EL-FETİH, FKÖ, HAMAS VE İSRAİL SARMALINDA FİLİSTİN SORUNU
EL-FETİH, FKÖ, HAMAS VE İSRAİL SARMALINDA FİLİSTİN SORUNU
İsmail CİNGÖZ
Filistin direnişi 100 yılı aşan bir süreçten gelmektedir. Zira Birinci Dünya Savaşı devam ederken Britanya Dışişleri Bakanı Lord Arthur Balfour, 2 Kasım 1917 tarihinde uluslararası Siyonist hareketi liderlerinden Lord Rothschild’e bir mektup göndererek, Filistin topraklarında bir Yahudî devleti kurulması konusunda İngiliz hükûmetinin destek vereceğini bildirmiş ve bu beyanname tarihe Balfour Deklarasyonu olarak geçmiştir.
Osmanlı Devleti döneminde Filistin bölgesine Siyonist Yahudi göçlerinin başladığı ve nüfuslarının artmasına bağlı olarak yerleşik halklar ile gerginliklerin de başladığı görülmekle birlikte, General Allenby komutasındaki İngiliz ordusunun Filistin’i işgali huzursuzlukları daha da arttırmıştır. Zira Filistinliler ile Yahudi yerleşimciler arasında ilk çatışmaların bu dönemde başladığı görülmektedir[1]. Çatışmalar İngiliz işgal kuvvetleri tarafından bastırılmış olsa da Mayıs 1921’de İngiliz işgal kuvvetlerine karşı Filistinliler ayaklanmış ve ayaklanmalar İngiliz Mandater yönetimi süresince devam etmiştir. Ancak İngiliz yönetimi Balfour Deklarasyonu’nda vurgulanan Yahudi Devleti kurma hedeflerinden asla taviz vermemiştir.
İngilizlerin Yahudilere devlet kurma hedeflerini İkinci Dünya Savaşı sonrasına bırakmalarının en büyük nedeninin Yahudi nüfus yoğunluğunun sağlanamaması olduğu anlaşılmaktadır; çünkü İngiliz Manda İdaresinin tesis edilmesinden hemen önce 1918’de Filistin topraklarına yerleşmiş Yahudi nüfusunun 57.000, 1946’da ise 608.000 olduğu görülmektedir[2]. Bu artışın Nazi Almanyası’nın Yahudi soykırımından kaçanlara bağlı olduğu muhakkaktır; çünkü İkinci Dünya Savaşı öncesinde Yahudiler arasında Siyonizm ve Filistin’e göç fikrine yoğun bir ilginin olmadığı bilinmektedir. Bu nedenledir ki İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere özellikle Yahudi Soykırımları yaptırılarak Avrupa’da yaşayan Yahudilerin Filistin’e kanalize edilmesi amacıyla yoğun bir propaganda malzemesi olarak kullanıldığını düşünen bazı komplo teorisyenlerinin olduğu da görülmektedir.
1918-1946 döneminde İngiliz Manda İdaresi altında kalan Filistin coğrafyasında yerleşik toprak ağalarının Yahudi yerleşimcilere topraklarını satmaları nedeniyle bu topraklarda tarım işlerinde çalışarak hayatlarını idame ettiren Filistinlilerin işsiz kalmasına, İngiliz desteğiyle Yahudilerin sanayi tesisleri kurmalarına dolayısı ile adım adım sosyo-ekonomik yapının dönüşmeyi de beraberinde getirdiği, bu arada Manda İdaresinin; Filistin’deki elit Arap aileleri arasındaki ayrılıkları kullanmayı ve bu aileleri birbirine karşı güçlendirerek kendi yanında tutmayı ve bu coğrafyada sistemi kendi çıkarlarına göre inşa etmeyi başardığı[3] görülmektedir.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında kitlesel olarak Yahudi göçü devam etmiş ve savaş sonrası yaşanan gelişmeler Filistinliler ile Yahudiler arasında büyük bir ayrışmayı da beraberinde getirmiştir. İngiltere kurulması planlanan Yahudi Devleti’nin sorumluluğunu doğrudan üstlenmek yerine Şubat 1947 yılında konuyu Birleşmiş Milletler’e (BM) havale ederek uluslararası bir boyuta dönüştürmeyi başarmıştır.
Filistin Sorunu BM’ye geldiğinde, Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi (UNSCOP) kurulmuş ve bir çalışma başlatmıştır. Yapılan çalışma sonucunda Yahudi nüfusunun 1/3 oranında olduğu, Filistin topraklarının %6’sına sahip oldukları halde Yahudilere tüm toprakların %55’inin bırakılmasını öngören bir rapor hazırlanmış ve BM Genel Kuruluna sunulmuştur. 181 (II) Sayılı Taksim Kararı; 33 lehte, 13 aleyhte ve 10 çekimser oylama sonucu ile Kudüs milletlerarası statüde olmak üzere, Filistin ve Yahudi devletleri halinde iki bağımsız devlet kurulması kabul edilmiştir[4].
BM’nin 181 (II) Sayılı Taksim Kararı’nı kabul etmeyen Filistinliler ile kendilerine bırakılan toprakları ele geçirmeye çalışan Yahudiler arasında büyük çatışmaların başlaması ile İngilizler 15 Mayıs 1948 tarihinde İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan ederek aynı gün bu toprakları terk etmiştir. Çatışmalarda Yahudilere bırakılan toprakları terk etmeyen Filistinliler katledilmiştir. Bu arada İsrail Devleti’nin ilan edilmesiyle birlikte Arap ülkeleri savaş ilan etmiş ve 1967 Arap-İsrail Savaşı’na kadar Filistin’in kurtuluşu Arap milliyetçiliğinin ana temel hedefi olarak kabul edilse de başarılı olunamaması nedeniyle Filistin’in kurtuluşu fikri adeta buhar olmuştur.
Arap-İsrail savaşlarının ana ekseninde Filistin’in kurtarılmasından ziyade Filistin topraklarının Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan devletleri ile İsrail arasında “paylaşım hedefli” olduğu hatırda tutulmalıdır. Zira 1948-1949 Birinci Arap-İsrail Savaşı sonunda yapılan ateşkes anlaşmalarında Filistin toprakları olan Gazze Şeridi Mısır’a verilmiş, Batı Şeria bölgesi Ürdün’e bırakılmış, buradaki Filistinliler Ürdün vatandaşı olarak kabul edilerek Filistin ve Filistinlilerin yok kabul edildiği görülmüştür. Böylece BM tarafından kurulması kabul edilen Bağımsız Filistin Devleti topraklarının Mısır ve Ürdün ile birlikte İsrail denetimi altına girmesiyle “Filistin Sorunu”, “Filistinli Mülteciler” sorunu haline dönüşürken, İsrail kuruluşundan bir yıl sonra Filistin topraklarının %78’ine hâkim olmuştur[5].
Bu arada Batı Şeria’nın Ürdün’e bırakılması kararının İngiltere adına Ernest Bevin (daha sonra İşçi Partisi Hükümeti’nde Dışişleri Bakanı olmuştur) ile Ürdün Başbakanı Tevfik Ebu-l Huda’nın 7 Şubat 1948 tarihinde Londra’da gizlice buluşarak Filistin’i paylaşım konusunda uzlaşıldığı ve İngilizlerin Filistin’den çekilir çekilmez Ürdün’ün Batı Şeria bölgesini ilhak ettikleri[6] bazı kaynaklarda görülmektedir.
Yaşanan gelişmeler karşısında Filistinliler tek tek Arap ülkelerini dolaşarak destek arayışına girişseler de bekledikleri desteğin gelmemesi üzerine kendi geleceklerinin nasıl şekilleneceği konusunda pasif davranış içerisine çekilme durumunda kalmışlardır. Ancak İsrail’in 1956 yılında Gazze Şeridi’ni ve Sina Yarımadası’nı işgal etmesi ile birlikte Filistin direnişi tekrar canlanma sürecine girmiş[7], Filistinliler örgütlü hareket etme sürecini başlatmışlardır.
Yaser Arafat ve arkadaşları 1958’de Kuveyt’te bir araya gelerek El-Fetih adıyla seküler milliyetçi, askeri direnişi öncelikli strateji olarak benimseyen ve bağımsızlık yanlısı bir örgütlenmeye gitmişlerdir. El-Fetih, kısa süre içerisinde diğer Filistinli gruplar arasından sıyrılarak Filistin direnişinin en önemli aktörü haline gelmeyi başarmıştır[8]. Ancak El-Fetih Örgütü’nün, Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdul Nasır’ın Arap Birliği ideolojisi ile ters düşmemek ve tepkilere neden olmamak için faaliyetlerini gizlemeye çalıştığı görülmektedir. Zira üyelerini Lübnan, Suriye ve Ürdün bölgelerinde hücreler halinde tutmaya çalışması bunu göstermektedir. 1960’lı yıllara gelindiğinde ise Suriye ile Mısır’ın birleşerek oluşturduğu Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin iflası (1958-1961), Cezayir’in bağımsızlığı ve bölgesel birtakım gelişmeler, Nasır’ın Arap-İsrail mücadelesi odak noktanın Filistin merkezli olmadığı kanaatine varmasına ve El-Fetih’in İsrail ile mücadelesinin destekleme kararı almasına sebep olmuştur[9].
Kurulduğundan itibaren İsrail’in varlığını reddeden bir yaklaşım benimseyen El-Fetih, ideolojik kimliğini belirlerken, o dönem bölgede yaygın olan Baasçılık hareketinden ve Arap milliyetçiliğinin, Marksizm-Sosyalizm söyleminden uzak kalmaya özen gösterdiği görülmektedir. Ayrıca Arap devletlerinin hamiliği ile Filistin Sorununun çözümlenemeyeceğini kavrayan El-Fetih, “Filistin sorunu, Filistinlilerindir” yaklaşımı ile hareket ederek Filistinlilik kimliğinin inşası odaklı çalışmalar başlatmıştır[10]. İlerleyen zamanda Arap Ligi adıyla bir araya gelmiş olan Arap ülkeleri siyasal çıkar merkezli olarak El-Fetih’e destek vermeye başlamıştır.
1967 yılına gelindiğinde yaşanan İkinci Arap-İsrail Savaşı tam bir trajedi ile sonuçlanmıştır. 5-10 Haziran 1967 tarihlerinde cereyan eden ve 6 gün sürmesi nedeniyle “6 Gün Savaşı” olarak tarihe geçen savaş, sonuçları itibariyle günümüze kadar etkileri devam eden ve hafızalardan silinmeyişi ile dikkat çekicidir.
6 Gün Savaşı ile İsrail, 1948-1949 Birinci Arap-İsrail Savaşı sonunda yapılan ateşkes kapsamında Mısır’a bırakılan Gazze Şeridi ile Ürdün’e bırakılan Batı Şeria’yı, Mısır’a ait Sina Yarımadası’nı ve Suriye’nin GolanTepeleri’ni işgal etmiştir. Bu işgaller Filistinliler için artık İsrail kontrolü altında yaşayacakları süreci de beraberinde getirmiştir[11]. Ancak Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi nezdinde yaptığı girişimlerde İsrail’in kuvvete başvurarak işgal ettiği topraklardan çekilmesi önergesi kabul edilmiş ve 22 Kasım 1967 tarihli 242 Sayılı Karar ile İsrail’in geri çekilmesi istenmiştir. İsrail bu karara kısmen uyarak Sina Yarımadası’ndan çekilmiş olsa da diğer bölgeleri ilhak ettiğini açıklamıştır.
Burada dikkat çekici hususlardan birincisi Türkiye’nin de önerdiği gibi savaş yoluyla toprak kazanılamayacağının BM tarafından kabul edilmesidir. İkincisi ise 6 Gün Savaşı’ndan sonra Filistinliler, Arap ülkeleri politikalarının Filistin davasına faydasının olmayacağını görmeleri ile kendi ulusal mücadelelerini başlatma kararı almaya yönelmeleridir.
El-Fetih Örgütü ile İsrail’e karşı örgütlenmeye başlayan Filistinliler arasında kurtuluş fikri endeksli farklı birçok örgütlenmelerin de olduğu görülmektedir. Dağınık olarak mücadele yürüten Filistin örgütleri, Nasır’ın yoğun desteğiyle Filistin Ulusal Konseyi adıyla Kahire’de bir araya gelerek toplanmışlar ve alınan karar kapsamında 2 Haziran 1964 tarihinde bir çatı örgüt olarak Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kurulmuştur. Filistin’i savunan paramiliter örgütler tarafından kurulmuş olan FKÖ’ye Yaser Arafat liderliğinde faaliyet gösteren El-Fetih de dahil olmuş ve Arafat, FKÖ lideri olmuştur[12].
6 Gün Savaşı sonrasında Filistin topraklarında kalan Filistinlilerin, İsrail kontrolü altında ve zor şartlar altında yaşayacakları sürece girdikleri görülmektedir. Filistinliler için zorlu bir süreç yaşanırken 6 Ekim 1973 tarihine gelindiğinde Yahudilerin dini bayramı Yom Kippur günü Mısır ve Suriye liderliğinde Arap ülkelerinin İsrail’e karşı saldırıya geçmeleriyle Üçüncü Arap-İsrail Savaşı başlamış ve o günün anlamına ithafen Yom KippurSavaşı olarak bilinen savaşın ilk iki gün Arap tarafının üstünlüğünde ve ilerleyişinde devam eden savaş, İsrail’in toparlanması ve karşı taarruzları sonucunda 26 Ekim 1973 tarihinde İsrail’in zaferi ile sonuçlanmıştır.
Savaştan bir yıl sonra BM tarafından da resmen Filistinlilerin yasal temsilcisi olarak kabul edilen FKÖ, Filistin Meselesi’ni siyasal bir sorun olarak dünya gündeminin ilk sıralarına oturtması[13] bir başarı olarak kabul edilmektedir. Ancak Filistinliler ile Yahudiler arasında sürekli olarak yaşanan gerilimlerin/olayların bahane edilerek Filistinlilere karşı toplu tutuklamalar, hukuk dışı uygulamalar, evlerin yıkılması, ölümler ve sürgünler başta olmak üzere İsrail baskılarının dayanılmaz hal alması üzerine 9 Aralık 1987 tarihinde İntifada adı verilen Filistin ayaklanmaları başlamış ve 13 Eylül 1993 Oslo Anlaşması’na kadar devam etmiştir.
Bu arada HAMAS, Filistin Meselesi’ne ters kararlar alındığı gerekçesi ile Oslo görüşmelerine ve imzalanan barış anlaşmasına karşı bir duruş sergilemiştir[14].
Filistinlilerin mülteci kamplarında açık hava cezaevi görünümlü yaşamları devam ederken Müslüman Kardeşler (İhvanı Müslimin-İhvan) geleneğiyle özdeşleşmiş bir direniş düşüncesi ile ve Mısır merkezli Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak HAMAS (İslami Direniş Hareketi) adıyla 9 Aralık 1987 tarihinde Şeyh Ahmet Yasin, Abdülaziz el Rantisi ve Muhammed Taha tarafından yeni bir Filistin örgüt kurulmuştur.
Kuruluş kararının hemen ardından 14 Aralık 1987 tarihinde İsrail’e karşı sürdürülmekte olan İntifada’yakatıldıklarını duyuran bildiriler dağıtan HAMAS, ilerleyen süreçte İsrail’i yok etmek üzere mücadele yürüteceklerini ilan etmiştir[15]. Kuruluş ilanı ile birlikte öncelikle Hasan el-Benna’nın öğretisi temelli olarak “Çözüm İslam’dadır” (el-İslam hüve’l Hal) ibaresinin kuruluş metninde yer almasından hareketle işgale karşı kullanacağı siyasal söylemin Benna stratejiyle paralel olacağını göstermiştir. Ayrıca kuruluş tüzüğüne göre kendisini Siyonist işgale karşı durmuş cihat halkalarından biri olarak tanımlayan HAMAS, cihat anlayışı ve yöntemine kaynak olarak İngiliz manda yönetimi döneminde Filistin direnişinin sembol ismi olan İzzeddin el-Kassam ve 1948 Savaşı’nda bizzat mücadele eden Filistin halkı ve Müslüman Kardeşler mensuplarına dayandırmaktadır[16].
Dış politikasında İsrail’e, iç mücadelede El-Fetih’e karşı siyasal şiddeti sürdüren ve bazı ülkeler tarafından “terörist örgüt” olarak tanımlanan HAMAS, 2006 tarihinde yapılan Filistin ulusal seçimlerinde iktidar olmayı başarmıştır. Kanun, düzen ve sosyal refah yönlü politika çağrısıyla seçimleri kazanan HAMAS, bazı çevreler tarafından yasal düzenin dışında, gayrimeşru ve gayriahlâkî faaliyet gösterdiği kabul ediliyor olmakla birlikte, uygulamaları ile çelişecek bir şekilde demokratik süreçli siyasal rol üstlenen bir örgüt olarak değerlendirildiği[17] görülmektedir.
İlerleyen süreçte de facto olarak 15 Kasım 1988 tarihinde tek taraflı bağımsızlık ilan etmiş olan Filistin, 138 BM üyesi devlet tarafından tanınmakta ve 2012 tarihinden itibaren de Birleşmiş Milletler üyesi olmayan gözlemci devlet statüsü ile zımnen tanınan bir devlet durumundadır.
***
7 Ekim 2023 tarihinde Gazze’de konuşlu HAMAS tarafından beklenmedik bir zamanda ve beklenmedik stratejiler ile İsrail’e karşı ani bir saldırı başlatması uluslararası kamuoyunun dikkatlerini bu bölgeye yönlendirmesine sebep olmuş, Ukrayna-Rusya Savaşı başta olmak üzere uluslararası bütün hareketler ikincil plana itilmiştir. Zira uluslararası ve bölgesel manada hassas dengeler üzerine hareket eden bütün ülkeleri etkileyebilecek sonuçlar doğurabilecek bir potansiyele sahip olan Filistin-İsrail çatışması dikkatle takip edilmesi gereken öncelikler içerdiği muhakkaktır.
HAMAS’ın şok baskını üzerine uluslararası kamuoyunun da şok içerisinde durumu anlamaya çalışırken, beklendiği gibi HAMAS’a ilk destek açıklamasının İran’dan gelmesi[18] şaşırtıcı olmamıştır. Dünya geneli ile birlikte birkaçının cılız çıkışları dışında Arap ülkeleri adeta sessizliğe gömülürken[19] Filistin’in Arap Birliği’ne yapmış olduğu çağrı[20] pek de karşılık görmezken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin “Bölgede yaşananlardan dolayı Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ni suçlayarak, “Çatışmanın genişlemesi enerji dahil ciddi sorunlara yol açar” sözleri ile Filistin’e destek çıkmış[21], Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un”Umarız herkes, ateşkes sonrası BM Güvenlik Konseyi’nin Filistin devletinin kurulmasına ilişkin kararlarını uygulama yükümlülüğünü ciddiye alır”açıklaması[22] dikkat çekmiştir.
Filistin’de yaşanan bu savaşı dikkatle takip eden ülkelerden birisi de muhakkak ki Türkiye’dir. Öncelikle itidal çağrıları ile yaklaşım sergileyen Türkiye, bir taraftan diplomasi ile çatışmaların durdurulması için görüşmeler ve açıklamalar yaparken bir taraftan da her iki tarafın da sivil masum insanların zarar görmemesi için azami dikkat gösterilmesi gerektiğine vurgu yaptığı görülmektedir. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan uluslararası kamuoyuna 1967 sınırları ile coğrafi bütünlüğü sağlanmış ve başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin Devleti’nin kurulması[23]çağrısı yapmıştır.
Ancak özellikle ABD merkezli Batı eksenli yaklaşımların çatışmaları durdurma eğiliminden ziyade adeta körükler gibi bir duruş sergilenmesi ve HAMAS’ınkazanamayacağı bir saldırı ile savaşı başlatmasının arkasında kimin ya da kimlerin olduğu, bu sürecin hangi tarafın/kimin işine yarayacağı gibi pek çok soru işaretlerini de beraberinde getirmesi savaşın bölgesel bir çatışmaya dönüşebileceği/ dönüştürülebileceği endişelerine sebep olmaktadır.
Bir süredir ABD’nin çıkarlarına ters bir şekilde Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler olması muhtemel şüpheliyi de işaret eder görülmektedir; çünkü Çin’in Ortadoğu’da nüfuzunu her geçen gün artıyor olması, Suudi Arabistan-İran yakınlaşması, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin İsrail ile Mısır ve İsrail’in Türkiye ile İsrail’in Azerbaycan ile yakınlaşması gibi bir dizi gelişmeler bu coğrafyada ABD’nin otoritesinin sarsılması anlamına geldiğinden hareketle Filistin/Gazze/HAMAS üzerinden İsrail savaşı bütün anlaşmaları, gelişmeleri, alt-üst etme riskini taşması, ABD’nin yardıma gelme bahanesi ile tekrar nüfuzunu arttırması gibi bir çok argümanı da beraberinde getireceği hatırda tutulmalıdır.
Bu sürece İngiltere’nin Kraliyet Donanma Gücü ile İsrail’e destek verileceğini[24] duyururken, Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinden de İsrail yanlısı açıklamaların ardarda gelmesi İsrail-HAMAS/Filistin üzerinden Ortadoğu üzerine yeni hesapların yapılmakta olduğunu göstermektedir. Zira Doğu Akdeniz sahasında yoğun doğalgaz yataklarının tespit edildiği, bu sahanın Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, İsrail, Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye ve bağımsızlığının resmiyet kazanması halinde Filistin gibi bir çok taraf arasında bir paylaşım sürecinin yaşanacağı beklenirken, ABD başta olmak üzere emperyalist ülkelerin bu coğrafya üzerine hegemonik planları gibi Doğu Akdeniz doğalgaz yataklarının arz süreciyle dış ticaretinin olumsuz etkileneceğini düşünen hali hazırda doğalgaz üreticisi ülkelerin de menfi hesaplar içerisinde olacakları muhakkaktır.
Sonuç Olarak;
1967 tarihine kadar Arap ülkeleri, Filistin Sorunu’na Filistinlilerin sorunlarını çözüm odaklı yaklaşmaktan ziyade Filistin topraklarını paylaşım merkezli yaklaştıkları ve hatta İsrail ile gizli görümeler ile paylaşım uzlaşıları aradıkları görülmektedir.
Filistin topraklarının tamamına sahip olabilmek ve işgal planlarını adım adım uygulamaya geçirebilmek için İsrail’in Filistinlilerle savaşlarında haklı taraf görünebilmek maksadıyla sanki kışkırtıcı davranışlar ile saldırıya maruz kalan ve nefsi müdafaa yapan taraf görünümü sergiledikleri değerlendirilebilir; çünkü her defasında Filistinliler adeta saldırıya kanalize ediliyor görüntüsü sergilenmesi dikkat çekmektedir.
HAMAS’ın 7 Ekim 2023 saldırısı üzerine beklendiği gibi İsrail’in çoğu kadın ve çocuk onlarca masum insanın hayatının kaybına sebep olacak şekilde yoğun bir karşılık verdiği görülürken, Gazze Şeridi bölgesine bir kara harekâtı başlatması da beklenmektedir. İsrail’in olası bir kara harekatında soykırıma varacak can kayıpları muhakkak olan bu harekata ABD uçak gemilerinde konuşlu askeri birliklerin, İngiliz Donanması kuvvetlerinin fiilen destek verilmesi halinde, Rusya’nın karşı bir duruş sergileyebileceği beklenirken, çatışmaların bir bölgesel savaşa evrilme ihtimali taşıması Türkiye başta olmak üzere birçok kesimi tedirgin ettiği muhakkaktır.
Türkiye, Rusya-Ukrayna Savaşı sürecinde uygulamış olduğu tarafsızlık ilkesinde olduğu gibi İsrail/Filistin/HAMAS çatışmalarında da duygusallıktan ziyade reel politik üzerinden hareket etmesi gereklidir; çünkü Türkiye’nin bu coğrafyada dış politikasının uzun vadeli ve etkili bir devlet olabilmesinin tarafsız ama yoğun diplomasi uygulamasına bağlı olduğu muhakkaktır. Ancak mazlumun yanında olunacağı, gıda ve tıbbi yardımların her zaman olduğu gibi uluslararası hukuk çerçevesinde yapılabileceği gibi bir duruş sergilemek Türk Milleti’nin fıtratı gereği olduğu da ilanen duyurulması da önemli olacaktır.
Son söz olarak;
Filistin halkının İsrail ile mücadelesinde Türkiye denge politikalarını öncelemiş olmakla birlikte ağırlıklı olarak Filistin tarafında durduğu gibi bir gerçeklik olmasına rağmen Yaser Arafat ve Mahmut Abbas başta olmak üzere Filistin liderlerinin neredeyse tamamı, Türkiye’nin dış politikaları aleyhine duruş sergilediklerinin görülmesi[2] bir çelişki oluşturmaktadır.
:
İsmail Cingöz; Uluslararası Siyaset Uzmanı/M.A. BULTÜRK Ankara Temsilcisi. TDPB Basın Kulübü Başkanı. [email protected]
[1] Ersin Doyran, Bir Direniş Hareketi Olarak Hamas, T.C. Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, s.23, İstanbul, 2006.
[2] Doyran, s.25.
[3] Doyran, s. 26.
[4] Doyran, s. 27.
[5] Doyran, s. 29.
[6] Doyran, s. 30.
[7] Doyran, s. 31.
[8] Veysel Ayhan, “HAMAS: Filistin Direnişinde Politik İslam”, Ortadoğu Etütleri, Temmuz 2009, C.: 1, S.: 1, ss. 99-134.
[9] Pınar Özden Cankara, “2000’lerde Filistin’de Meşru Temsilcilik Tartışmaları: Hamas ile El-Fetih Arasındaki Rekabet”, Kafkas Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi KAÜİİBFD, C.: 11, S.: 21, 2020
[10] Cankara, a.g.m.
[11] Doyran, s. 32.
[12] Cankara, a.g.m.
[13] Doyran, s. 35.
[14] Buğra Sarı, “Filistin Direnişinde AşilTendonu: Hamas-Fetih Çatışması”, Yeni Fikir, Yıl: 9 Sayı: 21, Aralık 2018.
[15] Sarı, a.g.m.
[16] Muhammed Hüseyin Mercan, “Süreklilik ve Değişim Bağlamında Hamas’ın Siyasal Stratejisi”, Ortadoğu Etütleri, S.: 10, No ss.: 62-78, Haziran 2018.
[17] Marella Bodur Ün ve Kasım Timur, “Kolektif Siyasal Şiddet ve İslami Toplumsal Hareket Analizi: Hamas Örneği”, Ankara Üniversitesi Sbf Dergisi, C.: 71, No. 2, 2016, ss. 565-597.
[18] Gürkan Demir, “İranlılar Filistin İçin Buluştu! İran’da Filistin’e Destek Yürüyüşü”, Ulusal.com, 13.10.2023.
[19] Mürsel Gündoğdu, “Dünya Sessiz, Filistin Nefessiz”, Haber 7, 13.10.2023.
[20] Ashraf Amra, “Filistin, Arap Birliği’ne Olağanüstü Toplantı Çağrısı Yaptı”, Sputnik, 08.10.2023.
[21] Haberler.com, “Filistin’e Destek Veren Putin, Yaklaşan Tehlikeye Dikkat Çekti: Çatışmanın Genişlemesi Enerji Dahil Ciddi Sorunlara Yol Açar”, 11.10.2023.
[22] Sputnik, “Lavrov: Rusya, Ateşkes Sonrası Filistin Devletinin Kurulmasını Umuyor”, 12.10.2023.
[23] Ebru Karatosun, “Erdoğan’dan ‘İtidal’ Çağrısı: Fevri Kararlardan Uzak Durun”, Hürriyet, 12.10.2023.
[24] Akşam, “İngiltere’den İsrail’e Destek… Gemi ve Gözetleme Uçağı Doğu Akdeniz’e Gönderilecek”, 12.10.2023.
[25] Ayrıntılı bilgi için bknz: İsmail Cingöz, “Filistin’den Doğu Türkistan’a Bakış”, 19.05.2021.
İsmail Cingöz, “Mahmut Abbas Güney Kıbrıs Rum Yönetimine Gitmiş…”, 16.07.2022.