Karaçay – Malkar Töreleri
Karaçay – Malkar Türkleri
Kafkasya ile ilgilenenlerin dışında çok az kimsenin adını duyduğu tarihi geçmişi çok eski devirlere dayanan bir bölgede Kafkasların sarp ve derin vadilerindeki köylerde yüzyıllardan beri kimseye zarar vermeden, kendi emeğiyle yaşayan Türk topluluğudur.
Tarihî, antropolojik, arkeolojik ve linguistik araştırmalar Karaçay-Malkarların tarih boyunca Kafkasya’da hâkimiyet kuran Kimmer, İskit, Hun, Bulgar, Alan, Hazar, Kıpçak gibi proto-Türk ve eski Türk kavimleri ile çeşitli Kafkas halklarının etnik ve sosyokültürel bütünleşmesinden ortaya çıkmış bir Kafkasya Türk halkı olduğunu ortaya koymuştur. Karaçay-Malkar yer, ırmak, dağ ve köy adları incelendiğinde bunların büyük bölümünün Kıpçak ve Hun Bulgar kökenli eski Türkçe adlar oldukları görülmektedir.
Karaçay – Malkar, farkları nedir?
Karaçaylar ve Malkarlar birbirinden farklı etnik kökene, dile, kültüre ve tarihe sahip iki ayrı halk değil, aynı dil, kültür ve tarihi paylaşan aynı Türk boyudur. Karaçay ve Malkar adları bu boyun yaşadığı iki coğrafî bölgenin adlarıdır. Avrupa ile Asya’yı ayıran Kafkas dağlarının en yüksek tepesine (5642 m) sahip “Elbruz” dağının Karaçay Türkçe’sindeki adıyla “Mingi Tav” eteklerinde ve derin-ulaşılmaz, masalsı vadilerinde bir ucunda Karaçaylılar, diğer yamacında Malkarlılar yaşar. Buralarda yaşayanlar da aslında Karaçaylar ve Malkarlar olarak değil, Konyalılar ve Karamanlılar gibi Karaçaylılar ve Malkarlılar olarak adlandırılmalıdırlar. Zira coğrafi konumları dışında aralarında hiçbir farklılık yoktur. Kendilerine Tavlu (Tavlı – Dağlı) adını veren bu halk, ayrıca kendi aralarında kendilerini yaşadıkları vadilerin adlarına göre Karaçaylılar, Bashanlılar, Çegemliler, Holamlılar, Bızıngılılar ve Malkarlılar olarak çeşitli zümrelere ayırırlar. “Balkar” adı Bashan, Çegem, Holam, Bızıngı ve Malkar vadilerinde yaşayan dağlıları tek bir isim altında toplamak isteyen Sovyet yönetimi tarafından uydurulmuş sunî bir etnik isim ve millet adıdır.
Tarih
Sadece Kafkaslar’ın değil, 3.000 metreden yukarı kısımlar buzullarla kaplı, dünyanın en yüksek ve sarp dağlarında kendilerini dış dünyadan tecrit ederek çeşitli kavimlerin istila hareketlerinden koruyan bağımsızlık ve özgürlüklerine düşkün Karaçay-Malkar Türkleri, 3500 yıl boyunca Türklüklerini muhafaza etmişlerdir. Karaçay-Malkar Türkleri 1828 – 1862 arası Çerkeslerle birlikte Rus istilacılarıyla çarpıştılar. 1862’de Karaçay dahil olmak üzere Çerkesya Rusların eline geçti.
1862 – 1908 arası Karaçay-Malkar halkının bir bölümü diğer Kafkas halkları ile Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldılar
1917 Bolşevik ihtilali sonrasında 1918’de çok kısa bir süre bağımsızlık kaldılar.
1920’de Karaçay-Malkar Kızılordu tarafından işgal edilerek “Sovyet” sistemine dahil edildi. Karaçaylılar 12 Ocak 1922’de kurulan Karaçay-Çerkes özerk bölgesi içinde yer alırken, Malkarlılar da 16 Ocak 1922’de kurulan Kabardin-Balkar özerk bölgesi idaresi altına alınarak kasden bölündüler. Böylece tarih, kültür, etnik köken ve dil açısından Karaçaylılarla bir olan Malkarlılar sunî ve uydurma bir etnik isim olan Balkar adına katılmış oldular.
Karaçaylılar 1920-30’lu yıllarda kolektifleştirme hareketine karşı çıkarak kurdukları çetelerle Sovyet ordusuna karşı aylarca Kafkas dağlarında silahlı mücadeleye giriştiler. Sovyetlerin kolektifleştirme hareketleri Kafkasya’nın diğer bölgelerine göre Karaçay’da çok kanlı savaşlarla geçti. Karaçaylılar Sovyet rejimine karşı sürdürdükleri bu silahlı mücadeleler yüzünden Sovyet hükümeti ve özellikle Stalin tarafından “komünist rejimin amansız düşmanları” olarak nitelendiriliyorlardı.
ABD’de yaşayan Türk toplumunun en önemli kitlesi olan Karaçay Türkleri’nin yaşayan çınarı, Cabbar Aybaz’ın varlıklı ailesi komünizmin gelmesiyle her şeylerini kaybetmiş; 1930 yılında bulundukları bölgeden 350 kilometre uzaktaki çorak bir araziye ansızın sürgüne gönderilmişler. Cabbar Aybaz anlatıyor “9 kardeşin en küçüğü bendim. Rus askerleri bir sabah ansızın gelip bizi trenlere doldurarak evimizden 350 kilometre uzakta bir yere sürdüler. Yanımıza tek bir çöp tanesi bile almadan. Komünistler bizi maddi imkanlarımıza göre 5 gruba ayırdı. Bütün mal varlığımıza zaten el koymuşlardı. Camileri yıkıp, hocaları ortadan kaldırdılar. Namaz kılmak zaten yasaktı. Fakir olanları casusluk yapmak için kullanıyorlardı. Birçok Karaçaylı yıllarca hapis yattı ardından da Sibirya’ya ve değişik bölgelere sürgüne gönderildi.” Ailesinden bir dönem 17 kişinin hapiste yattığını anlatan Aybaz; bir abisinin hapse düşmemek için yıllarca kaçtığını ve abisinden bir daha hiçbir haber alamadıklarını ifade etti.
Almanlar 1941 yılında Sovyetlere saldırdıkları sırada, Kafkasya’da yaşamakta olan Karaçay-Malkar halkı da Almanlara karşı sempati beslemeye başlamıştı. Bu durumu değerlendiren Sovyet istihbaratı, Sovyet ordusunda görevli Karaçay-Malkarlı subay ve askerleri “güvenilemeyecek düşman unsurlar” sayarak cepheden alıp, Ural bölgesindeki kömür ocaklarına sürmüşlerdi. Sovyetler’in bu davranışı karşısında bir Karaçay süvari alayı silahları ile dağa çıkmıştı. Böylece Almanlar henüz Kafkasya’yı işgal etmeden ve hiç haberleri olmadan Kafkasya’da bir müttefik halk kazanmış oluyorlardı. 25 Temmuz 1942’de Alman orduları Rostov’u ele geçirip Don ırmağını geçtikten sonra Sovyet ordusuyla Kafkas dağlarının eteklerinde savaşa girdi. Alman ordusunun önünden çekilerek Kafkas dağlarına sığınmaya çalışan Kızılordu birliklerini burada Karaçaylıların silahlı çeteleri karşıladı. Karaçaylılar Sovyet Kızılordusu’nu ve NKVD (İçişleri Halk Komiserliği) birliklerinin büyük bölümünü imha ettiler. Ağustos 1942’de Alman ordusu Karaçay topraklarına girdi ve bölgede beş ay kadar kaldı. Yerli halka dinî ve siyasî hürriyet verdiklerini açıklayan Almanlar bu hareketleri ile yerli halkın sempatisini kazanmışlardı. Camiler yeniden açılmış, kolektif çiftlikler kaldırılmıştı. Bu davranış yıllardan beri amansız Sovyet din karşıtı baskılara maruz kalan Müslüman halkın sevinciyle karşılanmıştı. Okullar mahallî yöneticilerin yönetimine bırakılmıştı. Karaçaylılar-Malkarlılar 1943 yılı sonlarına kadar Sovyetler’e karşı mücadelelerini sürdürerek Kafkasya’daki Rus karşıtı hareketlere önderlik ettiler. Bu mücadeleler sırasında büyük nüfus kayıplarına uğradılar. Almanların Kafkasya’yı bir sömürge olarak kullanmak istedikleri ve buradaki bölgelere Alman Nazi komiserlerinin çoktan atanmış olduğu daha sonra öğrenildi.
1942 yılı sonlarında Alman ordusunun Rusya’da yenilgiye uğraması sonunda, Almanlar Kafkasya’dan çekilmek zorunda kaldılar. Bu sırada Adige-Kabardey, Karaçay-Malkar ve Osetlerden oluşan onbeş bin kişilik bir mülteci kafilesi de Alman ordusu ile birlikte Kafkasya’yı terk etti. 10336710_723760161025521_2424368098271938303_nAlmanlar Kafkasya’dan çekilir çekilmez, 15 Ocak 1943’te Kızılordu Karaçay’a büyük bir saldırı başlattı. Silahlı çeteler Kafkas dağlarında tank, top ve uçaklarla saldıran Kızıl Ordu’ya karşı mücadele ediyorlardı. Bütün Karaçay köyleri ağır bombardımanla yerle bir edildi.
Sürgün
Sovyetler bütün güçlerine rağmen silahlı Karaçay-Malkar çetelerini yok edemiyorlardı. Sovyet hükümeti bunun üzerine daha kesin bir sonuç elde edebileceği bir yönteme başvurdu. Alman ordusuyla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Türk düşmanı Stalin tarafından 2 Kasım 1943 de Karaçaylıların tamamı Kazakistan’a, 8 Mart 1944 de Malkarlıların tamamı Kırgızistan’a sürüldüler.
Karaçaylı yazar ve gazeteci Seyit Laypan’ın 1991 yılında Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde yayımlanan Gürge Kün (Salı Günü) adlı romanında, kendisinin on sekiz yaşında Üçköken vadisindeki köyünden ailesi ve bütün köy halkı ile birlikte sürgüne gönderilişinin ve sürgünde yaşadığı zorlukları şöyle anlatıyor: “Oturmaya, dinlenmeye fırsat yoktu. Askerlerin acele ettirmesiyle, eşyalarımızı hemen kamyona yükledik. Birbirimize yardım ederek kamyona bindik. yanımıza iki tüfekli asker de oturdu. Kamyon gürüldeyerek sokağın aşağısına doğru yöneldi. Kadınlar “Aman kün kellik!” (Kötü gün gelesice!) diyerek kamyona beddua ettiler. Kamyon bizi Narsana şehrinin demir yolu yük istasyonuna getirip indirdi. İstasyon kadınlar, çocuklar, erkekler, yaşlılar, yükler, eşyalarla doluydu. Hayvan vagonlarının kapıları ardına kadar açılmış, istasyon boyunca dizilmişlerdi. Hepsi tıklım tıklım doldurulmuşlardı. Vagonlarda eşyalar ve insanlar üst üsteydi. Küçük Karaçay Rayonu’nun köylerinde yaşayan bizleri Narsana (Kislovodsk) şehrinin tren istasyonundan vagonlara yüklemişlerdi. Karaçay eyaletinin diğer bölgelerinde Kuban, Teberdi, Mara, Morh, Cögetey vadilerinde, Zelençuk ilçesinde yaşayan Karaçaylıları ise Çerkessk ve Cögetey-Ayagı arasındaki demir yolu istasyonlarında toplayıp sürgüne oradan göndermişlerdi. Vagona yüklenme sırası bize hemen gelmedi. Vagonlarla aramızda epeyce bir mesafe vardı ve aramız insanlar ve eşyalarla doluydu. İstasyonda sürgüne gönderilmeyi bekleyen bütün Karaçaylıların yüzleri gözleri taş kömürünün siyah tozuyla kap kara olmuştu. Nihayet sıra bize geldi ve bir vagona eşyalarımızı koyup yerleştik. Vagonun ortasında döküm bir soba, yanında da birkaç odun parçası vardı. Köşede tuvalet amacıyla kullanmak üzere bir kova konulmuştu.
Tren katarı şafak sökerken, bizim için sonu belirsiz uzun bir yola koyuldu. Sürgünün ilk günlerinde hava açıktı. Kasımın dördünden sonra gökyüzü kararıp, ağır kara bulutlar havanın bozacağı işaretini verdiler. 1943 yılının Kasım ayının ikinci,üçüncü,dördüncü günlerinde, nüfusu o zamanlar 80.000 kişiden fazla olan Karaçay halkı zorla hayvan vagonlarına doldurulup, binlerce yıllık yurtlarından koparılıp, bilinmedik bir yere doğru yola çıkarıldılar.
Yetmişten fazla tren katarına doldurulan Karaçaylılar on sekiz gün süren bir yolculuktan sonra Kazakistan ile Kırgızistan’ın Sır-Derya, Kızıltav, Arıs, Badam, Çimkent, Mankent, Cambul, Lugovaya, Merke, Çaldovar, Karabalta, Belovodskaya, Sukuluk, Pişpek, Kant, İvanovka, Tokmak Temir istasyonlarında indirildiler. Perişan durumdaki sürgünler buralarda çeşitli Kazak, Kırgız, Özbek ve Rus köylerine ve kolhozlara dağıtıldılar“
Sürülenlerin sayısı yaklaşık 70 bin idi. Alman işgali sırasında Sovyet Ordusu saflarında da bulununan Karaçay-Malkarlılardan binlerce kişi de sürgün edildi. Sürgün sırasında çok sayıda Karaçaylı açlık, soğuk ve hastalıktan hayatını kaybetti. Ruslar tarafından Balkarlar adı verilen, bölgedeki diğer Türk uruğları Bashanlılar, Çegemliler, Holamlılar, Bızıngılılar da aynı sürgün akibetine uğradılar. Gürcistan’a bağlanan eski Karaçay topraklarına da Çerkesler ve Gürcistan’dan getirilen Svanlar yerleştirildi.
Stalin’in ölümünden sonra Kruşçev tarafından sürgünden 14 yıl sonra Karaçay-Malkarlar’ın, Balkarlar da dahil olmak üzere 1956’da saygınlıkları geri verildi ve geri gelmeye başladılar. Ancak Kafkasya’ya dönen Karaçaylıların ekonomik ve manevi durumları çok kötü şartlardaydı. Sürgün sonrasında Gürcü-Svanların ve Çerkeslerin talanına uğrayan eski Karaçay köylerinde tek bir sağlam ev bırakılmamıştı. Malkarlılar da 1957 yılından itibaren Kafkasya’ya dönerek eski topraklarına yerleştiler. Sürgün sonrasında birçok köyleri ve dağlardaki yaylaları Kabardeylere verilen Malkarlılar bu toprakları geri alamadılar.
Karaçay halkı sürgünden döndüğü halde Sovyet hükümeti tarafından itibarı iade edilmemiş ve siyasî hakları geri verilmemişti. Sürgün sonrasında Karaçaylılar otuz yıl boyunca Sovyet resmî belgelerinde hâlâ “vatan haini”, “haydut-çeteci” olarak tanımlanıyorlardı. Kimlik kartının ve pasaportunun milliyet hanesinde “Karaçaylı” yazan bir kimsenin devlet kademelerinde yükselmesine imkan yoktu. Kendi özerk bölgelerindeki hiçbir idarî kadroya Karaçaylılar tayin edilmiyordu. 1982 yılında Bölge Parti Komitesi tarafından yayımlanan bir kitapta Karaçaylıların vatan haini oldukları vurgulanarak komünist rejime karşı olan düşmanlık ve sadakatsizlikleri anlatılıyor ve Çerkeslerle Rusların Karaçaylılara karşı tavır almaları isteniyordu. Karaçaylılar üzerlerine sürülen bu lekeyi temizlemek ve siyasî haklarını elde edebilmek amacıyla Azret Orus önderliğinde “Camagat” adı verilen siyasî örgütü kurdular. Camagat örgütünün çalışmaları sonucunda Sovyet resmî makamları Karaçaylıların sürgüne gönderilmeleri ile ilgili kararın hatalı olduğunu kabul ettiler ve Karaçaylılara atılan iftiraların haksız olduğunu Karaçay halkı sürgünden döndükten ancak 32 yıl sonra, 14 Kasım 1989 tarihinde açıkladılar.
Aralık 1991 sonunda Karaçay-Malkar ve Balkar halkı Kafkasya’da “Karaçay-Çerkesya” ve “Kabardey-Balkarya” adlarını taşıyan iki ayrı cumhuriyet olarak Rusya Federasyonu’na bağlandılar. Böylece tarih, kültür, etnik köken ve dil açısından Karaçaylılarla bir olan Malkarlıların bölünmesi sürdürülmüş oldu. Sonrasında Malkarlıların topraklarını geri alamamaları yüzünden Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde Malkarlılar ile Kabardeyler arasında etnik gerilim ve çatışmalar yaşandı. 1991 yılında kurulan Dünya Çerkes Birliği adlı teşkilatın Adige, Karaçay-Çerkes ve Kabardin-Balkar Cumhuriyetlerinde yaşamakta olan Çerkeslerin tek cumhuriyet ve ortak sınırlar içinde toplanarak Kabardey’den Karadeniz’e kadar uzanan bölgede Adige devleti kurma çalışmalarına girişmesi Karaçaylılar ile Çerkesler arasındaki etnik gerilimi artırdı.
Dil
Karaçayların dilleri Tavça (Tav tili – Dağ dili) dedikleri Türk dillerinden Kuzey Kıpçak grubuna girer ve günümüz Türkiye Türkçe’siyle hayli farklılıklarla, Kuzey Kafkasya’da bulunan Kumukça ve Nogay diline benzerlik gösterir. Karaçaylar neredeyse Orhun Abideleri’ndeki dilin özelliklerini koruyan bir lehçeyle konuşurlar. Sert sessizler egemendir, d harfi, t olarak söylenir. Kelime başındaki y’ler c’dir. Günümüzde Rusça, Karaçayca, Kabartayca, Abazaca ve Nogayca yaşadıkları Cumhuriyetlerin resmi dilleridir.
Din
Karaçaylar Sünni Hanefidirler ve Kuzey Kafkasya din işlerine bağlıdırlar. Sovyet yönetimi döneminde kapatılmış olan camilerin yerine bugün birçok yeni cami açılmış bulunmaktadır. 17. yüzyılda bölgeye yapılan Nogay göçü ve Kırım Tatarları’nın gerçekleştirdiği temaslar Karaçayların İslamı tanımalarına yardımcı olmuştur. Ancak başka bir söylentiye göre, Karaçay-Malkarlıların İslamı kabul etmelerinde 18. yüzyılda yaşamış İshak Efendi isminde Kabartaylı bir din adamının çalışmaları belirleyici olmuştur.
Adetler
Yıllardan beri dinlerine, dillerine ve kültürlerine bağlılıkları, dürüstlükleri ve çalışkanlıkları ile göze çarpan Karaçay-Malkar Türkleri dil, kültür, âdet ve geleneklerini aynen sürdürmektedirler. Dînî manzûmeler, ağıtlar, algış (övme) ve kargışlar (yermeler-bedduâlar), Nart efsâneleri-masallar, aşk şarkıları-maniler, ninniler, atasözleri, bilmeceler, bâtıl inanışlar, düğünler (toylar) gibi zengin edebiyat ve folklor mahsullerine sâhiptirler.
Nüfus
2002’de sayıları 739 470 olan Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde yaşayanların dağılımı:
169 198 Karaçay % 63.5
147 878 Rus %11.65
54 873 Nogay % 13.4
22 346 Abaza % 7.4
11 300 Çerkes (Kabartay ve Besleney) % 1.3
2005’de Karaçaylıların nüfusu 218,403 Malkarlıların ise 112,924 olarak tesbit edildi.
Yaklaşık 25 bin Karaçay-Malkar Türkleri Doğlat, Gökçeyayla (Afyon), Yağlıpınar (Ankara), Akhisar, Belpınar, Ertuğrul, Yazılıkaya (Eskişehir), Eğrisöğüt (Kayseri), Başhüyük (Konya-Sarayönü), Emirler (Sivas), Çilehane, Arpacı ve Karaçay’da (Tokat) ve Türkiye’nin muhtelif illerinde yaşamaktadırlar
1500 civarında Karaçay-Malkarlı ise Suriye’de Şam civarında, yaklaşık 5 bini de ABD’de New Jersey eyaletinde yaşamaktadır.
Paterson
New York’a çok yakın olan New Jersey’in en büyük şehri Paterson’da Karaçay Türklerinin Amerikan Karaçay Dayanışma Derneği (American Karachay Benevolent Association AKBA) ve Camileri var.
İlk gelenler 1944 yılından sonra gelmişler. Gelenler Karaçaylılar, Türkiye’deki tanıdıklarını ve akrabalarını evlilik yoluyla yanlarına aldırtmışlar. Nevruz Yıldız de 1985 yılında Paterson’a böyle gelmiş: “Benim teyzemin kızı Rusya’dan buraya gelen biriyle evlendi ve bu vasıtayla geldi. Teyzem onların istekleriyle geldi ve vatandaş oldu, sonra annemi getirtti. Annem de vatandaş olunca bizleri evlatlarını getirtti. Ben rahattım, halamın çocuklarının burada plastik fabrikaları vardı. Ayrıca da benim geldiğim yıllarda her fabrikanın, her iş yerinin önünde işçi aranıyor yazıyordu. Şimdi ekonominin durumu insanları sıktı.” Bugün geçmişlerini anlatan Paterson Türkleri’ Rus romancı Leo Tolstoy’un kızı Alexandra Tolstoya’nın ismini mutlaka anıyorlar. Çünkü Tolstoya, Karaçaylar, Tatarlar ve Çerkezler gibi Kafkas halklarının geçmişinde önemli bir yere sahip. Sovyetler Birliği’nde ifade özgürlüğünü savunduğu için beş kez tutuklanan ve hapis yatan Alexandra Tolstoy, 1931 yılında ABD’ye yerleşir. Yakınları tarafından Sasha olarak çağrılan bu yardımseverliğiyle ünlü kadın, New York’un kuzeyinde bir çiftlik satın alır. Burada 1939’da II. Dünya Savaşı sırasında, Sovyetler Birliği’nden ve Avrupa’dan kaçan komünizm mağdurlarına yardım için Tolstoy Vakfı’nı kurar. Vakıf, 500 binden fazla insanın, Sovyetler Birliği’nden ABD’ye sığınmasına yardım eder. Mülteciler çiftlikte barındırılır, onlara iş verilir. İsrail, Altı Gün Savaşları’ndan sonra Golan tepelerini işgal ettiğinde, Paterson’da yaşayan bir grup Karaçaylı, daha önce de Suriye ve Türkiye’den soydaşlarını kaçıran Tolstoy Vakfı’na başvurur ve akrabalarının ABD’ye getirilmesini talep eder. Alexandra Tolstoy, ABD İçişleri Bakanlığı’ndan özel izin alarak, bu insanların Paterson’a güvenle yerleşmesini sağlar.
Paterson’da Karaçaylardan başka yaklaşık 25 000 Türk daha yaşıyor. Karaçay Türkleri’nin başvurusuyla Totova’daki Laurel Grove Cemetery Mezarlığı’nda Türklerin cenazeleri için 3 ada tahsis edilmiştir.
Kaynaklar:
Kafkasya ve Çevresindeki Türk Toplulukları. Dr. Ufuk Tavkul. http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=358637
Töreleri:
19. yüzyıl başlarında Karaçay’da kan davaları çok uzun süre devam ederdi. Karaçaylılar böylece ölenlerin ruhlarını rahatlattıklarını düşünürlerdi. Ender de olsa, bazen bir biy (bey) düşman aileleri barıştırmaya,onları ikna etmeye çalışırdı. O zaman köyde büyük bir ziyafet verilir ve koyunlar-öküzler kurban edilirdi.
Kan davasını sürdürecek kimse kalmamışsa veya taraflardan biri devam ettirmeye korkuyorsa, yaklaşık 600 ruble tutarında para veya mal ödenerek kan davası sonuçlandırılmaya çalışılırdı. Buna Karaçay-Malkar dilinde “kan bagası” denirdi. Eğer cinayet istenmeden işlenmişse tarafları barıştırma ihtimali daha yüksek olurdu.
19. yüzyıl başlarında Karaçay’da, babasına karşı gelen bir evlat, bütün uyarılara rağmen bu tutumunu değiştirmezse cami kapısına getirilir, burada bütün köy halkı toplanıp ona öğütler verirlerdi. Eğer yine düzelmezse, ailesi ona geçimini sağlayacak bazı eşya ve mallar verir ve evden kovardı. Çocuk bir daha baba evine dönemezdi.
Karaçay-Malkarlılar verilen sözü tutmaya, yeminlerine sadık olmaya çok dikkat ederlerdi. 19. yüzyıl başlarında, yemininden dönen bir Karaçay-Malkarlı köy halkına 5 veya 10 dişi koyun ödemek zorundaydı.
Bir “biy”in (beyin) karısından başka, kölelerinin birinden de bir çocuğu olursa, bu çocuğa Tuma (melez) ya da Çanka adı verilirdi. Bunlar genellikle biyin (beyin) nikahlı karısından doğan çocuklarla aynı haklara sahip olurlardı.
Karaçay-Malkar geleneklerine göre aynı soydan (tukumdan) gelenler ve yedi kuşak ötesine kadar birbirleriyle akraba olanlar evlenemezlerdi. Süt kardeşlik yoluyla akraba olanlara ve kardeş sayılan soylara bile kız verilmez ve alınmazdı. Bu âdetleri bozanlar köy meydanında siyah bir direğe (kara bagana) bağlanır veya eşeğe bindirilip köyün içinde gezdirilirdi. Bu cezaya “eşek bediş” adı verilirdi.
Gelenekleri bozanlara mal cezası da verilirdi. Suçluların bakır kazan, hayvan gibi cezalar ödemesi istenirdi. Âdetlere karşı ters davrananlar köyden kovulurdu.
Eski Karaçay-Malkar geleneksel hukukunda, bir adam öldüren katil hileyle ya da zorla, öldürdüğü kişinin annesinin veya o sülaleden bir yaşlı kadının memesini emdiğinde affedilmek zorundaydı. Böyle bir durumda artık kan davası yürütülemezdi ve öldürülen için “Kan Bagası” ödenmezdi. Ayrıca katil öldürülenin annesinin memesini emdiği için Karaçay-Malkar geleneklerine göre o sülalenin süt çocuğu (emçek ulan) sayılırdı.
Bir cinayet suçu işlendiğinde taraflar arasında kan davasının sürmemesi ve “Kan Bagası” ödenmemesi için, katil başından kalpağı çıkarılıp, beyaz bir kefen giyip öldürdüğü adamın annesinin, babasının veya akrabalarının önüne diz çöküp sürünerek gider ve af dilerdi. Onlar da affettiklerini göstermek için katilin saçına ve sakalına kama ile dokunurlardı.
Rus hâkimiyetine kadar Karaçay-Malkar’da hukukî sorunlar geleneklere göre, “töre” adı verilen mahkemelerde çözülüyordu. Töre’nin üyeleri “aksakal” adı verilen yaşlılardan oluşurdu. Töre’deki aksakalların sayısı 4-7 arasında değişirdi.
Karaçay-Malkar’da Töre, hükümlerini halkın âdet ve geleneklerine dayanarak verirdi. Toplumun sosyal yapısı değiştikçe Töre bu yeni durumlar için yeni kanunlar çıkarırdı. Böylece halkın eski âdet ve geleneklerinde rastlanmayan yeni bir durum ortaya çıktığında Töre tarafından yeni bir kanun yürürlüğe konurdu.
Karaçay-Malkar halkı arasında İslamiyet’in 18. yüzyıl sonlarından itibaren yayılıp güçlenmesiyle Töreçi adı verilen hakimlerin arasına Kadı da katılmıştı. Töreçileri halk seçerdi. Töreçilerin görevi kanun çıkartmak, toplum hayatını düzenlemek, refahı sağlamak,toplum hayatı ile ilgili emirler vermekti. Töre tamamen bağımsız çalışırdı ve asla taraf tutmazdı. Töre’nin aldığı kararlara en büyük beyler (biyler) dahi karşı çıkamazdı.
Töreçi adı verilen hakimler bey (biy), asilzade (özden), zengin, fakir ayrımı olmadan toplumun içinden seçilen üyelerden oluşurdu. Töre’de yalnızca köleler (kullar) ya da köle soyundan gelenler görev alamazdı. Toplum hayatında bey (biy) soylarının önemi büyük olsa da, Töre’de onların bir etkisi yoktu. Töre’ye akıllı, dürüst, namuslu olarak tanınan insanlar halk tarafından seçilirdi. Bunların âdet ve gelenekleri iyi bilen insanlar olmalarına dikkat edilirdi.
Karaçay-Malkar halkı yaşadığı sarp dağlık arazide ve derin vadilerde bağımsızlığını, birliğini Halk Töresi’nin gücü sayesinde korumuştu. Halk Töresi’nin koyduğu katı kurallar, geleneklere dayalı kanunlar halkın sosyal yapısının korunmasında baş faktör olmuştu.
1866 yılında Karaçay-Malkar’da hukuk reformu yapıldı. Biylerin (beylerin) ve “Töre” adı verilen geleneksel mahkemenin yerini Rus hükümetinin resmi görevlileri aldılar. Cinayet davalarına Rus kanunlarına göre bakılmaya başlandı. Karı-koca arasındaki sorunlar ise yine şeriat mahkemesinin göreviydi. Şeriat mahkemesi karı-koca boşanmalarına, çocukların evlatlık verilmesi işlerine bakardı.
Geleneksel hukuk Rus hâkimiyetinin sonraki dönemlerinde bile Karaçay-Malkar halkı arasındaki önemini ve değerini korudu. Dağlılar birçok meseleyi Ruslara aksettirmektense kendi aralarında çözmeyi tercih ediyorlardı Karaçay-Malkar’da üç kuşağın bir arada yaşadığı geniş aile tipine “ullu üyür” adı verilirdi. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında Karaçay-Malkar’da bu tip geniş ailelerde 25-30 kişi beraber yaşardı.35 Geniş aile tipine genellikle bey (biy) ve asilzade (özden) soyundan gelen ailelerde rastlanırdı. 1867-1868 yıllarında Karaçay-Malkar’da kölelerin azat edilip feodal sistemin son bulmasıyla “ullu üyür” adı verilen geniş ailelerin sayısı da azalmaya başlamıştı.
“Ullu üyür” denilen geniş ailenin yaşadığı eve “ullu üy” (büyük ev) denirdi. “Ullu üy”de bütün aile bireyleri bir arada yaşardı. Evlenen erkek kardeşler ve erkek çocuklar için “ullu üy” denilen büyük eve bitişik yeni bir ev inşa edilirdi. Tek odadan oluşan ve dışarıdan ayrı kapısı olan bu eve “otov” adı verilirdi. Evlenen çocuklar eşleriyle birlikte kendi “otov”larında yaşarlardı. Evlenmemiş kardeşler anne-babalarıyla birlikte “ullu üy”de kalırlardı.
“Üyür tamada” adı verilen aile reisi evin en yaşlı erkeği olurdu. Karaçay-Malkar’da ataerkil aile düzeni hâkimdi. Çok nadir de olsa, bazen “üyür tamada”nın ölümünden sonra onun karısı evin reisi olurdu. “Üyür tamada”nın karısına “üyür biyçe” (evin hanımı) adı verilirdi. Evdeki bütün kadınlar onun sözünü dinlerlerdi. “Üyür tamada” aile ile ilgili konularda “üyür biyçe” ile ortak karara varır, onun fikrini alırdı. “Üyür biyçe” yaşlandığında, evin büyük gelini onun yerine geçerdi. Ona “ullu apsın” (büyük elti) adı verilirdi. “Üyür tamada” aile içinde âdet ve geleneklerin tam olarak uygulanmasına dikkat ederdi. Kendi soyunun damgasını saklar ve korurdu.
Karaçay-Malkar’da babanın aile içindeki statüsü son derece güçlüydü. Eski geleneklere göre, bir evlat ailesinin şerefini lekeleyecek bir suç işlediğinde, babası onu evden kovup, cezalandırılması için köyün “töre” adı verilen yaşlılar meclisine verirdi.
Bir baba çocuklarının evlenme, bir başka yere yerleşme gibi kendi hayatlarıyla ilgili her türlü konuda tek karar sahibiydi. Karaçay-Malkar’da babaya karşı gelmek sülalenin (tukumun) şerefini lekelemek anlamına geldiği için, bu suçu işleyen çocuğu sülale reddeder ve kendi içinden atardı. Kafkasya halklarında aile içinde babanın veya aile reisinin otoritesi çok güçlüydü. Baba sofradan kalktığında ya da odadan çıkarken herkes ayağa kalkardı.
Karaçay-Malkar aile yapısında kadının statüsü yanı konumu da önemliydi. Anne evin ocağını koruyan, bekleyen kişi olarak şerefli bir yere sahipti. “Üyür biyçe” adı verilen evin hanımı yemek konusunda tek karar sahibiydi. Kızların ve gelinlerin evde hangi işleri yapacaklarını o belirlerdi. “Üyür biyçe” izin vermeden evin küçük gelinleri ve kızları suya bile gidemezlerdi.
Aile yapısının ataerkil karakterine rağmen, Karaçay kadınları Kafkasya halkları arasında sosyal açıdan oldukça hür ve rahattılar. Yıllık yayla göçlerine katıldıkları için ailenin gelir kazanımında her zaman aktif bir rol oynuyorlardı.
Karaçay-Malkar’da “ullu üyür” adı verilen geniş ailenin dağılması ancak “üyür tamada” adı verilen aile reisinin ölümüyle mümkün olurdu. “Ullu üyür” dağıldığında, evden ayrılan kardeşler ocaktan birer kor parçası ateş alarak kendi evlerinde ilk ateşi onunla yakarlar, böylece baba evine bağlılıklarını bildirirlerdi. Bir baba ocağından ayrılarak yeni evler kuran kardeşlere “bir otdan ayrılganla” (bir ateşten ayrılanlar) denirdi.
“Ullu üyür” denilen geniş aile tipinde ortak mülkiyet düzeni vardı. Bu da “paylaşılan” ve “paylaşılmayan” mülkiyet olarak ikiye ayrılırdı. Paylaşılmayan ortak mülkiyete evler, yaylalar, tarlalar, hayvan ahırları girerdi. Bunlar “ullu üy” denilen büyük evin denetimi altındaydı. Aile dağıldığında paylaşılabilir mallar olarak hayvanlar ve ev eşyaları sayılırdı. Her ne kadar, evin idaresi “üyür tamada” denilen ailenin en yaşlı bireyinde olsa da, evin her ferdi ortak mülkiyette hak sahibiydi. O yüzden evin her üyesi o mülkiyete “atabızdan kalgan mülk” (babamızdan kalan mülk) derdi.
Karaçay-Malkar’da yedi kuşağa kadar birbiriyle akraba olanlar ve aynı soydan olanlar evlenemezdi. Eski Türk toplumlarında görülen bu gelenek Adige ve Abhazlar arasında da yerleşmişti. Ancak Dağıstan ve Çeçen-İnguşlar arasında İslamî hükümler ve şeriat izin verdiği için kardeş çocukları arasında bile evliliğe rastlanırdı. Hatta Dağıstanlılar ve Çeçen-İnguşlar arasında kardeş çocuklarının evliliği mutlaka gerekliydi.
Kaynak:
Kafkasya ve Çevresindeki Türk Toplulukları. Dr. Ufuk Tavkul. http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=358637
Alıntıdır:https://bpakman.wordpress.comKafkasya ve Çevresindeki Türk Toplulukları. Dr. Ufuk Tavkul. http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=358637
Vikipedi. Karaçaylar http://tr.wikipedia.org/wiki/Kara%C3%A7aylar
TRT Avaz
Ayla Korkmaz facebook sayfası https://www.facebook.com/permalink.php?id=571202246282545&story_fbid=585894054813364
http://home.anadolu.edu.tr/~hcinar/Karacay.html
Kafkasya; Etnik, Sosyal ve Siyasi Problemler. Ufuk Tavkul. Global Yorum İnternet Dergisi http://www.circassiancanada.com/tr/tarih/158_etnik.htm
Sürgün kurbanı Karaçay Türkleri anıldı. ATEV. Azerbaycan Türkiye Evi. 4.11.2014. http://atev.az/news.php?id=3275#.VGJblsnuZXd