Erzincan Binali Üniversitesi Bişkek salonunda Kırımın Dünü – Buğünü konulu sunumunu yapan Prof. Dr. Kemal Özcan : KIRIM’IN İŞGALİ (1783) VE ÇARLIK RUSYA’NIN KIRIM TATARLARINA UYGULADIĞI ASİMİLASYON POLİTİKALARI
Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi 2022-2023 Akademik Yılı Açılışı ve Uluslararası Türk Dünyası Sempozyumu, Türk Devletler Teşkilatının Aksakallılar Konseyinin tam destek verdiği, AK Parti Genel Başkanvekili ve TDT Aksakallılar Heyeti Başkanı Binali Yıldırım’ın himayelerinde ve Kültür ve Turizm Bakanlığının desteklerinde düzenlenen program, üniversitenin Prof. Dr. Erdoğan Büyükkasap Kongre ve Kültür Merkezi Türkistan Salonu’nda yapıldı.
Prof. Dr. Kemal ÖZCAN*
1783 Yılına Giden Süreç ve Kırım’ın İşgali
Altınordu Hanlığı’nın dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan Kırım Hanlığı, çok kısa bir süre sonra Osmanlı Devleti’nin himayesi altına girmişti (1475). 300 yıla yakın bir süre Osmanlı Devleti’nin kuzey politikalarını Kırım Hanlığı marifetiyle yürütmüş, kuzeyden gelebilecek Rus, Leh gibi tehdit ve tehlikelere karşı Kırım Hanlığı bir kalkan görevi görmüştü. Zaman zaman Osmanlı Devleti ile Kırım Hanlığı arasında ihtilaflar, gerginlikler yaşanmıştı. İran seferi, Viyana muhasarası, Don-Volga Kanalı projesi gibi başarısızlıkla neticelenen hadiselerde Kırım hanlarının suçlanması, hatta ihanetle itham edilmeleri tarzında bu güçlü siyasî ve askerî birlikteliği zedeleyecek durumlar meydana gelmişti.
Kırım Hanlığı gibi Altınordu Hanlığı’ndan ayrılan Moskova Knezliği de bağımsız bir devlet olma yolunda ciddi siyasî ve askerî girişimlerde bulunmuştu. İlk başlarda knezlikler arasında bir birlik tesis ederek Moskova Knezliği çatısı altında bir araya gelinmiş, ardından kuzey ve doğu yönlerinde fetih hareketlerinde bulunarak topraklarını genişletmişti. Batıya doğru yayılma teşebbüsleri her seferinde Kırım Hanlığı’nın engeline takılmıştı. Rus knezleri Osmanlı sultanları tarafından muhatap alınmamış, görüşmeler hep Kırım hanları tarafından yapılmıştı. Osmanlı Devleti ile Rusların doğrudan ilk teması 1482 yılında II. Bayezid zamanında gerçekleşmiştir. Bu tarihten sonra Rus elçileri kısmen payitahtta kabul edilmiştir. Bu görüşmelerde genellikle Kırım hanları sultanaşikâyet edilmiş, Kırım askerlerinin baskınlarından bizar oldukları, kendilerinin doğrudan Kırım hanlarıyla değil,sultan ile muhatap olmak istedikleri yönünde taleplerde bulunmuşlardı.
Knezlikten çarlığa (beylikten imparatorluğa) geçiş planları yapan Rus knezi III. İvan, bunu gerçekleştirmek için Bizans hanedanına mensup Sofia Paleolog ile evlenerek kendisini “Kutsal Roma”nın temsilcisi, devletini de“III. Roma” olarak ilan etti. Bu tarihten sonra Rusların yayılmacı siyaseti hız kazandı. Tarihte “Korkunç İvan” olarak bildiğimiz IV. İvan, bu yayılma harekâtını Türk topraklarına yöneltti ve ilk olarak 1552 yılında Kazan’ı işgal ederek topraklarına kattı. Ardından Astrahan’ın işgali gelince Osmanlı Devleti geç olmakla birlikte Rusya’nın ciddiye alınması gereken bir rakip olduğunu anladı. Osmanlı ordusunun başarısızlıkla neticelenen Don-Volga Kanalı projesi ve Astrahan seferinde Kırım Hanlığı’nın isteksiz tavrının etkili olduğu görülür. Gerçi Kırım Hanı Devlet Giray Han, 1571’de Moskova’yı yakıp yıkarak Astrahan’ın acısını bir nebze olsun dindirse de Rusların ilerleyişini durdurmadı. Ruslar, Astrahan’ı ele geçirdikten sonra yönünü Kırım Hanlığı’nın kontrolü altında bulunan Deşt-i Kıpçak bölgesine diktiler ve batıya doğru yayılma siyasetini uygulamaya koydular. Osmanlı Devleti’nin gün geçtikçe zayıflaması, özellikle de Rusya ile yapılan savaşlarda alınan mağlubiyetler Rus yayılmacılığının önündeki engelleri kaldırdı.
Malum olduğu üzere Osmanlı Devleti, Çarlık Rusya ve Avusturya Arşidüklüğü arasında 26 Ocak 1699 günü imzalanan Karlofça Antlaşması ile Azak Kalesi, Çarlık Rusya’ya verilmişti. Bununla birlikte XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Rus çarlarının Avrupa siyasetine dönük politikaları Kırım Hanlığı’nın menfaatine oldu. Lakin Çariçe Anna’nın yönetimi sırasında Rus ordusu, 1738 yılının başında Kırım’a girerek yarımadada büyük bir tahribat yaptı. Çarlık Rusya’nın, Kırım’a olan ilgisi Türk tarihinde az tanınan Çariçe Elizabeth döneminde de devam etti. Öyle ki Elizabeth daha o zamanda Kırım’ı, Akdeniz’e bir çıkış kapısı olarak görmüş ve Kırım Hanlığı ile olan yakın münasebetin kendi ülkesi için fayda sağlayacağını düşünmüştü. Ancak onun Kırım’ı, Çarlık topraklarına dâhil etme siyasetiII. Katerina tarafından gerçekleştirilecekti.
Müşavir M. L. Vorontsov, Çariçe II. Katerina’nın saltanatında Kırım’a dair büyük bir dış politika raporu hazırlamıştı. Mevcut raporda Kırım Tatarları,“barbar” olarak nitelendirilmişlerdi.Bundan ötürüdür ki muhtemel bir Tatar akınına karşı hudut boylarına Rus müstahkem mevkilerinin kurulmasına, Tatar tehdidinin ortadan kaldırılması için yarımadanın Rus idaresi altına alınmasına karar verilmişti. 1771 yılının Temmuz ayında General Dolgoruki komutasındaki Rus askerî birliği Gözleve, Bahçesaray ve Perekop’u aldı. Kasım ayında Kalgay Şahin Giray başkanlığında bir heyet Sankt Petersburg’a giderek Kırım Hanlığı ile Çarlık Rusya arasındaki “ittifak ve ebedî dostluk”beyanına uygun olarak inşa edilen Karasubazar Anlaşması’na imza attı. 21 Temmuz 1774’te ise Osmanlı-Rus Savaşı’nason veren Küçük Kaynarca Anlaşması neticesinde Kırım Hanlığı’nınsiyasî anlamda bağımsızlığı onaylandı. Bunun dışında Osmanlı Devleti Kerç, Azak, Yenikale, Dinyeper Nehri havalisini Çarlık Rusya’ya vermeyi kabul etti. BöylelikleÇarlık idarecileri Karadeniz’e kapı açarak burada ticaret gemilerinin seyr-ü sefer hakkını elde etmiş oldular.
1779’da Osmanlı Devleti, Çarlık Rusya ile Aynalıkavak Tenkihnamesi’ni imzaladı. Anlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Şahin Giray’ı han olarak tanıyacak, Çarlık Rusya ise Kırım’dan askerlerini çekecekti. Nitekim iki taraf da sözleşme maddelerini yerine getirmedi. Aynı zamanda Şahin Giray, Kırım’daki Nogay isyanını da bastıramayınca Çariçe II. Katerina, Potemkin komutasındaki Rus ordusunuyarımadaya gönderdi. 14 Mayıs 1781’de Şahin Giray istifa ederek maiyetiyle birlikte Çarlık Rusya’ya sığındı. 1782 yılının Ekim ayında Kırım’ın işgaline başlayan General Potemkin tam anlamıyla yarımadaya sahip olduktan sonra 8 Nisan 1783’te Kırım’ın, “Tavriçeskaya Guberniya” (Tavrida Vilayeti) adıyla işgal edildiğini açıkladı. Esasında Şahin Giray bu izahat yapılmadan önce yönetimden çekilmişti. Yani Kırım’ın,Çarlık Rusya’ya verildiğini gösteren resmî bir metne imza atılmadığından işgalin uluslararası ilişkilerde hukukî bir dayanağı yoktu. AmaÇarlık Rusya bu atılımıyla Karadeniz’de etkin bir güç halini alarak Osmanlı Devleti ile Boğazları tehdit etmeye ve “Şark Meselesi”ni gündeme getirmeye muvaffak olmuştu.
İşgal Sonrası Kırım’da Yaşam ve Çarlık Rusya’nın Asimilasyon Faaliyetleri
1783’teki işgalle birlikte Çarlık Rusya’nın, Karadeniz’deki ticarî ve askerî varlığının üssü Kırım olmuştu. Bu sebeple bölgede bütünüyle Çarlık hâkimiyetinin kurulması gerekiyor ve birtakım reformların (!) yapılması icap ediyordu. Uygulanacak olan reformlar bölgenin idaresini, nüfusunu, toprak sistemiyle beraber yöre halkının din-dil ve kültürel özelliklerini kapsamaktaydı.Kırım’ın bölgesel idaresi işgalle beraber Rus askerî valiler tarafından yönetilmeye başlanmıştı. Hatta tapusuz olduğu iddia edilen pek çok araziye el konularak bu arsaların ekseriyeti Çariçe II. Katerina’nın idarî yönetiminde yer alan bürokratlar arasında paylaştırılmıştı. Sonrasında Tatarların imtiyazlı toprak sahipleri, din adamları, memur, esnaf, tüccar ve köylü gibi alt sınıflara ayrılma işlemleri yapılmıştı. Bu sınıfsal fark büyük ihtimalle Kırım halkının birlikteliğine ve bütünlüğüne engel olmak gayesiyle tesis edilmişti. 1783 yılından önce Rusların en büyük düşmanları arasında Kırım Tatar ulemaları ile mirzaları vardı. Ancak işgalin akabinde ulemadan bazı kişiler hükümetin maaşlı kadrosuna alınmış ve Rus yönetiminin idaresi altında faaliyette bulunmuşlardı. Tatar mirzaların ise Rus asil sınıfına dâhil edilmeleri birtakım karışıklığı beraberinde getirmişti. Zamanla bu mirzalar muadilleriyle eşit haklara sahip olabilmek için Rus âdetlerini ve Rusçayı benimsemek gayretine girmişlerdi.
Zamanla arttırılan vergiler sebebiyle vergisini ödeyemeyen halkın elinden yıllardır ekip biçtiği topraklar alınmıştı. Sadece geçimini düşünen Kırım Tatarları topraksız kaldıklarından dolayı Rus çiftliklerinde çalışmaya mecbur bırakılmışlardı. Bunu kabul etmeyen onlarca insan ise gönülsüzce vatanlarından ayrılarak Balkanlara, Dobruca’ya ve Anadolu’ya göç etmişti. Göçlerden önce Kırım’ın nüfusu 1,5 milyon civarındaydı. 1789 yılında Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya arasında imzalanan Yaş Anlaşması’yla, Kırım’ın tekrardan Osmanlı himayesine alınması mümkün olmayınca göç dalgası ikiye katlanmıştır. Söz konusu tarihte 25.000’e yakın Kırım Tatarının farklı bölgelere göç ettiği ifade edilmektedir. 1897’dekinüfus sayımlarına göre Kırım’da yaklaşık 600.000 kişi yaşamaktaydı ve bu rakamın sadece yarısı Tatarlara aitti. Şüphesiz kitlesel düşüşün tek sebebi göçler değildi. Bunun dışında Kırım halkının göç serüveninde dahi birçok kişi hastalıktan, saldırılardan,muhaceret esnasında eski gemiler vasıtasıyla deniz yolunu tercih edenlerin gemilerinin batmış olmasıyla Tatar nüfusu daha da düşmekteydi. Onlardan boşalan yerlere ise Rus, Alman, Ermeni, Yunan ve Bulgar asıllı şahıslar ile aileler iskân edilmişti.Göçlerin ardından Kırım’daki ekonomik sistem de çökmüştü. Çünkü bölgenin aslî unsuru olan Kırım Tatarları, yarımadayı bağ ve bahçelerle adeta bir cennete benzetmişlerdi. Tatar ahalisinin Kırım’dan gidişiyle birlikte bağları, bahçeleri işleyecek işçiler bulunamadığından ötürü bu olumsuz durum Kırım ekonomisine sirayet etmiş,Kefe ve Gözleve gibi bir zamanların güney ticaretinde önemli rol oynayan yarımadanın iki kenti iktisadî önemini yitirmişti.
Çarlık idarecileri Kırım Tatar toplumunu bir arada tutan bağın dinî duygular olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Nitekim Tatarların dinî hissiyatlarıoldukça güçlü ve İslâmî geleneklerine bağlılıkları su götürmez bir gerçekti. İşgalden önce Kırım’daki müftüler Müslüman din adamları tarafından seçiliyordu. Lakin işgalin sonrasında Çarlık yönetimi, Kırım Tatarlarının dinî duygularını bozmak adına kendilerine yakın olan kişileri müftü sıfatıyla atıyorlardı. Dolayısıyla Kırım’da dinin tahrif edilmesi aynı zamanda Müslüman Tatarların,İslâm dininden uzaklaşmaları anlamına geliyordu. Fakat Kırım halkının dinî bağlılıkları tüm engellemelere rağmen hacca giden Kırım Tatarları sayesinde diri kalmaktaydı. Çünkü hacca gidenler Kırım’a dönüşlerinde din konusunda daha derin hislere sahip oluyorlar ve etraflarındaki kişilere inançlarını güçlendirmeleri gerektiğini öğütlüyorlardı. Ancak bir süre sonra hacıların toplumdaki etkileri tespit edilince onların birçoğu çarların emriyle sürgüne gönderilmiştir. Oysa işgal bildirisinde “şahsımız ve haleflerimiz adına bu memleketin insanlarına öz tebamız gibi muamele edeceğiz; şahıslarını, mallarını, camilerini ve dinî ananelerini muhafaza ve müdafaa edeceğiz.” vaadi bulunmaktaydı. Gerçekte ise hemen hemen her gün Kırım’dan âlimler sürgün ediliyor, yerlerine de Rus taraftarı olan din adamları getiriliyordu.
Çarlık idarecilerinin Kırım’daki tahribatı akıl almaz derecedeydi. Camilere saldırılar yapılıyor, kubbelerdeki kurşunlar sökülerek satılıyor, tarihî çeşmeler yıkılıyor, mezar taşları yerlerinden sökülerek inşaat malzemesi olarak kullanılıyordu.Öyle ki bir müddet Kırım’da kalan Rus şair Alexander Puşkin’in, 1783 işgalinden sonra Rus valilerin ikametgâhı olarak kullanılan Bahçesaray Sarayı hakkında zikrettiği şu sözler yarımadadaki tahribatın boyutunu salık vermektedir: “Saraya girişte tahrip olmuş bir fıskiye gördüm. Su paslanmış bir demir borudan damlalar halinde düşüyordu. Sarayın harap hale gelmesine sebep olan ihmalkârlığa ve odalardan çoğunun yarı Avrupaî tarzda yeniden inşasına kızmama rağmen yine de sarayı gezmiştim.”
Mimarî tahribatın haricinde Tatarlar, Kırım’da okul açma yetkisine de sahip değillerdi. İslâm usulüne göre eğitim veren okullarla rekabet etmek ve Tatar gençlerin dikkatini celp etmek için yarımadada Rusça temelli okullar açılmıştı. Lakin Tatarlar arasında bu okullara giden tek bir kişi dahi yoktu. Bundan ötürü ileriki zamanlarda bölgede açılan normal bir Tatar okulu idarî açıdan Odessa’daki Rus üniversitesine bağlanıyor ve Kırım’daki yerli halk yerine Odessa’daki Tatar gençlerin Rusça eğitimine ağırlık veriliyordu. Söz konusu dönemde Kırım Tatarlarının, Çarlık Rusya’ya karşı iki seçenekleri vardı. Onlar ya Rus cemiyetleriyle kaynaşmayı kabul ederek tamamen Ruslaşacaklardı ya da İslâmî ve Tatar muhtevalı bir dönüşümle Kırım halkının millî benliği ayağa kaldırılacaktı. İşte XIX. asırda Kırım Tatarlarının uyanışları ve vatanlarına olan bağlılıkları “Satmak kolay, almak zordur. Gitmek kolay, dönmek zordur. Yıkılmak kolay, kalkmak zordur.” diyen İsmail Gaspıralı ile şekillenmeye başladı. İsmail Bey, Çarlık Rusya’ya karşı alenen cephe alınmasından yana değildi. Dolayısıyla Müslüman Tatar yenileşme hareketinin ve millî kimliğin inşası Çarlık Rusya ile işbirliğinden geçiyordu. İsmail Bey bu düşüncelerle 1883 tarihinde “Tercüman” adlı bir gazete çıkarmayı başarmıştı. En önemlisi de bütün Rusya Müslümanlarını tek çatı altında toplayacak olan “Dilde, fikirde, işte birlik” söylemini halkların akıllarına kazımıştı. Her ne kadar bu ifade reel hayatta Rusya Müslümanları arasında karşılığını bulamamış olsa da Kırım Tatarları, Çarlık Rusya’nın her türlü asimile hareketine karşı millî benliklerini korumak uğrunda büyük bir çaba sarf etmişlerdi.