar Hasta” başlığı ile çıkan makalesiydi. Bu makalede Çelebi Cihan
Kırım Tatarlarını o günkü sosyal ve kültürel problemlerini tahlil etmiştir. Ayrıca
bu dönemde başta Çelebi Cihan olmak üzere Vatan Cemiyetinin liderlerinin bütün
Rusya çapındaki bazı Müslüman faaliyetlerine katıldığı da bilinmektedir. 19-23
Aralık 1914 de Petrograd da yaralı askerlere ve askere çağrılmış, Müslümanların
ailelerine yardım amacıyla toplanan Müslüman cemiyetleri temsilcileri kongresine
katılan dört Kırım Tatar temsilciden biri de Çelebi Cihandı olmuştur. Çelebi Cihan
kongrede resmen Gözleve Müslüman Cemiyeti Hayriyesini temsil etmekteydi.
Kırım Tatar temsilcileri kongerede yaralı Müslüman askerlere ve silah altındaki
Müslümanların ailelerine yardım amacıyla Kırım vakıflarının gelirlerinden de fon
ayrılması gerektiğini savunmuşlardır. (Kırımlı, 1996: 237-238)
Çelebi Cihan, Moskova ve Petrograd’da iken Rusya esiri Türklerin ileri
gelen önderleri ile de tanışmıştır. Cafer Seydahmet ile Petrograd, Gözleve,
Yatta, Akmescit’te muhtelif görüşmeleri olmuş ve ihtilâlin patlaması halinde
Kırım’da tutulacak yolu tespit etmişlerdir. 1916’da Kırım’da Kırımtayev7
ile
Çelebi Cihan arasında bir düello hâdisesi meydana gelmiştir. Bu mücadele, daha
ziyade gerici fikirlerin mümessilleri ile inkılâpçıların bir mücadelesi olmuştur.
(Otar, 1968: 9) Kırımtayev’in müderrisliğe muhafazakâr bir molla olan Özenbaşlı
Mustafa Efendi’yi getirmesi üzerine, milliyetçiler tercüman sayfalarında ve
halk arasında Kırımtayev’i hedef alan ve hiç beklenmedik ölçüde geniş bir
kampanya başlatılmıştır. Kırımtayev’in sansür çalışmalarına rağmen Vatan
Cemiyeti sözkonusu makaleleri elle çoğaltmış, idil-ural basınında yayınlamış ve
binlerce nüsha Kırım’da dağıtılmıştır. Bütün bunlara çok öfkelenen Kırımtayev
Tercüman’ın başyazarı Hasan Sabri Ayvazov’u alenen düelloya davet etmiş,
ancak milliyetçilerin genç lideri Çelebi Cihan Ayvazov’u ikna ederek onun yerine
düello davetini şahsen üzerine almıştır. Çelebi Cihan kararlaştırılmış olan gün ve
7 Bahçesaray belediye başkanı Süleyman Mirza Kırımtayev ve Çelebi Cihan arasında geçen mesele
hakkında daha geniş bilgi için bkz: “Aziz Bozgöz, “Zincirli Medrese Meselesi ve Çelebi CihanKırımtayev Düellosu”, Emel (İstanbul),no:38
1092
saatte düello mahalline gittiğinde bilinmeyen bir sebepten dolayı Kırımyayev’in
gelmediği görülmüştür. İlk olarak şahsi bir öfke meselesi gibi görünen bu olay
geleneksel değerlerin büyük önem taşıdığı Kırım Tatar toplumu içinde muazzam
bir yankı doğurmuştur. İlk defa düşük sosyal tabakaya mensup bir genç kendisinden
çekinilen yüksek rütbeli bir mirzaya meydan okumuştur. Bu şu anlama geliyordu
ki, bu olay milliyetçilerin kazandığı psikolojik bir zaferdir. Eski ile yeninin,
hükümetle gençliğin, mirzalarla inkilâpçı-milliyetçilerin mücadelesinin başlangıcı
olmuştur. Böylece halkın dini müesseselerini kendi belirlemesi ve kontrol altında
bulundurması hakkı gündeme gelmiştir. Bu vesile ile Çelebi Cihan ve diğer genç
milliyetçilerin de popülerliği de bir anda artmıştır. (Kırımlı, 1996: 248-249)
Bu olayın geçmesinden kısa bir müddet sonra Çelebi Cihan’ın askerlik
meselesi ortaya çıkmıştır. Bu sırada üniversite talebelerinin proborçik (yedek
subay) okuluna alınmaları emri verilmişti. Çelebi Cihan’la Cafer Seydahmet, vakit
kazanmak ve askerlik meselesi hakkında bir karara varabilmek için Petersburg’a
giderek, askere gitmek veya Finlandiya’ya kaçmak şıkları üzerinde münakaşa
etmişlerdi. Neticede Cafer Seydahmet askerlik şubesine gitmiş ve Moskova Yedek
subay okuluna gitme emri almıştır. Oradan da bilâhare Besarabya cephesine
gönderilmiştir. Çelebi Cihan ise Gözleve’ye oradan da Akmescit’e gitmiş ve
er olarak askerliğe başlamıştır. 1917 Şubatında merkezde inklabın başladığı
haberlerinin gelmesi üzerine Cafer Seydahmet Besarabya cephesinden ayrılarak
Odesa’ya gelmiştir. Orada, gizli teşkilâtları tarafından bir hastaneye yerleştirilen
Çelebi Cihan’ı bulmuş ve ikisi birlikte Halil Çapçakçı ve Ahmet Özenbaşlı ile
birlikte durumu müzakere etmişlerdir. Kırım’dan vaziyeti sorduklarında Çelebi
Cihan’ın Kırım müflüğüne, Cafer Seydahmet’in de vâkıf işleri müdürlüğüne
seçildiği cevabını almışlardır. Çelebi Cihan yalnız Kırım’ın değil, aynı zamanda
Batı Müslümanları (Polonya, Litvanya) müftüsü olmuştur. Bilâhare bu sıfatları
Rusya muvakkat hükümeti tarafından da tasdik edilmiştir. Aldıkları bu cevap
üzerine Kırım’a gelmişlerdir. (Otar, 1968: 10)
Rusya’daki inkılap hareketlerinden yararlanan Kırım Türkleri, Kırım dâhilinde
1913’ten beri faaliyette bulunan gizli teşkilâtlarının çalışmaları neticesinde 25
Mart 1917’de Kırım’ın her tarafından gelen 1500 temsilci Akmescit (Simferopol)
de toplandı. 50 kişiden oluşan “Kırım Müslümanları İcra Komitesi” kurulması
ve başkanlığına Numan Çelebi Cihan’ın getirilmesi, Kırım’da muhtar bir idare
için kurultayın toplanması, bunun için de genel seçimlere gidilmesi gibi önemli
kararların alındığı bu toplantıda ayrıca başmüftülüğe Çelebi Cihan’ın getirilmesi
kararlaştırılmıştır. (Hablemitoğlu, 2004: 157) Çelebi Cihan, Kırım’da baş
müftülüğü esnasında dinî işleri yoluna koymaya çalışmış; müftü, hatip ve imamlar
arasında ehliyeti olmayanları çıkararak millete rehberlik edebilecek bilgili
kimseleri bu mevkilere tâyin etmiştir. Çelebi Cihan’ın faaliyeti dinî işlerin yoluna
sokulması şeklinde olmakla beraber; Kırım Müslümanlarının sosyal hayatlarında
da büyük bir gelişme meydana getirmiştir. Çelebi Cihan’ın birkaç ay zarfında,
1093
kabiliyetsiz, ehliyetsiz, bilgisiz, gerici unsurları dinî idareden temizleyerek bu
mevkileri dinin ulvî maksatlarına hizmet edebilecek ehil ellere vermiştir. Bu kadar
mühim bir sosyal hareketin bu kadar kısa bir zamanda başarabilmenin mümkün
olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Çelebi Cihan’ı ittifakla reisliğe
getiren Merkez İcra Komitesi’nin faaliyetlerinin amacı, milletin birliğini ve
kalkınmasını temin, millî hakları ele alma, Kırım mukadderatında siyasî tesirleri
kuvvetlendirmekti. Bunu sağlamak için de en uzak ve küçük köylere kadar teşkilâta
bağlanma zarureti görülmüştür. Çelebi Cihan, Seyt Celil Hattat, Ahmet Özenbaşlı
ve Cafer Seydahmet bunun için bir nizamname hazırlamışlar ve Nisan 1917
sonuna kadar bu amaca ulaşılmıştır. Mayıs başlarında, Akmescit’te Öğretmenler
Kongresinin toplanmasına karar verilmiştir. Bu kongrede, İslâmları Ruslaştırmak
maksadıyla Pobedonotsef tarafından açtırılan Rus-Tatar Öğretmen Okulunun ele
geçirilmesine millî ihtiyaçlara uygun bir hale getirilmesine ve öğretmenlerinin
Kırım Türklerince tâyinine karar verilmiş ve verilen kararlar uygulanmıştır.
Diğer taraftan Komitenin verdiği kararları savunma, halkı aydınlatma maksadıyla
Abdülhâkim Hilmi tarafından 20 Haziran 1917’de “Kırım Ocağı”, Hasan Sabri
idaresinde 27 Haziran’da Komite’nin organı olarak “Millet Gazetesi” ve Halil
Çapçakçı ve Ali Badanînski tarafından Temmuz ayında Golos Tatar-Tatar Sadası
gazeteleri çıkarılmıştır. (Otar, 1968: 10)
Çelebi Cihan, bağımsız bir devlet yapılanması yolunda atılabilecek her türlü
adımın sorumlusuydu. Üstelik, Cafer Seydahmet, Hasan Sabri Ayvaz, Seyit Celil
Hattat, Abdülhâkim Hilmi, Cafer Ablay, Şefika Gaspıralı, İlhamiye Tuktar, Ayşe
İshaki gibi iyi yetişmiş, aydın ve inançlı bir kadroya da sahipti. KMMİK’nin 25
Nisan 1917’de Rusya’nın bir Halk Cumhuriyeti esasında kurulmasını, topraklımillî muhtariyetlerin tanınmasını isteyen bildirisi, bütün Rusya’dan ses getirmişti.
Kırımlı liderler, 1917 yılında Moskova’da toplanan “Bütün Rusya Müslümanları
Birinci Kongresi”nde, “Federasyon”, “Kadın Hakları”, “Millî Şura” gibi
konularda çağdaş ve milliyetçi bir tutum sergilerken, Türkçü bir bakış açısıyla da
Rusya’daki Türk toplulukları arasında iş birliği ve dayanışmadan yana olduklarını
ortaya koymuşlardı. Çelebi Cihan ise, Kırım Başmüftüsü sıfatıyla Temmuz ayının
ikinci yarısında Kazan’da toplanan “Müslüman Din Adamlarının Kongresi”
(Ulema Kongresi)ne katılmış; aynı tarihlerde yine Kazan’da cereyan eden “Bütün
Rusya Müslümanları’nın İkinci Kongresi” ile “Bütün Rusya Müslümanları
Birinci Askerî Kongresi’nde temaslarda bulunma ve ilişkileri geliştirme fırsatını
yakalamıştı. Bu vb. faaliyetleri ile, Kırım Türkleri inkılapçılarının siyasî
faaliyetleri gittikçe kuvvetlenmiş ve Ruslar tarafından resmen ilan olunan millî
ordular prensibi Kırım’da tatbik edilmeye çalışılmıştır. (Hablemitoğlu, 2007)
Kerenski Hükümeti’nin Tavrida Eyâleti Komiseri Bogdanof, bu hareketleri
baltalamak için, Kırım Türklerinin başı Çelebi Cihan’ı yakın takibe alarak tevkif
ettirmiştir. Bu Çelebi Cihan’ın Ruslar tarafından ikinci kez tutuklanmasıydı.
Haberin duyulmasından sonra, Kırım’ın her yerinden Akmescit’e gelen Türkler
1094
Vilayet Binasının etrafını kuşatmıştı. Hükûmet’eprotestolar yağarken, Kazan’da
devam etmekte olan üç kongreye mensup delegeler bu haber üzerine müşterek bir
oturum yapmışlar ve ortak bir deklarasyon yayınlayarak Başbakan Kerenski’den
Çelebi Cihan’ın serbest bırakılmasını, valinin azledilmesini istemişlerdi. Sonuçta,
Çelebi Cihan serbest bırakılırken, Bogdanof ve yardımcısı Biyanki istifa etmek
ve Tavrida Eyâleti İnkılap Heyeti Reisi Novitski resmen Çelebi Cihan’ı ziyaretle
özür dilemek zorunda kalmışlardır. Bu olay, Kırım mücahitlerinin Ruslarla
mücadelelerinde büyük bir başarı olmuştur.
Çelebi Cihan’ın yönetimindeki KMMİK, eğitim işleri başta olmak üzere
hemen her alanda yeniden yapılanmaya gitmiş; kadınlar, işçiler, öğretmenler,
gençler dâhil toplumun tüm kesimlerinde örgütlenmeyi gerçekleştirmişti. 30
Ekimde bizzat Cafer Seydahmet tarafından Kırım Erkân-ı Harbiyesi (kurmayı)
kurulmuştur. Kasım başlarında Gaspıralı Ögretmen Okulu, Hüner ve Sanayi
Mektebi ve Hansaray’da Millî Müze açılmıştır. Gök bayrak çekilen Hansarayında
millî müzenin açılış merasiminde Çelebi Cihan söylediği nutukta özetle:
“Kurultay’ı (Hansaray’ı göstererek) onun içinde bulundurmaya karar verdik.
Millî gök bayrağımızı da onun üzerine dikmeğe and ettik.” “Kırım’ın mamur
ve abadan, medenî ve zengin bir memleket olması için çalışmalı ve Kırım için
yaşamalıdır.” “Bir buçuk asır edebiyatsız, ilimsiz, sanatsız, ticaretsiz ve siyasetsiz
olarak mahkûmiyetler, mahrumiyetler içinde yaşadık.” “Milletimiz Kurultay’ı
yalnız kendisi hüküm sürmek için açmıyor. Milletimiz âdildir. O, yalnız kendisini
düşünenlerden, kendi saâdetini temine çalışanlardan değildir. Milletimiz, başka
milletleri dahi kendi omzuna almaya karar verdi.” “Kurultay, Müslümanların
emel ve maksatları ile beraber, kendileriyle yan yana yaşayan Kırım’daki umum
milletlerin emellerini yaşatacaktır, “Milletimiz, hürriyet ve cumhuriyete perestiş
eder.” Demiştir. Bu şu anlama geliyordu ki, Çelebi Cihan’ın şahsında Kırım
Türklerinin gayeleri şunlardı: Rus esaretinden kurtulma, zulme ve haksızlığa
isyan, millî haklara sahip olma, Kırım mukadderatına Kırım Türklerinin el
koyması, fertler için hürriyet, Kurultay’ı toplama, istiklâl ve cumhuriyet idaresi…
Evet 1917 Kasımında Kırım Türkleri istiklâl ve Cumhuriyet için çarpışıyorlardı.
(Otar, 1968: 12) Ekim 1917 devriminden sonra Bolşeviklerin 3 Aralık 1917’de
Ruslara ve Rus olmayan milletlere hitaben neşredilen beyannamede, hürriyetler
ve bilhassa her milletin kendi mukadderatını tayin etme hakkına sahip olduğunun
açıklanması, 1-11 Mayıs tarihleri arasında cereyan eden “Rusya Müslümanları
kurultayında” alınan karaların tatbiki için son derece müsait bir ortam çıkmış
oluyordu. İşte bütün Türk kavimleri önce kendi millî muhtariyetlerini sağlamak ve
millî şura kararları etrafında hareket edebilmek için derhal faaliyete başlamışlardır.
(Saray,1996;142) Bu suretle halkın politik bilinçlenme sürecini hızlandıran
Çelebi Cihan ve kadrosu, 1 Kasım’da Akmescit şehrinde Kırım Türkleri’nin II.
Kongresi’ni toplayarak kurultay toplama kararını çıkartmışlardı. Ayrıca Kırım’da
bulunan muhtelif milletlerin dinî, millî, siyasî haklarına hürmetle Kırım Halk
1095
Cumhuriyeti’ni kurmak için esaslar tespit edilmiş ve Kırım dışındaki askerlerin
yurda getirilmesine karar verilmiştir. 17 Kasım 1917’de seçim yapılmış, kadınlar
da seçme ve seçilme hakkı verilmiştir ki, 76 kisilik Kurultay azaları içinde kadınlar
da yer almıştır. Böylece bütün Türk âleminde daha 1917’de kadınlara da seçme ve
seçilme hakkım tanıyan ve onların da sosyal işlere iştirakine imkân veren Kırım
Türkleri olmuştur.
17 Kasımdaki genel seçimlerin ardından, 26 Kasımda Kurultay Bahçesaray’da
toplanmıştır. Riyaset divanı Çelebi Cihan, Cafer Kırımer, Abdülhâkim Hilmi, Hacı
Bedrettin ve Şefika Gaspıralı’dan oluşmaktaydı. Kurultay, kurucu meclis olarak
13/12/1917’ye kadar toplantısına devam etmiştir. Esasını Cafer Seydahmet’in
hazırladığı, Çelebi Cihan ve Cafer Ablay ile müzakere ederek mutabık kaldıkları
Kanunu Esasî kurultay tarafından kabul edilmiştir. Ve bu anayasanın 3. maddesine
dayanarak bir sene müddetle kendilerinin parlâmentoyu teşkil etmelerine de karar
verilmiştir. Çelebi Cihan, Kurultay’ın ilk gününde yapılan seçimlerde, Şefika
Gaspıralı ile birlikte Başkanlık Divanı üyeliğine, akabinde de Kırım Anayasası’nın
kabulü ve Kırım Halk Cumhuriyeti’nin ilânından ve de Kurultay’ın Parlamento’ya
dönüştürülmesinden sonra Millî Hükûmet’in Başkanı (İdare-i Milliye Reisliği)
ve Adalet bakanı seçilmişti. Anayasa’da “Kırım Halk Cumhuriyeti” esası kabul
olunmakla Kırım, istiklâl yoluna girmiştir. Şiarı “Kırım Kırımlılarındır” olan
Kurultay, böylece bütün Kırım sâkinlerinin himaye ve savunma mesuliyetini de
üzerine almış bulunuyordu. (Otar, 1968: 13)
Kırım’a dönmesi sağlanan Kırım Süvari Alayının ve Kırım Tatar piyade
askerlerinin kumandası altına girmesiyle askeri güce de kavuşan Kırım Tatar Milli
Hükümeti Sevastopol (Akyar) hariç Kırım Yarımadası’nın her tarafını hâkimiyeti
altın almaya muvaffak olmuştur. Sevastopol deniz üssünün kontrollerini
ellerinde tutan Rus Karadeniz filosunun Bolşevik bahriyelileri ise Kırımda Kırım
Tatarlarına rakip olabilecek tek askerî gücü teşkil etmekteydi. Ne var ki, Kırım
Tatar Kurultay Hükümetinin ömrü uzun olamamış, Bolşevik bahriyelilerin sayıca
ve silah olarak üstünlüğü karşısında millî kuvvetlerin mağlup olması üzerine
Ocak 1918’de Kurultay Hükümeti çökmüştür. Ve Kırım Bolşevik istilasına
uğramıştır. (Kırımlı, 1996: 251) Yaklaşık 30.000 Bolşevik bahriyeli, piyade ve
milisinin yürüttüğü kitle terörüne yönelik saldırılar kapsamında, çok sayıda Türk
askeri ve sivili şehit düşmüş; esir düşen bir o kadarı da işkenceyle öldürülmüştü.
Albay Ali(yef), Miralay Osman Binaslan, Yüzbaşı A. Bayburtlu ve Burnaş(ef)’in
de dahil olduğu 125 subayın cesetleri parçalanmıştı. Öldürülenlerin kafaları
kesilerek çit kazıklarına geçirilmiş ve Akmescit tren istasyonunun pencerelerinde
teşhir edilmişti. Tutuklananlar arasında Çelebi Cihan da bulunmaktaydı. Aluşta
yolunda bolşevikler tarafından tanınarak tutuklanan Çelebi Cihan, önce Akmescit
Belediye Binasına hapsedilmiş, oradan da Akyar’daki Bolşevik Askerî Garnizonu
içindeki hapisaneye getirilmişti. Olayların en yakın görgü tanıklarından Şefika
Gaspıralı, o acılı günleri hâtıralarında şöyle anlatmıştır:
1096
“1919 Senesi Akmescit’te çıkmakta bulunan Golos Tatar-Tatar Sadası
gazetesinin bir nüshasında, Çelebi Cihan Efendi ile beraber aynı hücrede
oturan ve nasılsa sağ salim hapisten çıkabilen monarşist bir Rus’un makalesi
neşrolunmuştu. Bu zat, Çelebi Cihan’dan sitayişle bahsettikten sonra, kendisinin
hapis müddetince çok sıkıldığını anlatmakta idi. Çelebi Cihan, hapisten kurtulmak,
kaçmak çarelerini araştırıyor ve temin etmiş olmalı ki, ona ara sıra yemek getiren –
isminin zikrini münasip görmüyorum– ihtiyar bir kadın vasıtasile ailesi ile temasa
geçmiş. Planın tatbiki için lâzım geleni temin etmek üzere iken 23 Şubat gelip
çatmıştı. Bunları Çelebi Cihan Efendi’nin hanımından dinlemiştim. Kendisini
idama götürmeye geldikleri vakit uyuyormuş. Uyandırmışlar. Vaziyeti kavrayarak
kalkmış, vedalaşmış, celladın peşi sıra yürümüş. Hapishanenin avlusunda duvara
dayayarak durdurtmuşlar. Başını yukarıya kaldırmış, gökyüzüne bakıyormuş
ki arka arkaya sıkılan kurşunlarla yere serilmiş. 1919 Senesi Parlamento
tekrar toplanınca, Akyar’da denizden çıkarılan cesetleri tetkik ve Çelebi Cihan
Efendi’nin cesedini teşhis için üç şahıstan müteşekkil bir heyet ayrılmıştı. Abdi
Efendi, ben ve biri daha vardı ki adını hatırlamıyorum. Ben, hassasiyet sebebiyle,
gitmekten imtina etmiştim. Diğer arkadaşlar gittiler, perişan halde döndüler ve
cesetlerin hiç birinin tanınacak halde olmadıklarını anlattılar. Bahtsız Kırım’ın,
tarihine lâyık bir hayat süren ve bu Türk yurdunun istiklâli için hayatının son
dakikasına kadar mücadele eden Kırım Türklerinin büyük evlâtlarından biri olan
Çelebi Cihan, davası uğrunda şehit oldu.” Çelebi Cihan ile birlikte Akyar’da tam
300 tutuklu işkence gördükten sonra vahşice öldürülmüştü. (Gaspralı, 1961: 3)
Çelebi Cihan’ın Ardından
Çelebi Cihan’ın şehâdet haberi, tüm Türk Dünyası’nda sert tepkilere yol
açmış; bolşevik makamları nezdinde protestolar yağmıştır. Onun arkasından eşi
de bu acıya daha fazla dayanamayarak vefat etmiştir. Çelebi Cihan’ın şehâdeti,
Kırım Türklerini yıldırmak yerine daha da kamçılamıştır. Alman, Beyaz Rus ve
Bolşevik işgalleri ile geçen bu kanlı dönemde, Kırım Türkleri, Parlamento’yu
sürekli açık tutmaya uğraşmışlar; hayatları pahasına vatanlarını, özgürlüklerini ve
bağımsızlıklarını korumaya çalışmışlardı. Ancak, 1919’un ortalarından itibaren
artık yapabilecek hiçbir şey kalmamıştı. (Hablemitoğlu, 2007)
İşte Çelebi Cihan, 134 yıldır kapanan siyasî tarihin kısa bir süre bile olsa yeniden
açılmasında, Kırım Türklerinin siyasî ve sosyal haklarının elde edilmesinde,
millî iradenin yeniden tahakkukunda ve müstakil Kırım Halk Cumhuriyetinin
kurulmasında en büyük rolü oynayan kimselerin başında yer almıştır. Bu
hareketlerin mânası özetle şudur ki: Serbest seçimler yapılması, seçimlere
kadınların da katılması, seçme ve seçilme haklarını haiz olmaları ve 1917’de
Kurultay’da (parlâmento) kadın milletvekillerinin de bulunması, 9 Aralık 1917’de
Kurultay’ın toplanması, anayasayı müzakere ve kabul etmeleri, bu anayasada
Kırım Halk Cumhuriyeti esasını kabul etmeleri, hükümeti kurmaları o tarihlerdeki
Türk âlemi göz önüne getirilirse çok mühim tarihi olaylardır. Bunun mânası,
1097
Kırım Türklerinin tarihinde ilk olarak bu hareketleri yapmış olmaları, demokratik
rejimi kurmaları, egemenliğin ulusta olduğunu kabulleri, cumhuriyet rejimini
tesis etmeleri ve Rusya esiri Türkler yönünden o devirde ilk olarak istiklâllerini
ilan etmeleridir. Bu hareketlerin başında ise Çelebi Cihan vardır ve henüz 32
yaşındadır. Günden güne kuvvetlenen Bolşevikler, Kırım Türklerinin hürriyetlerini
boğmak, istiklâl hareketlerini yıkmak için Kırım’ın muhtelif yerlerine çıkarma
hareketlerine girişmişler ve buralarda tecavüzlerde bulunmuşlardır. Bunlara karşı,
bir taraftan Cafer Seydahmet’in komutasındaki birlikler savaşırken, diğer taraftan
da Çelebi Cihan umumî idareyi yürütmeye çalışmıştır. Ancak ihtilâlci Bolsevikler,
güya sulh müzakereci bahanesiyle kendisini davet etmiş ve daha sonra tevkif
etmişlerdir. Akyar’a götürerek orada, 23 Subat 1918’de öldürmüşler ve böylece
Kırım Türkleri son devirlerinin en büyük evlâdını şehit vermişlerdir.
Çelebi Cihan’ın Şahsiyeti ve Eserleri
Çelebi Cihan Kırım’ın şimal tiplerindendi. Zeki, çalışkan, kuvvetli, irade
sahibi, enerjik idi. Boş vakit geçirmez, meseleleri derinlemesine tetkik ederdi.
Engel tanımaz, serbest ve sade tavırlı, tok sözlü, ölçülü ve mantıklı idi. Bakışları
dik ve doğru, temizliği sever, terakkiperver bir zattı. En mühim vasfı doğruluktu,
kendisine zarar vereceğini bildiği halde doğruluktan vazgeçmezdi. Halkçı ve
inkılâpçı yaradılışta, büyük çapta devlet adamı vasfında idi. Çelebi Cihan edebiyata
da kabiliyetliydi. Güzel yazı ve şiir yazardı. “Karılgaçlar Duası”, Kırım Türkleri
edebiyatının en ölmez bir parçasıdır. “Ant Etkenmen” şiiri, Kırım Türklerinin
millî marşı olmuştur. “Bastırık”, “Tilkiden Selâm”, “Haygidi”, “Yolcu”, “Garip”
bilinen şiirlerindendir. İslâm dininin tekâmülü emrettiği, içtimai ve medeni
durumumuzun yükselmesini sağlamak için kadınlara da bütün hakların tanınması
gerektiği fikrinde idi. Bütün Türkleri bir millet olarak tanırdı. Ufa’da Rusya
Müslümanları kongresinde, bütün Rusya Müslümanları için Kazan’da müşterek
bir üniversite açmak teklifi onun Türkçü ruhunun bir ifadesi idi. O da, Cafer
Seydahmet gibi, 1917’de anayasa, kurultayca kabul olunduktan sonra, Türkistan’a
giderek orada harekete devam etmeyi düşünmüştü. Kırım mukadderatını Türkiye
ile sıkı bir surette bağlanmasının taraftarı idi. 1917’de Ufa’da Kazan Türklerinin
meşhur âlimi Âlimcan Barudi, kendisine: “Efendi hazretleri, Cenabı Hak size,
servet, ilim, mevkii içtimai şereflerini bahsetmiş. Tanrı’dan sizin için bir büyük
şeref daha temenni ederim ki, o da milletiniz uğruna şehit olmanızdır.” Bu sözler
sanki bir kehânetti. Nitekim Büyük Tanrı, ona bu şerefi de verdi. Milletinin hak ve
hürriyeti, istiklal davası yolunda şehit düşmüştür. (Otar, 1968: 14)
SONUÇ
1917 yılına gelinceye kadar Kırım Türkleri maddi ve manevi anlamda, yani
iktisâdi, dini, millî, eğitim ve sosyal alanlarda, mahkûm millet olmanın bir sonucu
olarak, hâkim devlet olan Rusların geriletici, imha ve temsil edici siyasetlerinin
baskısı altında idiler. Kırım Türkleri de, diğer Rusya esiri Türkler gibi, her sahada
1098
hürriyetten mahrum olduklarından, fikrî, içtimaî ve siyasî inkişâf imkânını
bulamamışlardı. İşte “Kurultaycılar” diye bilinen ve tanınan Çelebi Cihan ve
arkadaşları, Kırım Türklerini evvelâ bu tazyikten kurtarmak, esaret baskısının
sebeplerini ortadan kaldırmak ve hürriyet içinde yaşamasını sağlayarak onu çağdaş
milletler seviyesine ulaştırmak emelinde idiler. Bu gayeye ulaşabilmenin yegâne
yolu da istiklâldi. Kurultaycılar da Kırım Türklerini istiklâllerine kavuşturmak için
mücadele ettiler, kan döktüler, kurbanlar ve şehitler verdiler. Bu şehitlerin başında
Çelebi Cihan geldiği içindir ki, hâtırası Kırım Türklerinin hafızalarından silinmez.
Çelebi Cihan, Kırım Türkleri için halkçılık, millîyetçilik, türkçülük, inkılâpçılık
sembolüdür. (Otar, 1968: 14) Ölümünün seksendokuzuncu yılı dolayısıyla hâtırası
önünde saygı ile eğiliriz.
KAYNAKÇA
Albayrak, Mehmet Akif, (2002), “Numan Çelebi Cihan”, Kırım Bülteni,
Ankara, s. 44.
Bozgöz, Aziz, (1968), “Çelebi Cihan Efendi Hakkında Hatırladıklarım”, Emel,
14-20.
—–, (1979), “Newyork’da Çelebi Cihan Günü Münasebetiyle”, Emel, 6-11
Çapraz, Kemal, (1997), “Stratejik Açıdan Kırım”, Yeni Türkiye, 1528-1533.
Gaspralı, Şefika, (1961), “Çelebi Cihan’ın Şehâdeti”, Emel, s. 3.
Grouset, Rene, (1993), Bozkurt İmparatorluğu, Çev:Reşat Uzmen, İstanbul,
Ötüken Neşriyat.
Hablemitoğlu, Necip, (2004), Çarlık Rusyası’nda Türk Kongreleri, İstanbul,
Toplumsal Dönüşüm Yayınları.
Hablemitoğlu, Necip, (2007), “Kırımlı Aydınların Sorunları Üzerine
Özeleştiri:Kırım’da Aydın Kırımı”, http://www.hâkimiyetimilliye.org.
Karatay, Zafer, (1997), “Kırım’ın Önemi ve Kırım Tatar Millî Hareketi”, Yeni
Türkiye,1510-1515.
Kerimi, Fatih, (2004), Kırım’a Seyahat, İstanbul, IQ Yayıncılık.
Kırımlı, Hakan, (1996), Kırım Tatarlarında Milli Kimlik ve Milli
Hareketler(1905-1916),Ankara, TTK.
Kurat, Akdes Nimet, (1999), Rusya Tarihi, Ankara, TTK.
—–, (1992), Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara,Murat Yayınları.
1099
Otar, İsmail, (1968), “Çelebi Cihan”, Emel, 4-13.
Saray, Mehmet, (1996), Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Ankara, TTK.
Saydam, Abdullah, (1996), Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), Ankara,
TTK.