Cengiz Dağcı ya da Kırım’ın sessiz çığlığı
Cengiz Dağcı Sovyet döneminde, sürgünlerin yapıldığı yıllarda, orta öğretim sıralarındadır.
Doğum yeri Kızıltaş’ta, yakınlarının nasıl evlerinden alınarak, Yalta’ya götürüldüklerini, anılarında uzun uzadıya etkileyici bir dille anlatır. Yalta’da toplanan Kırımlı sürgünler, döküntü gemilere doldurularak, kendilerine ve yakınlarına bile söylenmeyen yerlere gönderilirler. Dağcı ve babası Yalta’da sürgünleri uğurlayan, sessizliğin sesi, büyük kalabalığın arasındadır.
*
Rusların amacı, sürgünlerle Kırım tatar Türklerinin kültürlerini, dinlerini, dillerini, dirençlerini yok etmektir. Dağcı “yumruklarıyla kendilerini döven analar”, ağlaşan çocuklar, arasındaki günleri hiç unutmaz. “Kızıltaş’tan çıkarılmış olan köylüler Yalta rıhtımında yolcu vapuruna” doldurulurlar. Sessizliğin sesinde saatlerce bekletilirler. “Sessizliğin bu kadar derin, bu kadar anlamlarla yüklü olabileceğini”, Dağcı o günlerde, çocuk yüreğinin derinliklerinde duyar. Suskunluğun gizemli gücünü kavrar. Derin acılar insanları sessizleştirir. Dağcı acılarla yoğrulur. Dağcı’nın romanları sessizliğin çığlığıdır.
*
Dağcı’nın romanlarıyla ilgili, değerli çalışmalar yapan İsa Kocakaplan, “Kırım’ın Ebedi Sesi: Cengiz Dağcı” kitabıyla, Dağcı’nın Türkiye’deki yüzü oldu. Dağcı’nın ailesinin başına gelenler,Yirminci Yüzyıl’da Rusların Kırım’da yaptıkları soykırımın özü ve özetidir. Dağcı’nın ailesinin trajedisi, Kırım’ın, Kazan’ın, Kafkasların Balkanların trajedisidir. Dağcı’nın vurguladığı gibi: “Rus imperyalizminin hedefi Kırım’da bir tek Kırım Tatarını bırakmamaktı. Hedeflerine ulaştılar da; yarım yüzyıl Kırım’ın gerçek sahipleri Kırım’sız yaşadılar sürgünde.” Pek çoğu hayatını sürüldükleri ülkelerde Kırım hasretiyle dolu olarak yitirdi.
*
Yetmişli yılların başında, Londra’da bulunduğum günlerde, Dağcı’nıneşi Regina, kızı Arzu ile “evi, eşi, işi” bütünleştirdiği, kendisine büyük bir özgürlük ve bağımsızlık alanı açan pastanesi “Annabelle”de görüşme ve tanışma fırsatım oldu. Türk dünyasının coğrafyası gibi, geniş ve zengin bir yüzü, gür kaşları vardı. Kaşları Rusların Kazan’ı ele geçirmelerinden bu yana, Turan dünyasındaki Türk boylarına yaptıkları şiddet ve sindirme eylemlerinin, hesabını sormaya hazırlanan, savaş düzeni almış, büyük ve güçlü bir orduya benziyordu.
*
Dağcı söz arasında, “çok mütedeyyin, çok inançlı, biri değilim.” Ancak Akmescit’ten çok uzakta olan “Londra’da da duasız bir gün geçirmediğini” söyledi. Yaşar Nabi Nayır’a 1956’da Korkunç Yıllar’ın müsveddeleriyle birlikte, yazdığı mektubunda, “Elhamdülillah Türk’üm, Müslümanım” diyerek, yazdıklarının hepsinin yaşanmış gerçekler olduğunu önemle vurgular. Dağcı Türklüğü Müslümanlığı, Tatarlığı konusunda, en küçük bir kuşkuya bile yer bırakmaz. Dünyayı bir hilal gibi kuşatan, Türk dünyasını parçalanmaz bir bütün olarak görür.
*
Özelde Tatar, Çerkez, Abhaz, Çeçen, Azeri, Türkmen, Kazak, Özbek, Kırgız, Uygur nasıl isimlendirilirlerse isimlendirilsinler, genelde hepsi Türktür. Türklük Oğuz boylarının üst kimliği olan ortak çarpandır. Nasıl Karadeniz parçalanmaz bir bütünse, Türk dünyası da parçalanmaz bir bütündür. Kırımlılar Kırım Tatar Türkleridir.
*
Dağcı “Ben Türkçe’yi öğrenmedim” demekten hiç yorulmaz. Kitaplarının dilinin, çocukken annesinden öğrendiği dil olduğunu, her fırsatta tekrarlar. İsmail Gaspıralı gibi: “Dilde, düşüncede, ekonomide” birliği savunur.
*
Dağcı romanlarına benzer, susar gibi konuşur, konuşur gibi susar. Onun sesi Kırım’ın sesidir, sürgüne isyanın sesidir, Rus emperyalizmine başkaldırının sesidir.
*
Naim Süleymanoğlu başarısıyla, halterle birlikte Balkanlar’da yere düşen Türk bayrağını da, yerden kaldırdığı için onu kutlar.
*
Dağcı’nın sesi Kırım’dan seslenen Peyami Sefa’nın sesidir.
*
Dağcı’nın her romanı sessiz bir çığlıktır.
*
Dağcı’nın çığlığı insanlığın çığlığıdır.