GenelGüncelKültür Sanat

KIRIM’DA AYDIN KIRIMI

KIRIMLI AYDINLARIN SORUNLARI ÜZERİNE ÖZELEŞTİRİ:

10 Nisan 1783!.. Kırım’ın Rus egemenliğine girdiği bu meş’um günde, işgalci Rus orduları komutanı General Potemkin’in emriyle öldürülen Türklerin sayısı 30.000[1]… Sürgünler, hapisler, zoralımlar, en acımasız ulusal ve dinsel baskı yöntemleri, asimilasyon politikaları ve sonuçta “aktopraklara” yani Osmanlı Devleti’ne sığınmak üzere yola çıkan ancak yaklaşık yarısı Karadeniz’in azgın dalgalarına kurban verildikten sonra diğer yarısı hedefine ulaşabilen Türklerin sayısı ise yüzbinlerle. Böylece bir toplumun başta aydınları olmak üzere önemli bir kısmı, baskı, devlet eliyle terör ve tehcir politikalarıyla saf dışı bırakılıyor[2]… Çarlık hükûmetlerinin kültürel imha politikası sonucu verilen kayıpların yani yok edilen tarihi-mimari ve kültürel varlıkların ise haddi-hesabı bilinmiyor[3]… Elbette bu sayılanlar Çarlık dönemindeki Türk kayıplarını ifade etmekten çok ama çok uzak!… Bilinen şu ki, Çarlık hükûmetleri, Osmanlı ülkesi ile sınır bölgesindeki bu “güvenilmez” topluluğu, Kırım’da tutmamakta kararlıydı…

Buna karşılık, Kırım Türklerinin en büyük şansı ise, Gaspıralı İsmail Bey gibi bir aydın öndere sahip olmasıydı… Aktopraklara yönelik göçü durdurarak Kırım’daki örtülü etnik temizliğin önüne geçen; “Tercüman” gazetesi ve ek yayınları vasıtasıyla sadece Kırım’da ve diğer Rus esiri Türk topluluklarında değil, tüm Türk Dünyasında Türklük ve dayanışma bilincini uyandıran; önderlik ettiği eğitim reformu ile çağdaşlaşma ve batılılaşma yolunu açan; legal ve illegal siyasal kongrelerle örgütlenme sürecini başlatan; Türk kadının toplumsal ve siyasal hayata katılımını gerçekleştiren Gaspıralı İsmail Bey, başlı başına Rus asimilasyonuna direnişin adeta simgesiydi…

1917 İhtilâli gerçekleştiğinde, başta Kırım olmak üzere Rus esiri Türk toplulukları, kendi geleceklerini belirlemek amacıyla bir dizi yerel ve genel nitelikte kongre gerçekleştirmişlerdi[4]. Sonuçta, müşterek hareket yerine her Türk topluluğunun kendi bağımsızlığını kurtarma çabası içine girmesiyle, başta Kırım, Azerbaycan, Türkistan, İdil-Ural ve İç Rusya bölgelerinde ayrı ayrı cumhuriyet ve muhtar hükûmetler kurulmuştu[5]. Ekim ihtilâli ile Bolşeviklerin Rusya’daki iktidara el koymasından sonra, komünist liderler, ilk etapta eski Çarlığın siyasal sınırlarına sahip olabilmek için ikiyüzlü bir taktikle söz konusu Türk topluluklarına “zeytin dalı” uzatmışlardı:

“Cami ve mabetleri Çarlar tarafından tahrip edilen, örf ve âdetleri Rusya zalimleri tarafından ayaklar altında çiğnenen siz ey Rusya Müslümanları, İdil boyu ve Kırım Tatarları, Sibirya ve Türkistan’ın Kırgızları ve Sartları, Cenubi Kafkasya’nın Türkleri ve Tatarları, Kafkasya Dağlıları ve Çeçenler! Bundan böyle sizin din ve âdetleriniz, sizin milli ve medeni müesseseleriniz hür ve masun olarak ilân ediliyor. Sizin buna hakkınız vardır. Milli hayatınızı bütün manasıyla hürriyetle tanzim ediniz, bu hakkınızdır… Biliniz ki, gerek sizlerin ve gerekse bütün Rusya’da yaşayan milletlerin haklarını inkılâp ve Sovyetler himaye ve müdafaa etmektedir. Bu inkılâba ve onun hükûmetine yardım ediniz… Arkadaşlar!.. Yükselttiğiniz bayrakla, her mahkûm millete hürriyet götürüyoruz… Müslümanlar!.. Biz sizden maddi ve manevi yardım bekliyoruz”[6].

Çok değil, kısa bir süre sonra, komünist liderlerin ne denli yalan söyledikleri görülecekti. Örneğin, bizzat Lenin ve Stalin tarafından kaleme alınan 15 Kasım 1917 tarihli beyannamede, Rusya’daki ulusların eşitlik, egemenlik ve bağımsız devlet kurma hakkından söz edilmekteydi. Ancak bu hak, sadece proleterya sınıfına tanınıyordu. Oysa, Türk bölgeleri, geçmişte kasden geri bırakıldığı, sanayileşmesine izin verilmediği için proleteryaya yani işçi sınıfına sahip değillerdi. Dolayısıyla da söz konusu haktan peşinen mahrum bırakılıyorlardı. Sahtekârlığın püf noktası işte buradaydı… 1918 Yılına girildiğinde, Sovyet komünizminin Çarlık faşizminden hiç de farklı olmadığı, aksine yöntemleri itibariyle çok daha acımasız, daha pervasız ve de sadece Türklük değil, insanlık düşmanı da olduğu anlaşılacaktı…

İLK KURBAN: ÇELEBİ CİHAN

Kırım Türkleri, Çarlık istibdadının çöktüğü 1917 İhtilâlinin henüz başlarında, 25 Mart 1917 tarihinde, Akmescit’te büyük bir kongre gerçekleştirmişlerdi. Kırım’ın her yerinden gelen 1500’ü delege toplam 2000 kişinin katıldığı bu kongrede, Kırım Türklerine bağımsızlık yolunu açan çok önemli kararlar[7] alınırken, bu kararları hayata geçirmek üzere geçici bir hükûmet görevini üstlenecek olan “Kırım Müslümanları Merkezi İcra Komitesi” de oluşturulmuştu[8]. İşte, Çelebi Cihan, bu Komitenin Başkanı ve Kırım (Polonya-Litvanya dahil) Baş müftüsüydü[9].

Çelebi Cihan, bağımsız bir devlet yapılanması yolunda atılabilecek her türlü adımın sorumlusuydu. Üstelik, Cafer Seydahmet, Hasan Sabri Ayvaz, Seyit Celil Hattat, Abdülhakim Hilmi, Cafer Ablay, Şefika Gaspıralı, İlhamiye Tuktar, Ayşe İshaki gibi iyi yetişmiş, aydın ve inançlı bir kadroya da sahipti. K.M.M.İ.K.’nin 25 Nisan 1917’de Rusya’nın bir Halk Cumhuriyeti esasında kurulmasını, topraklı-milli muhtariyetlerin tanınmasını isteyen bildirisi, bütün Rusya’dan ses getirmişti[10]. Kırımlı liderler, 1-11 1917’de Moskova’da toplanan “Bütün Rusya Müslümanları Birinci Kongresi”nde, “Federasyon”, “Kadın Hakları”, “Milli Şura” gibi konularda çağdaş ve milliyetçi bir tutum sergilerken, Türkçü bir bakış açısıyla da Rusya’daki Türk toplulukları arasında işbirliği ve dayanışmadan yana olduklarını ortaya koymuşlardı[11]. Çelebi Cihan ise, Kırım Başmüftüsü sıfatıyla Temmuz ayının ikinci yarısında Kazan’da toplanan “Müslüman Din Adamlarının Kongresi” (Ulema Kongresi)ne katılmış; aynı tarihlerde yine Kazan’da cereyan eden “Bütün Rusya Müslümaları’nın İkinci Kongresi” ile “Bütün Rusya Müslümanları Birinci Askeri Kongresi”nde temaslarda bulunma ve ilişkileri geliştirme fırsatını yakalamıştı[12]. Bu ve benzeri faaliyetleri dolayısıyla, Kerenski Hükûmeti’nin yakın izlemeye aldığı Çelebi Cihan, Kazan dönüşünde, Tavrida Valisi (Vilâyet Komiseri) Bogdanof tarafından 23 Temmuzda tutuklanmıştı. Bu Çelebi Cihan’ın Ruslar tarafından ikinci kez tutuklanmasıydı[13]. Haberin duyulmasından sonra, Kırım’ın her yerinden Akmescit’e gelen Türkler Vilayet Binasının etrafını kuşatmıştı. Hükûmete protestolar yağarken; Kazan’da devam etmekte olan üç kongreye mensup delegeler bu haber üzerine müşterek bir oturum yapmışlar ve ortak bir deklarasyon yayınlayarak Başbakan Kerenski’den Çelebi Cihan’ın serbest bırakılmasını, valinin azledilmesini istemişlerdi[14]. Sonuçta, Çelebi Cihan serbest bırakılırken, Valiye işten el çektirilmişti.

Çelebi Cihan’ın yönetimindeki K.M.M.İ.K., eğitim işleri başta olmak üzere hemen her alanda yeniden yapılanmaya gitmiş; kadınlar, işçiler, öğretmenler, gençler dahil toplumun tüm kesimlerinde örgütlenmeyi gerçekleştirmişti[15]. Bu suretle halkın politik bilinçlenme sürecini hızlandıran Çelebi Cihan ve kadrosu, 1 Kasım’da Akmescit şehrinde Kırım Türkleri’nin II. Kongresi’ni toplayarak KURULTAY toplama kararını çıkartmışlardı[16]. 17 Kasım’daki genel seçimlerin ardından, 26 Kasım’da Kurultay’ın muhteşem bir törenle açılışı yapılmıştı[17]. Çelebi Cihan, Kurultay’ın ilk gününde yapılan seçimlerde, Şefika Gaspıralı ile birlikte Başkanlık Divanı üyeliğine, akabinde de Kırım Anayasası’nın kabulü ve Kırım Halk Cumhuriyeti’nin ilânından ve de Kurultay’ın Parlamento’ya dönüştürülmesinden sonra Milli Hükûmetin Başkanlığına (İdare-i Milliye Reisliği) seçilmişti[18].

Kırım’daki Milli Hükûmetin “Milli Ordu”nun teşkili kararının ardından, 18 Ocak 1918’den itibaren Bolşevik saldırıları başlamıştı. Yaklaşık 30.000 Bolşevik bahriyeli, piyade ve milisinin yürüttüğü kitle terörüne yönelik saldırılar kapsamında, çok sayıda Türk askeri ve sivili şehit düşmüş; esir düşen bir o kadarı da işkenceyle öldürülmüştü[19]. Albay Ali(yef), Miralay Osman Binaslan, Yüzbaşı A. Bayburtlu ve Burnaş(ef)’in de dahil olduğu 125 subayın cesetleri parçalanmıştı[20]. Öldürülenlerin kafaları kesilerek çit kazıklarına geçirilmiş ve Akmescit tren istasyonunun pencerelerinde teşhir edilmişti[21]. Tutuklananlar arasında Çelebi Cihan da bulunmaktaydı. Aluşta yolunda Bolşevikler tarafından tanınarak tutuklanan Çelebi Cihan, önce Akmescit Belediye Binasına hapsedilmiş, oradan da Akyar’daki Bolşevik Askeri Garnizonu içindeki hapishaneye getirilmişti. Olayların en yakın görgü tanıklarından Şefika Gaspıralı, o acılı günleri hâtıralarında şöyle anlatıyordu:

“23 Şubat 1961… Çelebi Cihan Efendinin ölümünden tam 43 sene geçiyor… Ölümünden dedim, şehit edilmesi ve ebedileşmesinden… Kurultay selâhiyetini Parlamentoya devrederek tatile girmişti. Akyar’dan da (Sivastopol) üzücü ve endişeli haberler gelmekte idi. Donanma efradı kâmilen Bolşevik’ti ve Akyar ile sair şehirlerde faaliyete geçmiş, tevkif, idamlar almış yürümüştü. Kırım’ı tamamiyle ele geçirmeye hazırdılar. Kırım Milli Parlamentosunu tanımadıkları gibi mevcudiyetine de tahammül edemeyecekleri aşikârdı. Bu son günlerimizdi artık! Parlamento olağanüstü toplantıya davet olundu. Akşama kadar müzakere, istişare ile günü geçirmiştik.

… Akşam olmuştu artık.. dağılıyorduk. Bu ara Çelebi Cihan Efendi, Bekir Odabaş, Dost Mambet Hacı, Veli İbrahim ve beni dinlenme odasına davet etti. Asabı gergin, bitkin halde idi. Çelebi Cihan Efendi: ‘Çaresiz haldeyiz. Türkiye’ye geçmek ve oradan Kırım’ın kurtuluşu için çare aramak, askeri yardım temin etmek için uğraşmak lâzım’ diyordu. Bana, kendisi ile birlikte Türkiye’ye tayyare ile gitmeye razı olup olmayacağımızı sordu. Konuştuk, düşündük ve teklifini kabul ederek ayrıldık”.

Şefika Hanım, Çelebi Cihan’ın aynı gece bolşevikler tarafından tutuklandığını; Çelebi Cihan’ın tebdili kıyafet etmediği gibi kimliğini de gizlemediğini anlatıyor. Hâtıralarında Bolşeviklerin Parlamento binasına baskınının yanı sıra, “Hür Kırım Kadınları” adına Bolşevik yöneticilerinden Jan Miller’den Çelebi Cihan’ı serbest bırakma talebinde bulunduklarını; söz konusu yetkilinin ümit verici bir konuşma yaptığını, hatta sonradan Akyar’a götürülen Çelebi Cihan’ın serbest bırakıldığında kullanması için (Akyar’dan Akmescit’e) bir yol geçiş belgesinin tanzim ile kendilerine teslim edildiğini; ancak oyalandıklarını fark edince de O’nu hapishaneden kaçırma niyetine girdiklerini anlatan Şefika Gaspıralı, şöyle devam ediyordu:

“1919 Senesi Akmescit’de çıkmakta bulunan Golos Tatar – Tatar Sadası gazetesinin bir nüshasında, Çelebi Cihan Efendi ile beraber aynı hücrede oturan ve nasılsa sağ salim hapisten çıkabilen monarşist bir Rus’un makalesi neşrolunmuştu. Bu zat, Çelebi Cihan’dan sitayişle bahsettikten sonra, kendisinin hapis müddetince çok sıkıldığını anlatmakta idi. Çelebi Cihan, hapisten kurtulmak, kaçmak çarelerini araştırıyor ve temin etmiş olmalı ki, ona ara sıra yemek getiren -isminin zikrini münasip görmüyorum- ihtiyar bir kadın vasıtası ile ailesi ile temasa geçmiş. Planın tatbiki için lâzım geleni temin etmek üzere iken 23 Şubat gelip çatmıştı. Bunları Çelebi Cihan Efendi’nin hanımından dinlemiştim. Kendisini idama götürmeye geldikleri vakit uyuyormuş. Uyandırmışlar. Vaziyeti kavrayarak kalkmış, vedalaşmış, celladın peşi sıra yürümüş. Hapisanenin avlusunda duvara dayayarak durdurtmuşlar. Başını yukarıya kaldırmış, gökyüzüne bakıyormuş ki arka arkaya sıkılan kurşunlarla yere serilmiş.

… 1919 Senesi Parlamento tekrar toplanınca, Akyar’da denizden çıkarılan cesetleri tetkik ve Çelebi Cihan Efendi’nin cesedini teşhis için üç şahıstan müteşekkil bir heyet ayrılmıştı. Abdi Efendi, ben ve biri daha vardı ki adını hatırlamıyorum. Ben, hassasiyet sebebiyle, gitmekten imtina etmiştim. Diğer arkadaşlar gittiler, perişan halde döndüler ve cesetlerin hiç birinin tanınacak halde olmadıklarını anlattılar.

Bahtsız Kırım’ın, tarihine lâyık bir hayat süren ve bu Türk yurdunun istiklâli için hayatının son dakikasına kadar mücadele eden Kırım Türklerinin büyük evlâtlarından biri olan Çelebi Cihan, davası uğrunda şehit oldu” [22].

Çelebi Cihan ile birlikte Akyar’da tam 300 tutuklu işkence gördükten sonra vahşice öldürülmüştü. Çelebi Cihan’ın şehadet haberi, tüm Türk Dünyası’nda sert tepkilere yol açmış; Bolşevik makamları nezdinde protestolar yağmıştı[23]. Merhumun arkasından eşi de bu acıya daha fazla dayanamayarak vefat etmişti. Çelebi Cihan’ın şehadeti, Kırım Türklerini yıldırmak şöyle dursun, daha da kamçılamıştı. Alman, Beyaz Rus ve Bolşevik işgalleri ile geçen bu kanlı dönemde, Kırım Türkleri, Parlamento’yu sürekli açık tutmaya uğraşmışlar; hayatları pahasına vatanlarını, özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını korumaya çalışmışlardı. Ancak, 1919’un ortalarından itibaren artık yapabilecek hiçbir şey kalmamıştı. 1917 Sonlarında “Müslümanlara hürriyet” mesajları veren Sovyet liderleri, gerçek yüzlerini bu tarihten sonra göstermişlerdi. Ufukta görünen, yalnızca baskı, sürgün, açlık, idam, kısaca her türlü etnik temizlik yöntemlerini içeren kıpkızıl bir esaret dönemiydi. Rus emperyalizminin beyazı, kızılı pek fark etmediği, ancak kızılının çok daha acımasız ve zalim olduğu anlaşılacaktı. Bundan böyle Karl Marx’ın “dünya halklarının-proleterlerinin bir bayrak altında toplanması” ütopyası, sadece rengi değişmiş Rus faşizmine hizmet edecekti. İlk kurbanı ise önce yüzler, sonra onbinler ve 1944’e gelince de bütün bir Kırım Türk toplumu izleyecekti…

Çelebi Cihan’ın yakın mücadele arkadaşı Cafer Seydahmet Bey, O’nun aziz hâtırasına saygı olarak bir hikâyesine “Antlı Kurban” adını verirken, merhumun “And Etkemen” şiiri de ebediyete kadar Kırım Türklerinin “Milli Marşı” olarak hafızalara kazınacaktı:

Ant etkemen Tatarların yarasını sarmağa,
Nasıl bolsun bu zavallı kardaşlarım çürüsün;
Onlar içun ökünmesem, kaygumasam, yaşasam,
Yüregimde kara kanlar kaynamasın kurusun!

Ant etkemen şu karangı yurtka şavle serpmege,
Nasıl bolsun eki kardaş birbirini körmesin.
Bunu körüp buvsanmasam, mugaymasam, canmasam,
Közlerimden akkan yaşlar derya deniz kan bolsun!

Ant etkemen, söz bergemen bilmek içun ölmege,
Bilup, körup milletimin köz yaşını silmege
Bilmi, körmi bin yaşasam Kurultay’lı Han bolsam

Yine bir kün mezarcılar kelir beni kömmege[24].

VE SOVYET USULÜ SOYKIRIM YÖNTEMLERİ

Başta İngiltere, Fransa gibi ülkelerin sömürgelerinde izledikleri emperyalist politikalar, sömürülen toplumu özgür düşünebilen entellektüellerden arındırma; onun yerine “sömürge aydını” olarak da nitelenen, sadece kendilerine hizmet etmeye koşullandırılmış, bağımsız ve özgür düşünüp hareket edemeyen bir kesimi ikâme etme gibi ince taktikler içermekteydi. Kızıl emperyalizmde ise, Çarlığın bu yöndeki deneyim kazanmış uygulamalarının yanı sıra, batının “parçala-yönet” politikası da esas alınmıştı. Ancak, Sovyet yöneticileri, iktidar gücünü ele aldıktan kısa bir süre sonra, bu yolda yepyeni taktikler geliştirmeye ve uygulamaya başlamıştı: Örneğin, yapay kıtlık politikasıyla -aydınlar ayırd edilmeksizin- hedef kitleleri fiziksel olarak temizlemek!.. Böylece “düşman unsurların” bir bölümü, doğal (!) bir biçimde ortadan kaldırılırken, -aydınlar dahil- hedef kitlenin tüm direncinin kırılması hedeflenmekteydi.

1921-22 Kıtlık-Açlık Döneminde hayatını kaybedenlerin sayısı 100.000’in üzerindeydi. Resmi Sovyet istatistiklerine göre, Akmescit, Akyar, Gözleve, Canköy, Yalta, Kefe ve Kerç’de yani sadece istatistiğe konu olan 7 yerleşim merkezinde açlıktan “ölüm derecesinde” etkilenenlerin sayısı 377.533 kişi idi. Aynı yerleşim merkezlerinde Şubat-Mart-Nisan 1922’de ölenlerin sayısı ise toplam (13.644+19.522+13.598) 46.764 kişi idi[25]. Büyük çoğunluğu Türklerin oluşturduğu Bahçesaray’da açlıktan hayatını kaybedenlerin oranı, tüm şehrin % 55’ini oluşturmaktaydı[26]. Sovyet hükûmeti, her nasılsa, bu insanlıkdışı planlı kıtlık-açlıktan ancak 16 Şubat 1923’de haberdar (!) olabilmişti[27]. Aynı tasarlanmış senaryo, 1931-33 yıllarında da sahnelenmiş, 35.000’den fazla Kırım Türkü açlıktan hayatını kaybetmişti. Bu taktiğin sonucu olarak eğitim düzeyine bakılmaksızın aydını-avamı ile Kırım Türk Halkının mevcudiyetine kastedilmişti…

Sovyet yöneticilerinin geliştirip uyguladıkları ikinci bir kıyım yöntemi, geleneksel kültürü sürdüren köklü aile yapısını bozmak kasdıyla onbinlerce Kırım Türkünün Sibirya ve Orta Asyaya sürgün edilmesiydi. Sürgüne esas suçlama basmakalıptı; ya eski rejimde toprak sahibi olanlar için “kulak-toprak ağası” ya da kolhoz sistemine ayak uyduramayanlar için “sabotör”!.. Böylece Kırım Türkleri, yine aydını-avamı, şehirlisi-köylüsü ile onbinlerce evlâdını Sibirya’nın buzlu tundralarında, Türkistan’ın çöllerinde kaybediyordu… Dr. Edige Kırımal’a göre, 1921-1941 yılları arasında açlık-kıtlık, hapis, sürgün v.b. yöntemlerine maruz kalan Kırım Türkleri, 160.000-170.000 arasında bir kayıp vermişti ki, bu 1917 yılındaki Türk nüfusunun yaklaşık yarısı kadardı[28].

VE DE ÖZELLİKLE AYDIN KIRIMI

Kırımlı Türk aydınları için Sovyet esareti altında ulusal kimliği korumak, her şeyin başında gelmekteydi. Onca baskıya rağmen, politik hayattan çekilmediler. Sovyet sisteminin kurallarına göre oynamayı, bütünüyle mahvolmamak için de Kırım’ın yönetiminde ağırlıklarını koymayı yeğlediler. Nitekim, başlangıç itibariyle başarılı da oldular. 1922’de Akmescit’te 1. Hükûmet Matbaası’nda basılan ve kapağının üst köşesinde “Bütün Dünyanın İşçileri ve Mazlum Milletleri Birleşiniz” sloganı yazılı olan “1922 Senesi May 2’de Akmescid’de Toplanan Umum Kırım Tatarları 2’nci Bitaraf Konferansiyası” broşürü, Sovyet işgali öncesi Kırım Halk Cumhuriyeti’nin en önemli siyasal dayanağı olan “Milli Fırka” yöneticilerinin hâlâ var olduklarını kanıtlaması açısından oldukça önem taşımaktadır[29]. Kırım Merkezi İcraat Komitesi Reisi Gaven’in başkanlığında toplanan bu konferansta, Kırım Türklerinin açlık konusu başta olmak üzere eğitim ve diğer sorunlarını dile getirenler arasında Dr. Ahmed Özenbaşlı, Bekir Odabaş, Osman Akçokraklı, Halim Baliç, Osman Derenayırlı gibi milli bilince sahip, “Milli Fırka” üyesi Türk aydınlarının isimleri dikkat çekiyor. Bir şey daha dikkat çekiyor, o da broşürün sonundaki şu paragraf: “Bütün bu meseleler bitdikten sonra son defa olarak Konferansiyayı selamlayan Gaven, Selim Muhammedof, Aynelhayat, Hattatof, Osman Derenayırlı arkadaşların ateşli ve müessir nutuklarından sonra ‘İnternatsional’ ve ‘And Etkemen’ yırlanarak (okunarak) Konferansiyanın son meclisi kapanmışdır”[30]. Gaven, biliyoruz ki, Çelebi Cihan’ın öldürülmesinden birinci derece sorumlu olan kişidir. Akyar (Sivastopol) şehrinin Bolşevik İhtilal Komitesi Başkanlığını yapmıştır. Sovyet egemenliğinin kurulmasından sonra da Kırım’ın başına getirilerek ödüllendirilmiştir. Yukarıda tam metnini verdiğim “And Etkemen” ise, yalnızca bu yüce şehidimizin şiiri olmayıp, Kırım Türklerinin özgürlük ve bağımsızlık aşkını ifade eden ulusal marşıdır da. Rus esaretini ve baskısını ifade eden “Enternasyonal” ile “And Etkemen”in birlikte okunması, Kırımlı Türk aydınlarının ölüm tehdidi altında bile ulusal kararlılığını ve cesaretini sergilemesi açısından ayrıca bir anlam ve önem taşıyor…

Gerçekten de, hapis-sürgün-idam riskine aldırış etmeyen Kırımlı Türk aydınları, politik alanın yanısıra, eğitim alanında da birdizi başarıya imza atmışlardı[31]. Çünkü, büyük önderleri Gaspıralı İsmail Beyin öngördüğü gibi eğitim, bir milletin bugününü ve geleceğini belirleyen en önemli anahtardı. Eğitilmiş bir milletin ise yok edilmesi kesinlikle olanaksızdı. Kırım Türkleri, 1923 yılı itibariyle yaklaşık 150.000 kişilik nüfusuyla, Kırım’ın toplam nüfusunun ¼’ünü oluşturmasına karşılık, eğitim ve politik olgunluk düzeyinin diğer topluluklardan daha yüksek olması gibi bir avantaja sahip bulunmaktaydı[32]. Aynı şekilde, 1925 yılı itibariyle Kırım’daki Komünist Partisi’nin toplam 6450 üyesinden sadece 333’ü Kırım Türkü idi. Buna rağmen, 1924-28 yılları arasında Kırım Sovyet Muhtar Cumhuriyeti’nin İcra Komitesi Reisi, eski “Milli Fırka” üyesi bir Türk olan Veli İbrahim’di[33]. O’nun sayesinde Türk aydınları kilit mevkilere gelerek, Kırım’ın yönetiminde söz sahibi olmuşlardı. Gaspıralı İsmail Beyin yanında yetişen Veli İbrahim, Kırım Türklerini elinden geldiğince Moskova’nın baskılarından korumaya çalışmıştı. Örneğin, ulusal nitelikteki okulların, dört ayrı şehirde yine ulusal nitelikte öğretmen okullarının, müzelerin, tiyatroların, kütüphanelerin ve de Tavrida Üniversitesi ile Kırım Türk Dili ve Edebiyatının öğretimi ve araştırılmasına yönelik Şark Enstitüsü’nün açılması ve bunların yönetiminin Türk aydınlarına teslim edilmesi; toprakları ellerinden zorla alınan ya da topraksız Türk ailelerine tarım arazisi tahsisi; Moskova’nın isteğine rağmen, Kırım’a Yahudi iskânına engel olunması gibi önemli işlerin hepsi, Veli İbrahim’in döneminde gerçekleştirilmişti[34].

Sovyet yöneticileri, 1928’in Ocak ayına gelindiğinde, Kırım’ı “Sovyetleştirme” aşamasından “Ruslaştırma” aşamasına geçerek Veli İbrahim’i görevden almış, üstelik “burjuva milliyetçiliği” ile itham ederek hapse atmıştı. Aylar süren hukuk komedisi bir yargılamadan sonra Veli İbrahim, 9 Mayıs 1928’de suçu -temyizi kabil olmaksızın- sabit görülerek kurşuna dizilmek suretiyle idam edilmişti[35]. Bu yargılamanın bir başka ilginç yönü de şuydu: Sovyet yöneticilerine rağmen Yahudilerin Kırım’a iskânını engelleyen Veli İbrahim’i yargılayan yargıç Schults ve savcı Fridberg Yahudi idi. İdamdan sonra Yahudi iskânı gerçekleşti idiyse de, II. Dünya Savaşı sırasında Kırım Alman Orduları tarafından işgal edildiğinde, söz konusu Yahudi göçmenlerin önemli bir kısmı SS’ler tarafından saptanarak anında kurşuna dizilerek idam yoluyla ya da temerküz kamplarında insanlık dışı türlü yöntemlerle imha edilmişti.

Veli İbrahim’in idamından sonra Kırım’da geniş çaplı bir aydın tasfiyesi başlatılmıştı: Türk aydınları, devlet kademelerinden uzaklaştırılırken, 9 Ekim 1928’de yüzlercesi hapis ve sürgün cezasına çarptırılmıştı[36]. Bu tasfiye kampanyası, asgari 32.500 Türk aydınını kapsamıştı. Bir araştırmacının ifadesiyle, “İbrahimov’un tasfiyesini müteakip yıl içinde hemen hemen bütün ihtilâl öncesi Tatar aydın zümresi tasfiye edilmişti”[37]. 1928-29 Yılları arasında Kırım’dan Sibirya’ya sürgün edilenlerin sayısı 35.000-40.000 arasında tahmin edilmekteydi[38]. Kırımlı Türklerin sürgün bölgelerinde yok oluşunu görgü tanığı bir Rus, Grigorii Aleksandrov şöyle değerlendiriyordu: “Binlerce kişiyi topladılar… Güneyin mutedil ikliminde büyümüş ve dağlarla deniz sahilinden hiç ayrılmamış olan insanlar zorla tayga ve tundralara (Sibirya’nın buzlu orman ve stepleri-bozkırları) göç ettirilince daha göçün ilk safhasında yok oldular. Bu herhangi bir genel tedbir değil, fakat kitle imhasıyla, bütün bir milletin manasız ve merhametsizce yok edilişiydi” [39].

Türk aydınlarını idama, sürgüne ya da hapis cezasına mahkûm eden yargı kararları, hep aynı basmakalıp suçlamalara dayanmaktaydı: “Burjuva Milliyetçisi”, “Kulak-Toprak Ağası”, “Karşı Devrimci-Troçkist”, “Anti-Sovyet Unsur” v.b. Örneğin, Yalta’daki Şark Müzesi Müdürü olan Yakub Kemal, müzede teşhir edilen tarihsel kıymetteki sanat eserleri dolayısıyla “Hanlık dönemine özenmek ve halkı da özendirmekle” suçlanıyordu. Dr. Ahmed Özenbaşlı, benzeri bir başka suçlamayla idama mahkûm edilmişse de sonradan cezası 10 yıl hapse çevrilmişti. Habibullah Odabaş ve daha pek çok eğitimci yargılanmaya bile gerek görülmeksizin Sibirya’ya (Solovki Adalarına) sürgüne gönderilmişti. Veli İbrahim döneminde Halk Eğitimi Komiseri (Eğitim Bakanı) olan Hüseyin Baliç, özel olarak yargılanmış ve 10 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. 1934 Yılı içinde gerçekleştirilen tasfiye sırasında, Çarlık döneminde eğitim almış hemen tüm Türk aydınlarının işlerine son verilmişti. Özel girişimciliğin yasak olması nedeniyle işsizlik, açlık ve ölüm manasına gelmekteydi. Sovyet yöneticileri, 1937-38 yılları arasında Kırımlı Türk aydınlarına karşı büyük bir tutuklama kampanyası başlattılar. Başlarına gelebilecekleri daha önceden sezinleyerek Kırım dışına kaçmış olan Osman Akçokraklı Bakû’den, Mahmut Nedim Moskova’dan, Hüseyin Badaninski’yi ise Tiflis’den getirten Sovyet yöneticileri, 17 Nisan 1938 tarihli mahkeme kararıyla adı geçenlerin yanı sıra, Kırımlı aydınların -tabii ki o tarihe kadar hayatta kalabilenlerin- en seçkinlerini idama mahkûm ettirdiler. Bunlar arasında, Gaspıralı İsmail Beyin yanında yetişen ve O’nun güvenine mazhar olan Hasan Sabri Ayvaz ve Osman Akçokraklı ile birlikte, Ramazan Aleksandroviç, Yakub Aziz, Seyitcelil Hattat, Cafer Gaffar, Hüseyin Badaninski ve Mahmut Nedim bulunmaktaydı. İdam kararının verildiği gün içinde de tüm sanıkların idam cezası infaz edilmişti. Bu dönemde idam ya da başka yollarla öldürülen, sürgün yerlerinde çeşitli nedenlerle hayatlarını kaybeden Kırımlı Türk aydınları arasında, Osman Derenayırlı, Hamdi Giraybay, Ömer İpçi, Abdullah Lâtifzade, Hasan Şumin, Eşref Şemizade, Kerim Cemalettin, Abdülhakim Hilmi, Ali Hasan, Yahya Şerafeddin, Raşit Bağçivan, Mahmut Aziz, Kerim Cemalettin, Yahya ve İbrahim Bayraşevskiy, Eşref Şemizade, Seyit Ömer Turpçu ve daha pek çokları bulunmaktaydı[40].

Yazmış olduğu son derece değerli eserleri ve yetiştirdiği bilim adamları ile tanınan, Türkoloji biliminin kurucuları arasında seçkin bir yere sahip olan Kırımlı Prof. Dr. Bekir Sıtkı Çobanzade ise, Azerbaycan’da öğretim üyeliği yapmasına karşılık bu aydın kırımından yakasını kurtaramamıştı[41]. 12 Ekim 1937 Tarihli üçlü mahkeme kararıyla Sibirya’ya sürgüne gönderilmişti. Her ne kadar idama mahkûm edildiği ve 13 Ekim 1937’de kurşuna dizildiğine ilişkin duyumlar geldiyse de, 7 Ağustos 1942 tarihli “Azat Kırım” gazetesinde çıkan Abdullah İsmail imzalı bir yazı, bu dünyaca ünlü Kırımlı aydının hazin, dramatik sonunu anlatıyordu:

“1938 Yılının Aralık ayında, 38 derece soğuk bir havada, Sibirya’daki küçük akarsulardan biri olan Troyk-Peçorski’nin kenarındaki Pokrovka köyü civarında ucu bucağı olmayan ormanda gardiyanın emri altında odun kesiyorduk. Kampımızın karşısından bir mahkûmlar sürüsünün geçtiğini gördük. Onlar da bizi görmüş olacaklar ki, sigara içmek bahanesiyle durdular. Bizden 10-15 adım kadar uzak idiler. Nereden geldiklerini sorduk. Kafkaslardan geldiklerini söylediler. Merakımız daha da arttı. İnsan kılık ve rengini kayıb etmiş olan zavallılar birbirlerine bakıştılar. Bu arada içlerinden birisi benim adımı ağzından kaçırdı. O’na dikkatle baktığım zaman, Bakû’de yayınlanan (Yeni Yol) gazetesinde tam on yıl beraber çalıştığım eski gazeteci, lisan ve tarih öğretmeni Hasan İmamof’un solmuş çehresini güçlükle tanıyabildim. Sürgün mahkûmları içinde, 1924 senesinde Kırım’dan Azerbaycan’a gelip Bakû Üniversitesi’nin Türkoloji kısmında Türk Dili ve Edebiyatı profesörlüğü yapmış olan Bekir Sıtkı Çobanzade, tanınmış tarihçi Abdullah Takizade, Cebbar Mehmetzade ve daha birçok münevver bulunuyordu.

‘Sizleri niçin kapattılar?’ sorumun cevabını aynı soru ile aldım: ‘Ya seni niçin kapattılar?’.

Bundan çıkarttığım sonuç, pek acı ve düşündürücü oldu: GPU ve NKVD bütün Türk-Tatar halklarının aydın kişilerinde kendilerinin düşmanları görüyor, onları Sibirya’nın taygalarına ve tundralarına sürgün ediyorlardı.

Uzaktan birbirimize yaklaşmayarak, 15 dakika kadar konuştuktan sonra, ÇEKA ajanının yırtıcı ‘Kaalk!..’ sesi Kafkas sürgünlerini bizden ayırdı. Uzaklaştılar ve gözden kayboldular… Anlaşıldığına göre daha Kuzeydeki Barkut’a gittiler…

Şimdi, sevimli şair ve profesörümüz ve arkadaşlarının kaderi göze görünmeyen o kuvvetin elindedir. Kim bilir, belki yine görüşürüz…” [42].

Oysa bu satırların yazarı bilmiyordu ki, Prof. Bekir Sıtkı Çobanzade, aynı kış, soğuk hava ve diğer olumsuz koşullara dayanamayarak bu dünyadan göçmüştü… Geride bir yığın bilimsel eser, çok sayıda duygusal şiir ve unutulmazlığını bırakarak…. Milletinin aydınlarının acı kaderini paylaşarak… Diğer Sovyet kırımına uğramış aydınlar gibi bir mezar taşına bile sahip olmaksızın!… Tıpkı o sımsıcacık dizelerinde dediği gibi:

Ezan sesi biyaklarga kelalmay,
Tatlı, tatlı yüregime tiyalmay…

(Türkiye Türkçesi ile)

Ezan sesi bu taraflara gelemiyor,
Tatlı tatlı yüreğime değemiyor…

Sadece vatansever ve milliyetçi aydınlar mıydı ki sürülenler, hapse atılanlar ve idam edilenler!.. Elbette ki hayır!… Kendi insanına, toplumuna ihanet ederek Moskova’ya hizmet etmiş olanlar da bu kırımdan paylarına düşeni almışlardı. Örneğin, Çobanzade’yi ihbar eden Yakub Musanif, Dr. Ahmed Özenbaşlı ve Habibullah Odabaşı’nı Moskova’ya hedef gösteren Tevfik Boyacı gibileri de bir süre sonra idam edilmişlerdi. Veli İbrahim’in idamından sonra bu göreve Moskova tarafından atanan Mehmet Kubay[43] ve son olarak İlyas Tarhan ve İbrahim Sameddin de sözkonusu kurbanlar kervanında yerini almışlardı. Sovyet yöneticileri, Alman Ordularının Kırım’a yaklaştığı 1941’in Ekim-Kasım aylarında, yeni bir kırım hareketine girişmişlerdi. Almanlarla işbirliği yapabileceklerinden kuşkulandıkları Türkler, aydını-köylüsü, kadını-erkeği, yaşlısı-sütbebeği ile bu kırımdan kurtulamamışlardı. Hapishanelerdeki tüm mahkûmlar kurşuna dizilirken; hastanenler ve hasta taşıyan vagonlar içindekilerle birlikte ateşe verilmişti. 4 Kasım 1941’de Almanların önünden kaçan NKVD mensupları, hınçlarını halk üzerine rastgele ateş açarak çıkarıyorlardı[44].

İşte, II. Dünya Savaşı’nın sonunda, muzaffer (!) Sovyet orduları Kırım’a giriyor… 18 Mayıs 1944’de sadece aydınlar değil, en küçük ferdine kadar bütün Kırım Türkleri evlerinden toplanıyor; hayvanlara mahsus vagonlarda sürgün mahallerine doğru yola çıkarılıyor… Köklerinden sökülen bir ağaç gibi, Kırım’dan binlerce kilometre uzaklıkta Urallardan Sibirya’nın buzlu tundralarına, Türkistan’ın çöllerine yok olmaya terkediliyor… Toplam nüfusunun % 46’sını sadece bu iki ay süren insanlık dışı yolculukta kaybeden Kırım Türkleri, Sovyet vahşet ve faşizmine, kıpkızıl emperyalizmine kurban ediliyor… Çarlık müstebitlerinin yapmak isteyip de yapamadıklarını, kızıl müstebitler yapıyor… Bugün bile devam etmekte olan bu insanlık dramını bütün dünya vurdumduymazlıkla izliyor… Özbekistan bu ezilmiş halkın evlâtlarından haraç almaya devam ediyor… Ukrayna, vatandaşlık ve seçmenlik haklarına kısıtlama getiriyor… Kırım’daki Rus yöneticiler, parasıyla da olsa ev ya da arsa sattırmıyor; vatana dönüşü iskâna ve çalışmaya getirilen kısıtlamalarla engellemeye çalışıyor… Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanı’nın vaadlerini hayata geçirmiyor… K.G.B. yine tüm gücüyle provakasyonlar yapıyor… C.I.A., Kırım’da Türklük bilincinin yerleşmemesi doğrultusunda yönlendirmeye dayalı pasif politika izlerken, Türkiye’deki işbirlikçileri Kırım davasını, bir Türklük davası olarak kamuoyuna geniş bir siyasal yelpazede maletmek yerine uçtaki iki partiye M.H.P. ve F.P.’ne yamamaya gayret ediyor… Ya da bir avuç Kırım Türkünü “Çöl Tatarı” ve “Tat” olarak ikiye bölmenin, yapay dernekçilik kavgası ile birbirine düşürmenin ihanetini sergiliyor… Kırım’daki liderler bütünleştirici olamıyor… Kısaca, Kırım Türkleri, aydın kırımına uğramanın tüm sancılarını çekiyor… Ve tüm bu olumsuz koşullar, Kırım’daki aydınların yanısıra, Türkiye, A.B.D., Almanya gibi ülkelerde yaşayan Kırım kökenli aydınlara birlik ve dayanışma bilinci ile önemli bir sorumluluk yüklüyor… Kısaca, Kırım’ı sevmek yetmiyor; tüm sorunlarına birlikte omuz vermek gerekiyor…

SONUÇ: Kırım Türklerinin geleceği açısından yakın dönem tarihinin günümüze ışık tutması ve de geçmişte yaşanmış tüm tarihsel olayların günümüz koşulları açısından değerlendirilmesi kaçınılmaz. Yakın geçmişten alınacak öylesine çok ders ve ibret var ki!.. Kırım Türkleri, geçmişin hatalarını tekrarlayacak lükse asla sahip değiller. Bugün Kırım’da entelektüel düzeyi hayli yüksek; mücadele deneyimi büyük olan aydınların sayısı ise küçümsenemeyecek ölçüde. Bir o kadarı da sürgün mahallerinden henüz yurduna dönememiş. Aynı şekilde, Türkiye’de, A.B.D.’de ve diğer Batı Avrupa ülkelerinde çok sayıda Kırımlı aydın, Kırım’ı unutmaksızın yaşamakta…

Yakın geçmişte Kırımlı liderler, örneğin Gaspıralı İsmail Bey, tüm Türk Dünyasıyla bütünleşmeyi başarırken; Kırım Halk Cumhuriyeti’nin liderleri, Çelebi Cihan ve Cafer Seydahmet, sağcısı-solcusu tüm Kırım Türkleri ile etle-tırnak olmuştu. 21. Yüzyıla girerken, kamuoyu oluşturma yöntemlerini bilmeden; uluslararası kurum ve kuruluşları ve işleyiş mekanizmalarını tanımadan; kitle iletişim araçlarının -internet dahil- gücünü sadece Kırım değil, dünyaya ulaşacak biçimde kullanmadan; henüz ulus-devlete sahip olmazken ama yarın olacakmış gibi ulus-devlet yapılanmasının üç ayağını yani kültürel eğitimi, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eğitimi ve teknoloji-bilgi eğitimini vermeden; kadınları siyasal-toplumsal alana -erkeklerle eşit olarak- kazandırmadan; başta A.B.D. gibi stratejik desteği önemli olan ülkelerde lobiciliğin önemini ve yürütülüş biçimini kavramadan; Türkiye’nin kullandığı biçimiyle Latin alfabesine geçmeden; dolaylı vergiyi haraç biçimine dönüştürecek ve mafya ile işbirliği görünümü verecek sapmalara kaçmadan; aydınların önemli bir bölümünü, sırf kişisel muhalefetleri dolayısıyla dışlamadan; görüş ayrılıklarını kişiselleştirmeden; eski usul “nasılsa halkımın bir bölümü bana oy veriyor” hatasına düşüp oy vermeyenleri dışlamadan; halkta ekonomik ve sosyal kalkınma talebinin nasıl uyandırılacağını, uluslararası projelerin Kırım’a yönelik olarak nasıl kanalize edileceğini bilmeden; sadece yardım bekleyerek alaturka liderlik yapmak mümkün değil!.. Yapılırsa da ancak bu kadar oluyor… Hiçbir sorun çözümlenmiyor, aksine katlamalı olarak büyüyor; Kırım Türkleri içte-dışta kırk parçaya bölünüyor…

Eğer aydınlar bütünlükçü yaklaşıma kanalize edilemezlerse, bu defa bilinçli aydın zararı sözkonusu olabilir ve hatta bu zarar ihanet boyutlarına kadar varabilir. Örneğin Kırım Türklerini soy açısından Kimmerlere dayandırmak, çöl-tat ayırımı yapmak, kaynakları kişisel çıkarlarına kullanmak gibi… Kırım Türklerinin efsanevi lideri Mustafa Cemiloğlu, mücadele azmi ile Sovyet hapishane ve kamplarında kazandığı liderlik şansını çok iyi değerlendirmek zorunda. Elbetteki herşeyi bilmesi olanaksız. Ama bilen Kırımlı aydınlardan yararlanması da gerek. Kendisine her konuda danışmanlık hizmeti verebilecek o kadar yetişmiş Kırımlı Türk aydını var ki, tüm dünyaya dağılmış… Örneğin, Türkiye’deki temaslarında yabancı istasyon ya da servislerin en alt düzeyinde yer alan bir-iki kişi ile yetinmemesi gerekiyor (bir lider, politik açıdan ille de bir yabancı servisle ilişki kurmak istiyorsa, bunu en tepedekilerle ve kendisini ve de temsil ettiği kitleyi kullandırmadan gerçekleştirebilmelidir). Keza, İstanbul Büyük Şehir ve Keçiören Belediye Başkanları ile dostluk kurmak başka, sadece ve sadece Kanal 7, Samanyolu, TGRT gibi kanallara çıkarak Türkiye’nin siyasal yelpazesinin en ucundakiler ile Kırım Türklerini özdeşleştirmek başka şeyler. Önemli olan, Kırım davasının yaklaşık beş milyonluk Kırım kökenli Türk vatandaşı gerçeğinden hareketle, sağ-sol ayırd etmeksizin tüm siyasilere anlatabilmek; Türk kamuoyuna mal edebilmek!.. Kısaca Mustafa Cemiloğlu’nun Kırım davasının selameti ve geleceği açısından önce yakın çevresini yeniden gözden geçirmesi ve imaj tazelemesi gerekiyor. Oysa, Sayın Cemiloğlu’nun, tipik bir örnek olarak, Konya’daki Kırım kökenli akademisyenlerin uluslararası nitelikte panel gerçekleştirebilecek güç ve yetenekte olduklarını; İzmir’deki Kırımlıların aydın bir kadın yönetici ile çalıştıklarını; Eskişehir’deki aydın yöneticilerin, Kırım milli kültürünü -en az Kırım’da yaşayanlar kadar- muhafaza edilmesindeki unutulmaz katkılarını; Polatlı’da Kırım davası söz konusu olduğunda sağ-sol ayırımının ortadan kalktığını bilmesi, diğer şehirlerdeki Kırım kökenli aydınları onore etmesi ve bu yolda yeni bir yapılanma oluşturması, mevcut olanakları Kırım’a yönlendirmesi gerekirdi. Yine bir örnek olarak, internetle haberleşmeyi ve bilgi akışını gerçekleştirmek için, sadece örnek teşkil etmek üzere, ABD’de Mübeyyin Batu ALTAN, İnci BOWMAN, Almanya’da Yankı PURSUN, Türkiye’de Fevzi ALİMOĞLU’ndan aktif biçimde yararlanabilmeliydi.

Hiç şüphesiz ki, Kırım dışında yaşayan aydınların da özeleştiri yapmaları gerek. Önce kişisel kırgınlıklara son verilmesi ve derneklerin tek çatı altında toplanması halledilmesi gereken en önemli sorun. Bugün tüm dünyada “yükselen değerler” arasında, NGO (Hükümet Dışı Kuruluşlar-Sivil Toplum Örgütleri), insan hakları, insani yardım ve cinsiyet eşitliği konuları var. Bu yükselen değerleri Kırım davasıyla özdeşleştirmek kaçınılmaz. Kırım Derneklerinin hepsi, bu bağlamda birer NGO. Dernekler, Kırım Türkleri açısından önemli bir şans ve bu şansın iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Örneğin, ABD, insan hakları, insani yardım konularında kendi NGO’larını gönüllü katılımcı organizasyonları yetersiz olduğundan bizzat CIA vasıtasıyla oluşturuyor. Bu, Rusya’nın yanı sıra yeni kurulan Türk devletlerinde, özellikle Azerbaycan’da, CIS ülkelerinde, Afganistan’da, Irak Kürdistan’ında v.s. hep böyle. Kırım Türklerinin böyle bir sorunu yok, önemli olan dernekleri yeni bir yapılanma içine sokabilmek ve marjinal faydayı sağlayabilmek. Aksi takdirde kaynak israfı, hem de en sorumsuzca yapılanı, insan kaynakları israfı söz konusu oluyor. Örneğin, Türkiye’nin yaptığı yetersiz yardımların nasıl değerlendirildiği konusunda ne Türkiye’ye ve ne de kamuoyuna bilgilendirme yapılmıyor. Keza, Ankara’daki Kırım Derneklerinden birine Türk Hükûmetince yapılan -bu sene için 100.000.000.000 (yüzmilyar TL)- yardım, Gaspıralı’nın asla güncelliğini yitirmeyecek vasiyeti doğrultusunda öğrenci başına ayda en az 20.000.000 (yirmi milyon TL) bursla 400 Kırımlı öğrencinin Türkiye’de eğitim görmesine sarf edilebilirdi. Bu öğrencilerin bilinçli birer yurtsever olarak yetişmeleri için gerekli eğitim ve gözetim programları ise hiçbir masraf yapılmaksızın yürürlüğe konulabilirdi. Ya da bir kısmıyla Gaspıralı İsmail Beyin Bahçesaray’daki evi satın alınabilir, restore edildikten sonra Milli Müze olarak açılabilirdi. Ya da yine bir kısmıyla şehitlerimizin büstleri yaptırılabilir, bunlarla ilgili genç nesilleri bilgilendirecek kitaplar bastırılabilirdi. Tüm bunlar akla gelen alternatif öneriler. İşbirliği olmayınca, bireysel sorumluklar yönlendirilemediği için beklenen yararlar da sağlanamıyor, hiç kimse hesap vermeye yanaşmıyor ve kıt kaynaklar resmen heba ediliyor…

Kısaca, bugün anavatanlarına dönmeye çalışan ve bu geçiş döneminin bütün sancılarını fazlasıyla yaşayan Kırım Türklerini, dünyadaki küresel yönelimlerin dışında tutmak imkânsız. Tutulursa bugünkü gibi oluyor. Bu iş için Kırımlı aydınların “Tatarcısı”, “Türkçüsü”, “İslâmcısı”, “Sosyalisti”, “Kapitalisti” ile bütünlükçü bir yaklaşım içinde, Kırım’ın bugünü ve yarınları için işbirliğine girmeleri gerekiyor. Bu tür ayrılıklar, Kırımlı aydınlar için ortak sorunlara entelektüel bakışın temel yapı taşları; asla kavga ve düşmanlık nedeni değil. Birlik, Kırımlı aydınlar için tarihi bir sorumluluk. Tıpkı, “Antlı Kurban” Çelebi Cihan’ın dediği gibi:

“Kırım’ı kana boğabilirler. Fakat bütün bunlar, Kırımlıların istiklâl imanlarını yıkmaya değil, kuvvetlendirmeye yarayacaktır. Tarihin ergeç yazacağı şey: MÜSTAKİL VE MESUT KIRIM’dır”.

Ama önce inanmak gerek…

 Dr. Necip HABLEMİTOĞLU


Dipnotlar:

  1. Kırım’ın işgali ile başlayan şiddet uygulamalarının ve soykırım girişimlerinin örnekleri hakkında özet bilgi için bkz. Ethem Feyzi Gözaydın, KIRIM – Kırım Türklerinin Yerleşme ve Göçmeleri, (İstanbul: 1948), s. 64-66.
  2. Kırım’dan “Aktopraklar”a göç için Çarlık Rusyası’nın arşivlerinden yararlanılarak hazırlanmış tek temel eser için bkz. Dr. Ahmed Özenbaşlı, Çarlık Hakimiyetinde Kırım Faciası, (Akmescid: 1925).
  3. Çarlık işgali altında yok edilen kültürel varlıkların genel bir dökümü ve değerlendirmesi için (Rus ve Batı kaynaklarından) bkz. Prof. Alan Fisher, The Crimean Tatars, (Stanford-California: Hoover Inst., 1978). Sözkonusu eserin Sayın Eşref Bengi Özbilen tarafından yapılan ve “Emel” dergisinde tefrika halinde yayınlanan Türkçe çevirisinde yer alan bilgi ve kaynaklar için bkz. “Emel”, XXXII, 124, Mayıs-Haziran 1981, s. 11, dpn. 27 ve 29. Tahribat örnekleri hakkında derli-toplu bilgi için bkz. Müstecib Ülküsal, Kırım Türk Tatarları (İstanbul: 1980), s. 129 v.d. İşgalin ilk yıllarındaki tahribatın canlı tanığı olan İngiliz asıllı Edward Daniel Clarke, konuyla ilgili makalesinin bir yerinde şöyle örnek vermekteydi: “Rusların sayısız mezalim ve adaletsizce hareketlerle Kırım’ı istila ettikten sonra ne yaptıkları bana sorulursa, bir kaç kelime ile şöyle cevaplandırırım: Onlar memleketi yakıp yıkmış, ağaçları kesmiş, evleri, kutsal yerleri, umuma ait binaları ve kanalları tahrip etmiş, Tatarları soymuş, dinlerine saygısızlık göstermiş, mezarları ortadan kaldırarak Tatar atalarının ceset kalıntılarını havaya savurmuş veya murdar hayvanlara eğlence olsun diye çöplüklere atmışlardır. Onlara göre yakmak, yıkmak, yağma etmek ve öldürmek, hâkimiyetlerini kurmaktır; her yeri çöle çevirmek ve barışı sağlamaktır”: Dr. Edige M. Kırımal, “Çarlık Rusyası Hâkimiyeti Altında Kırım”, Dergi, XII, 46, 1966, s. 53-54
  4. 1917 Yılı içinde Rusya’nın hemen her tarafındaki Türk topluluklarınca gerçekleştirilen yerel ve genel kongreler için bkz. Dr. Necip Hablemitoğlu, Çarlık Rusyası’nda Türk Kongreleri (1905-1917), (Ankara: Ankara Üniversitesi Mat., Kırım Dergisi Yay., 1997), s. 89-111.
  5. Bu Cumhuriyetlerin kurulması, Rus esiri Türk topluluklarının müşterek organizasyonu olan ve 1-11 Mayıs 1917’de Moskova’da toplanan “Bütün Rusya Müslümanlarının I. Kongresi”nde oluşturulan “Milli Şûra”nın da sonu olmuştu. Bu suretle birlik ve dayanışmadan yoksun kalan Türk Cumhuriyetleri, birer birer Kızılordu tarafından yutulmuştu. “Milli Şûra”nın feshedilmesi ile ilgili olarak bkz. Hablemitoğlu, “Rusya Türklerinin Milli Şûrası”, Kırım, IV, 16, Tem.-Ağus.-Eylül 1996, s. 8-11.
  6. Mirza Bala, “Rusya İhtilâlinde Türkler”, Dergi, III, 9, 1957, s. 13.
  7. Alınan önemli siyasal kararlar arasında: “50 Kişiden oluşacak Kırım Müslümanları Merkezi İcra Komitesi’nin oluşturulması; KURULTAY’ın toplanması ve seçme-seçilme hakkına sahip 21 yaşını doldurmuş kadın-erkek seçmenlerin milletvekillerini seçmesi; Çelebi Cihan’ın Başmüftülüğe ve K.M.M.İ.K. Başkanlığına getirilmesi v.d.” bulunmaktaydı.
  8. Kırım Müslümanları Merkezi İcra Komitesi üyeleri arasında, Cafer Seydahmed, Hasan Sabri Ayvaz, Seyitcelil Hattat, Cafer Ablay gibi Gaspıralı ekolünde yeralan aydınlar girmişti. Eskilik taraftarı (kadimci) olarak temayüz eden; devrim niteliğindeki tüm gelişmelere, özellikle de kadın-erkek eşitliğine karşı çıkan İbrahim Tarpi, zararlı faaliyetlerinden (Ulema Cemiyeti girişimleri sonrası) dolayı Komite üyeliğinden çıkarılmıştır. Onun yerine Komite üyeliğine, Eylül 1917’de, Litva Türklerinden olup da Kırım’da hizmet veren deneyimli kadın liderlerden Ayşe İshaki alınmıştır.
  9. Kırım Türklerinin ünlü lideri ve şehidi Çelebi Cihan, 1885’de Kırım’da (Canköy’e bağlı Sonak köyünde) doğdu. Kırım’daki medrese eğitimi sonrasında İstanbul’a gitti. Liseyi (Mercan İdadisi) bitirdikten sonra bir süre Hukuk ve İlahiyat eğitimi aldı. 1906’da İstanbul’da eğitim gören Kırımlı öğrencilerle gizli olarak faaliyet gösteren “Vatan Cemiyeti”ni kurdu. 1912’de Kırım’a döndükten sonra Petersburg’da eğitimini sürdüren ve 10 Şubat 1918’de (yeni takvimle 23 Şubat) Bolşevikler tarafından kurşuna dizilinceye kadar tüm mesaisini özgür ve bağımsız Kırım için sarfeden Çelebi Cihan’ın biyografisi için bkz. Mübeyyin Batu ALTAN, “Çelebi Cihan – Biyografi ve orjinalleri ile İngilizceye çevrilmiş şiirleri”, Hollanda’da internet alanında faaliyet gösteren SOTA Merkezinin web sayfalarında yeralmaktadır. Ayrıca, en yakın mücadele arkadaşı Cafer Seydahmet Kırımer’in Bazı Hatıralar (İstanbul: 1993) kitabının pekçok yerinde Çelebi Cihan ile ilgili ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Aynı şekilde Dr. Edige Kırımal’ın Der Nationale Kampf Der Krimturken, (Emsdetten: 1952) adlı temel eserinde de oldukça ayrıntılı bilgi sunulmaktadır. Çelebi Cihan’ın Kurultay kapsamındaki faaliyetleri ve buna ilişkin hiç yayınlanmamış orjinal dokümanlar, tarafımdan kitap olarak hazırlanmakta olup yakın bir gelecekte yayınlanacaktır. Ayrıca, bu aziz şehidimizin biyografisi için bkz. A. Bozgöz, “İki Hususun Açıklanması”, Emel, XIX, 112, Mayıs Haziran 1979, s. 27-28; Emel dergisinin Romanya’da basılan sayılarında yeralan ilgili makalelerin dökümü için bkz. “Çelebi Cihan İçin”, I, 3, Mart 1961, s.1-2.
  10. Necip Hablemitoğlu Arşivi, Kurultay Dosyası, Z.1.B22
  11. Ayrıntı için bkz. Hablemitoğlu, a.g.e., s. 91-109.
  12. Kırımer, a.g.e., s. 81 vd.
  13. Çelebi Cihan’ın Rus resmi makamlarınca ilk tutuklanması olayı 1916 yılında vukubulmuştu. Askerlik görevini yaptığı sırada bilinmeyen bir nedenden ötürü tutuklanan ve Akmescit Hapisanesine kapatılan Çelebi Cihan, burada ünlü “BASTIRIK” şiirini yazmıştır. Bir aylılık tutukluluğun sonrasında (cepheye gönderilmek üzere) Odesa’ya sevkedilmiştir.
  14. Bünyamin Ahtem(ov)’un sözkonusu kongreler adına hükûmete çektiği telgraf: “Kazan’daki üç kongrenin müşterek istişare meclisi (Rusya Müslümanları Kongresi, Rusya Müslümanları Savaş Meclisi Kongresi ve Rusya Müslüman Uleması Kongresi), Kırım Müftüsü ve Müslüman Taburunun komutanının Simferopol’de (Akmescit) tevkif edildikleri haberinden büyük bir teessür duyarak derhal bu tevkifatın sebeplerini açıklaması isteği ile Geçici Hükûmete başvurur ve bu kanunsuz hareketin suçlusu olan mahalli memurlardan sert bir şekilde hesap sorulmasını ve mevkufların derhal serbest bırakılmalarını talep eder. Rusya müslümanları bu tevkifleri ihtilâle karşı atılmış bir adım olarak görmekte ve cevap beklemektedirler. İmza-Başkan Bünyamin Ahtemov”: Dr. Edige Kırımal, “Kırım Türklerinin Milli Mücadelesi”, (Çev. Eşref Bengi Özbilen), Emel, XXXIII, 131, Temmuz-Ağustos 1982, s. 29. Ayrıca bkz.N.H. Arşivi, II. Kongre Dosyası, Z.5.B.1
  15. Sözkonusu örgütlerin hiçbir yerde yayınlanmamış yazışmaları ve faaliyetleri için bkz. N.H. Arşivi, 1917-Kadın Dosyası, Z.2.B.1-10.
  16. II. Kongreye 20’si kadın olmak üzere 200 delege katılmıştı. Kongrenin üzerinde durduğu iki önemli konunun ilki, “Rusya Kurucu Meclisi”ne, ikincisi ise “Kırım Milli Meclisi”ne (Kurultay) yapılacak seçimlerle ilgiliydi. Kongrenin ikinci günü, daha ziyade Kırım’ın bağımsızlığını talep eden söylemlerle geçmişti. Nihai bildiride, Kurultay için bir komisyon oluşturulmasına ilişkin kararla, seçim ve Kurultay’ın açılış gününe (sırayla 17 Kasım ve 24 Kasım 1917) yer verilmişti (not: tarihler eski takvime göre verilmiştir. Yeni takvime uyarlamak için belirtilen tarihlere 13 gün eklemek gerekecektir – N.H.).
  17. Kurultay’ın açılışına ilişkin olarak, Şefika Gaspıralı’nın elyazısı hatıralarının yanısıra, Kırımer’in hatıralarında da bilgi verilmektedir. Ayrıca bkz. Ülküsal, a.g.e., s. 176-78.
  18. Milli Hükûmetin üyeleri şu isimlerden oluşuyordu: Cafer Seydahmet (Dışişleri), Ahmet Şükrü (Din İşleri), Dr. Ahmet Özenbaşlı (Eğitim), Seyitcelil Hattat (Maliye ve Vakıf). Kurultayın Parlamentoya dönüşmesinden sonra Parlamento Başkanlığına Hasan Sabri Ayvaz seçilmişti.
  19. 27.1.1918-25.4.1918 Tarihleri arasına rastlayan işgal dönemindeki olaylar ve gelişmeler için bkz. M. Alaç, “Kırımı Bolşeviklerin Birinci İşgalleri”, Emel, II, 7, Kasım 1961, s. 10-12.
  20. Ülküsal, a.g.e., s. 192.
  21. Kırımal, “Kırım Türklerinin Milli Mücadelesi (XVIII)”, (Çev. Eşref B. Özbilen), Emel, XXXVI, 149, Temmuz-Ağustos 1985, s. 41.
  22. N.H. Arşivi, K.7.Z.1.B.5
  23. Çelebi Cihan’ın katledilmesine ilk tepki, İdil-Ural Türklerinden gelmişti. Kısa süre içinde İstanbul’dan Türkistan’a kadar tüm Türk Dünyasından protesto sesleri yükselmişti. Protestolar, Şefika ve Rıfat Gaspıralı’nın yönetimindeki “Tercüman”da aynen yayınlanmıştı. Tepkilerin yoğunlaşması üzerine, Kırım’daki Bolşeviklerin sesi konumundaki “Al Bayrak” gazetesi, bu cinayeti tel’in etme gereğini duymuştu.
  24. Aziz Bozgöz, “New York’ta Çelebi Cihan Günü Münasebetiyle”, Emel, XIX, 114, Eylül-Ekim 1979, s. 11. Sözkonusu şiirin orjinali, Kırım’da yayınlanan “Millet” gazetesinde basılmış; İstanbul’da yayınlanan “Kırım” Dergisi (No.8, Mart 1918) buradan iktibas etmiştir.
  25. 1922 Senesi May 2’de Akmescid’de Toplanan Umum Kırım Tatarları 2’nci Bitaraf Konferansiyası, (Akmescit: 1922), s. 9.
  26. Dr. Edige Kırımal, “Kırım’da Topyekûn Tehcir ve Katliam”, Emel, III, 15, Mart-Nisan 1963, s. 39.
  27. Ülküsal, a.g.e., s. 230.
  28. 14 Mart 1957’de “İslâm Cemiyeti”nin Münih’de düzenlemiş olduğu bir toplantıda, Kırım Milli Merkezi Temsilcisi Dr. Edige Kırımal’ın sunmuş olduğu tebliğin özeti için bkz. “Moskova’nın Sürgün ve İmha Ettiği Milletler”, Dergi, III, 9, 1957, s. 122.
  29. Sözkonusu kitapçığın tam çevirisi, “Kırım” dergisinin önümüzdeki sayısında yayınlanacaktır – N.H.
  30. 1922 Senesi…, s. 30.
  31. Kırımlı Türk aydınlarının Sovyet işgalinin tüm baskıcı yöntemlerine karşın eğitim alanında sağladığı başarılar (açılan okullar, enstitüler, müzeler v.b.) için derli-toplu bilgi için bkz. Temircili, “Kırım’da Eğitim Meseleleri Hakkında Bazı Notlar”, Emel, IV, 20, Ocak-Şubat 1964, s. 12-13.
  32. Prof. Dr. Alan Fisher, “Kırım Tatarları”, (Çev. Eşref Bengi Özbilen), Emel, XXXIII, 130, Mayıs-Haziran 1982, s. 13.
  33. Veli İbrahim, Gaspıralı İsmail Beyin “Tercüman” Matbaasında uzun yıllar müretteplik ve düzeltmenlik yapmış; ilkokul eğitimi almış olmasına rağmen siyasal konularla yakından ilgilenmiştir. “Milli Fırka”nın sol kanadında yer alan Veli İbrahim, Kurultay’a milletvekili seçilmiş; idam edildiği 1928 yılına kadar toplumunu Moskova’nın yıkıcı baskılarından korumaya çalışmıştır. Şefika Gaspıralı’nın gözünde eski bir dost ve mesai arkadaşı olarak Veli İbrahim’in özel bir yeri olsa gerek. Zira Şefika Hanım O’nun idam kararını dinlerken çekilen fotoğrafının yeraldığı rusça gazete kupürünü düzenli bir biçimde kartona yapıştırarak saklamış.
  34. Ayrıntı için bkz. Ülküsal, a.g.e., s. 236. Veli İbrahim’in yardımcılarından eski “Milli Fırka” üyesi Dr. Ahmed Özenbaşlı, Veli İbrahim’in sağladığı göreceli rahatlık ortamında buram buram milliyetçilik kokan ve komünizmi dışlayan şu satırları yazabilmekteydi: “Sadece çalışan sınıfın diktatörlüğüne dayanan Sovyet rejimi, sanayi kapitalinin gelişmesinin doruğuna vardığı merkezi Rusya’da haklıdır… Fakat bu rejim, göçebe müslüman kitlelerine veya merkantil kapitalizm dönemine daha yeni girmiş olan kitlelere uygulandığı zaman yaşama kabiliyetinden mahrumdur. Bu yüzden biz iktisadi gelişmenin safhalarından normal bir geçiş için yardım edilmesini arzu ediyoruz. Bu gelişmeyi süratle aşıp ne anlayabildiğimiz ne de uygulayabildiğimiz hükûmet şekillerine baştan kara dalmak istemiyoruz… Kırım’da sınıf hükûmeti prensibi değil de milli hükûmet prensibi kabul edilmelidir”: A.K. Bochagov, Milli Fırka, (Simferopol: 1930), s. 83-84’den iktibas eden: Prof.Dr. Alan Fisher, “Kırım Tatarları”, (Çev. Eşref Bengi Özbilen), Emel, XXXIII, 130, Mayıs-Haziran 1982, s. 15.
  35. Veli İbrahim’in mahkeme safahatı ve idam kararının ayrıntıları için bkz. Ülküsal, a.g.e., 234-49.
  36. Ülküsal, a.g.e., s. 249.
  37. Moskova’nın emriyle tasfiye edilen Kırımlı aydınların bazılarının akıbetleri hakkında bkz. Prof.Dr. Dmitriy P. Ursu, “Kırım Bilim ve Kültürünün Faciası”, (Çev. Doç.Dr. Hakan Kırımlı), Emel, XXXXVI, 208, Mayıs-Haziran 1995, s. 4-6.
  38. Fisher, a.g.m., Emel, XXXIII, 131, Temmuz-Ağustos 1982, s. 14.
  39. Fisher, a.g.m., s. 15.
  40. İdam edilen ya da hapisane ve toplama kamplarında olumsuz koşullar nedeniyle ölen aydınların meslek gruplarına bakıldığında, büyük bir bölümünün eğitimci, şair, din adamı, yazar, ressam, ziraatçı, yönetici, kompozitör ve diğer mesleklerden olduğu görülür. Bu tasfiye kampanyasından şans eseri olarak canını kurtarabilen az sayıdaki aydın, maalesef 1941’deki komünist terörü ile II: Dünya Savaşı sırasında ve 18 Mayıs 1944 topyekûn sürgün esnasında ve sonrasında ölümden kaçamıyacaklardı. Komünizm ve onunla pratikte özdeşleşen Rus faşizmi, Kırımlı aydınlar için sadece ölüm anlamına geliyordu…
  41. Kırım Türklerinin yetiştirdiği en önemli dilbilimci olan Prof. Dr. Bekir Sıtkı Çobanzade’nin hayatı ve eserleri için bkz. A.Battal Taymas, Kırımlı Filolog-Şair Bekir Çobanzade’yi Tanıtma Tecrübesi (Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten 1954’den ayrıbasım), (Ankara: 1954), s. 233-63; Nazif Gahramanlı, “Karasubazarlı Profesör Bekir Çobanzade’nin Hayatı ve Edebi Şahsiyeti”, Emel, XXXXVI, 210, Eylül-Ekim 1995, s. 4-22.
  42. “Büyük Şair ve Tanınmış Prof. Bekir Sıtkı Çobanzade’nin Öldüğü Yer ve Tarih”, Emel, XIX, 112, Mayıs-Haziran 1979, s. 43.
  43. Sovyet yöneticileri tarafından 1931-33 yılları arasında Kırım’da soykırım amacına yönelik olarak planlı biçimde yürütülen açlık, onbinlerce Türkün canına malolunca, Moskova’nın en güvendiği isim olarak Kırım Cumhuriyeti Merkezi İcra Komitesi Reisliğine getirilen Mehmet Kubay daha fazla dayanamamış ve Moskova’yı suçlamıştı: “Moskova Kırım Cumhuriyetini yağma ve bütün tabii servetini ihraç ediyor ve buna mukabil açlıktan kırılan ahaliye yiyecek bile vermiyor”. Bu yüksek sesli serzeniş sonrasında Mehmet Kubay görevinden alınmış ve gönderildiği sürgün mıntıkasında hayatını kaybetmişti. Bkz. Fisher, a.g.m., s. 16.; Kırımal, a.g.m., Emel, III, 16, Mayıs-Haziran 1963, s. 32 vd.
  44. Kırımal, a.g.m., s. 35-37.

Kırım'ın Sesi Gazetesi

27 Şubat 2015 Tarihinde hizmet bermege başlağan www.kiriminsesigazetesi.com maqsadı akkında açıklama yapqan Mustafa Sarıkamış İsmail Bey Gaspıralı’nıñ bu büyük mirasına sahip çıqmaq ve onun emellerini yaşatmaqtır. Qırımtatar Türkleriniñ ananevî, körenek, ürf, adet kibi yaşamlarında ne bar ise objektif şekilde Dünya cemiyetine taqdim etilmektir.

Pin It on Pinterest