GenelGüncel

BULUT SERPINTISI

Yazdigim romanimdan alintilar BULUT SERPINTISI S. KERİMOVA

Kırımtatarlarin acı, ıstırap, sürgün ve idam mangaları karşısında ölümle biten dolu hayatları, Kırım Hanlığı’nın Rusiya tarafından işgali ile başlayan, bir millet olarak karışmadığı halde, ikinci dünya savaşında binlerce insanı şehit olan, Rusiya ve Almanların arasında kalarak vahşet derecesindeki katliamları, sonrasında toprak yağlamaları, iktisadı, dini ve kültürel mirası yok etme politikaları, kitle halinde sürgün ve soykırımlar, genosit gibi birer insanlık suçu cinayetlerinin arkası kesilmediği, yıllar sonra da asırlar buyunca devam edecek bağımsızlıklarını engellenmeleri için türlü oyunlar uygulandığı ve Bu gün bile geçmişteki politikalarının yanlış olduğun kabul etmeleri siyasi bir oyunun parçasından öteye gitmemektedir. Düşünce ve hareketlerinde Kırımtatarlara karşı acımazsız bir şekilde esaretlerine ve insanlık dışı hareketlerine bu günde çeşitli bahanelerle devam etmektedirler. Bu seferki asimile hareketleri de halen dünya kamuoyu önünde maskelenmiş bir şekilde uygulanmaktadırlar. Kırımtatar insanları bazen bir bilinmezde kaybolmaktadırlar.
Ne Ukrayna, ne Rusya’ya kapı kulu olmayacak kadar bir tarihin içinden gelen ve geçmişe ve kültüre sahip Kırımtatarlarinin atalarını dahi mezarlıklarda kutsal ile rahat bırakmayan, planlı bir şekilde ortadan kaldırmanın maksadı, bir ulusun tarihini gün yüzüne çıkmamasına sağlamaktır. Bu insanlara karşı, yalnız kınama ve tepki göstermenin yeterli olmayacağını bu insanların çocuklarının bilmesi gerekmektedir.
Kırım’da en vahşi ve acı katliamın perdelerinin biride Milli hükümet Başkanı Noman Çelebi Cihan’ın vahşice zindanlarda bilinmeyen bir şekilde katledildikten sonra kefensiz bedeni Karadeniz azgın sularına, bulunmasın diye aıtlmıştır.
Kırım’ ı canı gibi seven milliyetçi Kırım Türk aydınlarının çoğunun Rusiya idam mangalarının karşısına geçmelerinin tek sebebi, düşüncelerinde bağımsız ve hür Kırımdı.
I920 Yılı kasım’ında Macar Koministi, Bella Kun’ Rusların yardımıyla,”bu kötü şöhretli Macar” kitleleri korkutarak dehşet salma siyasetinin sonucunda 60-70 bin Kırımtatarlari kurşuna dizilerek katledildi veya Sibirya’ya gönderildiler. Bela Kun; terörüne karşı çıkarılan isyanların sonucunda, Kırımtatarlar insanın kanları, bedenlerinden her kurşun girdiğinde fışkırıyordu.
Sovyet yöneticilerinin halkimizi uygulamak istediği, top yekün imha ve soykırım politiklarının bir başka gizli oyunuda 192l Kasım’ında Kırım bölgesinde hukumet tarafından yaratılan süni açlıktı. I922 senesine kadar insanların ağaç kabuklarını, evcil hayvanları dahi yemek mecburiyetindeki kaldığı bu kıtlıkta Kırım’da ölen insanların % 60 Kırımtatar olarak 60 bin kişiyi buluyordu. Tamamen asimile olarak uygulanan bu suni kıtlık olarak, milleti insafsızca gizli bir soykırımla yaşamak zorunda bırakıldılar. Aynı kıtlık Rusya’nın diğer yerlerinde yoktu.
Türkiye; kurtuluş savaşının en zor günlerinde, Mustafa Kemal’in emriyle iki tahıl dolu yük gemisini Kırıma yolladıklarında, ellerine veya gıda olarak midelerine açlığa çare olacak şekilde ulaştırılmadı. Tamamen bunu tahıl Ruslara dağıtıldı. Bunun dışında, yardımları da devamlı ret edildi,
Veli İbrahimov, Kırım Türk’ü bir Subay olarak Kafkas cephelerinde kahramanlıkları dilden dile dolaşıyordu. Onunla olan destekçileri beraber milletinin açlığına çare bulunması için tüm elinden geleni yapmaya çalışmaktaydı. 1927 senesinde başlatılan onu suçladıkları Burjuva milliyetçili ile, bunların tasfiyesinde Veli İbrahimov ve en yakınları silah arkadaşları kurşuna dizildi. Onun gibi aynı düşüncedeki Kırımtatarlar 725 kişilik arkadaşları zor şartlar altında Sibirya ve Ural’lar da ki zor çalışma kamplarına sürgüne gönderildiler.
Almanlar çekilirken işgal ettikleri bölgelerden, bilhassa Ukrayna ve Kırım’da işlerine ne kadar yarayacak kadın-erkek binlerce Kırım gençini ” doğu işçisi” adı altında esir alarak, Almanya’da fabrikalarında çalıştırılmak üzere yanlarında götürdüler. Almanlar, bunu kabul etmeyen yüzlercesini , içlerinde kadınları olduğuna bakmadan Alman gestaposunun kurşunlarına hedef oldu. Almanlar bu Kırımtatarlarindan oluşan zoraki bir tabur kurdular. Bu taburun ismine” Türkistan lejyoner taburları ve daha sonra Mavi Alay taburu kuruldu.
Almanların işgali sırasında, Almanları kurtarıcı olarak gören, işlerin tersine dönmesi ile yüzlercesi Rusiye katliamından kurtulmak için, Almanlarla birlikte, kendi imkanları ile “Dobruca ” ya varmak için deniz yolunu tercih edenler,Kırımtatarlari Rus uçaklarının acımazsız bombaları sonucunda, Karadeniz de’ Noman Çelebi Cihan’ın parçalanarak yanına gidiyorlardı. Karayolundan ise Odesa’dan “Dobruca”ya ulaşmak için uzun yolculuklarda açlığın getirdiği zorluklar ve kızıl partizan çetelerinin saldırılarından çok sayıda Kırımtatarlari vahşi bir şekilde, hunarca ve işkenceler altında öldürüldüler.
Tam iki yüzü aşkın bir süre zarfında hem çarlığın beyaz , hem de Sovyet dönemimin kızıl idelojilerinin, bir başka ifadeyle şovenizminin ve saldırgan politikalarının kurbanı olan şimdilerde ise küresel emperyalizmin bir başka boyutu ile tanışıyor; Etnik ve dinsel bölücülük!
Hiçbir batılı ülke, ve medyası milletin arasında aşırı çocuk ölümleri ve ciddi bulunan hastalıkların getirdiği ölüm oranları ilgilenmeyi, incelemeyi akıllarının uçuna dahi getirmemektedirler.
Hiçbir, Kırımtatarlarinin sağlık, eğitim ve kültür sorunlarının değil değerlendirmek Gündemlerine bile önermemektedirler.
Hiçbir ülke Ana vatan topraklarına dönmek isteyen, bu toprağın gerçek sahiplerine ve haksız engellemelere karşı tepki vermemekle birlikte sağırlaşıyorlar, Hiçbir batılı ülke Rusya’nın Kırım’ı işgaline sesini çıkarmıyordi Veya çıkarları için çıkartmak istemiyorlarlardi
Bunlara karşılık, A.B.D. Alman, İngiltere, Fransa, gibi ülkelerden gelen, Katolik, Protestan, Bapist, Evangelist, Mormon, Krişna,Yehova şahidi, Mon, Bahai binlerce misyoner Kırım’da “ Çirit “ atıyorlar.
Çaresizliğin ve paranın sıcak yüzünün yarattığı bir ortamda, bu zaaflardaki, kendi yönlerinde eğilim gösteren Kırımtatar gençliğine Suudi ve İran destekli vahabiler , devşirme bedeli olarak red etmeyecekleri bir para teklifi ile karşılarına dikilmektedirler.
Bütün bu çabalar niye? Amaç Allah’a inanmaksa, Kırım çocuklarının böyle bir sorunları bulunmamaktadır. İki yüz yılı aşkın bir süre içersinde çeşitli badireler atlatan, bu masum insanlar atalar gibi muhteşem milletin çekmediği zorluklara ve çeşitli soykırıma uğramalarına karşın ulusal ve dinsel kimliklerini muhafaza edebilmiş nadir milletlerden biridir.
Batılı devlet adamları, politikacılar, tarihçiler, insan hakları savunucuları, görsel ve yazılı basın için tüm diğerleri için Kırım’da Tatar var, Kırgız var,Azeri var, Özbek var, Türkmen var, Kumuk var ve diğerleri var. Yalnız ve yalnız İsmail Gaspıralı’nın milleti yok.
Zalim, hasta insan Joseph Stalin,ve onun gibi düşünenlerin vatan haini ilan ettikleri halki sürgünü gerçekleşmek için uzun hazırlıklar yapılması sonucunda 11 Mayıs 1944’te son olarak Stalin’in önüne imzaya geldiğinde insanlık dışı bu emri, kalın bıyıkları ile, gülümsüyordu.
Seneler sonra, kendi pisliği içersinde geberirken de, yüzbinlerce ölmesine sebeb olduğu insanlarda yattıkları yerlerden gülümsedikleri kesindir.
18 Mayıs 1944 tarihinde, Kırım’ın binlerce ölümle neticelenen sürgün sonrasında, Türk insanından temizlenmesi sonrasında, Haziran 1945’te, Kırım Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Konseyi Başkanlık RSFSC Kırım bölgesine dönüştü. 1944 sonbaharında Kırım Krasnodar, Stavropol, Voronej, Kursk, Orel Bölgesi, Tambov, Rostov, Kiev, Vinnitsa, Zhitomir ve Podolsk alanların sakinlerinin iskan başladı. Yukarıdaki nedenlerden dolayı boş araziler vardı Aluşta, Balaklava, Bahçesaray, Belogorsk, Kuybiyşev, Staro-Kırım, Sudak, Yalta. Savaşın sonunda buralara Rus’laşma politikalarının sonucunda bu bölgelere 17.040 Rus aileleri yerleştirildi. Daha sonra bu göçmenler olarak, küçük gruplar halinde her yıl Kırım’da sayıları azınsanmıyacak Rus insanının gelmesi sağlanarak yeşil ada tamamen Ruslaştırıldı.
Gecenin tam ortası. Kırımtatarlar rüyalarında.
Balaklava’daki insanların uykularının en güzel yerinde.
Sokak lambalarının cılız ışıkları karanlığı aydınlatmak için gayret gösteriyor.
Bir gece’de taşlar ihtiyarlıyor.
Sanki sonbahar gibi, sararmış ağaçların yaprakları her tarafta.
Bilmezler di bu masum insanlar.
Mezarlıkların, bu insanlara topraktan taht kurduğunu.
İçi korku dolu, bu gecede esaretlerinin başladığını.
Dağlardaki kır çiçeklerin bile, günlerdir ağladını.
Kırımtatar milleti için dünya demek, yaşam demek, nefes almak demek, insanlığın Stalin’in iki dudak arasındaki 18 Mayıs 1944’ten sonra “ Sürgün” demekti. İnsanlarının cesedlerinin üst üste düştüğü, ağır ve hak edilmeyen bir ölümdü. Adem’in cennet’ten kovulması gibi, bunlarda yurdlarında, ve ana vatanlarından kovuluyorlardı.
Siyah, beyaz Alaca köpek ile, Sarı arkadaşı ile birkaç köpek daha Mayıs ayının yeni ısınmaya başlayan sıcaklığından, bir yerden buldukları kemiklerle sokak başında birbirlerinle oynaşmaktalar.
Evlerin damlarında Mart ayının devamını yaşamak isteyen kediler, keskin gözleri ile gecelerin karanlıklarına meydan okuyorlardı. Birbirlerini kovalarken, sessizliği, kırdıkları kiremitler bozuyordu.
Ağaçlar gecenin bu saatlerinde sulu sepken yeşil yaprakları ile, nazlı nazlı güneşin kendilerine hayat vermelerini bekliyordu.
Balaklava’nın çeşitli renklerdeki horozları fiyakaları ve çalımları ile, sabah namazını okuyacak imamdan evvel, ötmek için sabırsızlanıyorlardı.
Balaklava’nın denizi de bu insanları gibi muhteşem güzelliğin görüntüsü ile uyuyordu. Rus askerlerinin yapacakları tüm iğrençliklerini bilebilselerdi. Dalgaları ile isyan ederlerdi.
Bu çarşaf gibi denizde, martılar kısmetleri olan balıkları gagalarına aldıklarında muhteşem bir resim oluşuyordu.
Balıkçılar ağlarını yine Balaklava’nın bu gece fırtınasız denizine, yüreklerinde ekmek sevdası ile Vira Bismillah, diye atıyorlardı. On tane kadar balıkçı teknesi, yine birbirlerine “ Rast gele” dileklerini diliyorlardı.
Sokakların kaldırım taşları, günün ağarması ile kah üzgün, kah neşeli kah çocuk, kah yaşlı,kah erkek veya kadınları üstünde misafir edeceklerdi.
Gecenin hafif yeli ile ağaçların yapraklarını savurmasının bile sesi duyuluyordu.
Balaklava’ nın meydanındaki bulunan Ekmek Fırınına Hadir, Fırının ekmek pişeceği yeri güzel bir şekilde, kupkuru odunlarla yakmıştı. Biraz sonra kadını yardıma gelecekti. Fırından çıkaracak olduğu ekmeğin kokusunu ve lezzetini şimdiden hissediyordu. Beraber çalıştıkları kardeşi Hazir ise, odun parçalarken, baltayı ayağına kaza ile vurduğundan, evlerinde istiratteydi. Balaklava’nın ortasına tüm canları, yaşamları ve hayalleri yıkan yanardağının lavlarından fırlayan alev topu düşmüştü.
Kendini bile zor taşıyan hurda askeri kamyonların motor sesleri, tüm gecenin sakinliği ve sessizliği bozuyordu. Bu demir yığıntıları Balaklava meydanında beşi, ard arda yavaş bir şekilde bu gecenin yarısında acımasızlığın insanlara tattırmak için durmaya başlıyorlardı.
Saat aşağı yukarı 03 sularındaydı. Sabahın ilk ışıkları gecenin gitmesini ile güneş ortaya çıkarak insanlara bereket vermek için bekliyordu.
İlk kamyondan kısa boylu, boyuna göre iri çüsseli, ve bu cüsseye göre yuvarlak bir kafa, sarı kaşlar, sarı şaçlar ile birkaç tane çıkmış ve sarkmış bıyık ile kopay yuzlu üsteğmen kendine o kadar güvenle indiğinde, kendi kendine bakıyordu.
Uyuşmuş ayaklarını sağa, sola salladı. Bir çömelip katlı. Elindeki kırbaçı şaklatarak, canlarını yakacağı insanlar aklına geldikçe çürük ve sigaradan saçları gibi sararmış, pis ve eksik dişleri ile sırıtıyordu. Etrafına bön bön bakıyordu. Bu kontrolsuz bakışlarının sebep olan alkol şisesini ağzına dikti.
Çoğu iri yapılı üstleri dökülen, kocaman ve bazıları parçalanmış postalları ile Zalim Stalin’in askerleri, ölüm için adres sormayan mermilerden kurtulmanın (Savaşın içinde olmamanın) kahkahalar hayvan anırmalarına benziyordu. Şarkıları ise birbirine karışmış, gürültüler içeresinde kamyonlardan palas, pandıras, çoğu alkolin etkisi ile, bağrış, çağrış garip ve naralar atarak kötülüğün tohumları gibi kamyonlardan indikce etrafa bu insanlara yapacakları kötülükleri düşünerek dağılıyorlardı.
Her kamyonun soför mahalinden inmekte olan subaylarının hepsinin gözleri içlerindeki gözleri dışarı fırlamıştı. askerler, daha evvelden tesbit edilmiş Kırımtatar evlerinin adreslerini not olarak veriyorlardı.
Sakin bir şekilde yeni güne” merabah “ demek için hazırlanan bu güzel Balaklava’nın sokaklarındaki kaldırım taşlarını bu sefer askerleri kirletiyorlardı.
Mahşer yerini andırır bir şekilde bir ortamın içersindeydiler
Hukumet askerlerinin genelde iri gövdeleri, salyalı ağızları ve üstleri kokmuş elbiseleri ve kocaman postalları sokakların içlerine dalmışlardı.
Her Kırımtatar kapılarını çalmak yerine, dipçik darbeleri parçalıyorlardı.
Gecenin bu saatinde, ellerine gaz lambaları ile kapıyı açmaya gelen bu masum insanlara, darp ve hakeretlerle, yüzleri sapsarı birbirine benziyen kızıl ordu askerleri, küstahça, horlarcasına, yeri geldiğinde, başlarına dipçik darbeleri ile, hakeret edercesine:
-Vatan hainleri 15 dakikada dışarıya,
Bir diğeri hiddetle,
-Çabuk olun!
Her kapısını çaldıkları, evde bulunanların çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlı erkeklerdi.
Bu Stalinin Sırtlanlarının her açılan kapıda buna benzer insanlığa sığmayacak kelimeler ile insanların nefes bile almasına izin vermiyorlardı.
Yalnız Kırım semaları ve insanlarının benlikleri alev alev yanıyordu. Bu yangının adı, bu insanlar için ölümdü.
Bu ölüm,
Bu ölüm, bir cırcır böceğinin ters dönmesiydi.
Bu ölüm, köy gecesi sabahındai, karlar altında donmaktı.
Bu ölüm, gırtlağın, kızıl hançer ile tanışmasıdır.
Bu ölüm, kelebek kanatlarındaki bir günlük ömrün bitmesidir.
Bu ölüm, Yer askerlerinin, zevkten vodka içmesiydi.
Bu ölüm, çiğerlerdeki, kanın kaldırımlardara düşen kırmızılığıdı.
Gecenin bir kör vaktinde bu, hiçbir şeyden olan habersiz insanların kapıları askerler tarafından can alırcasına çalıyorlardı. Yeri geldiğinde parçalıyorlar. İnsanların bedeninde yer gözetmeden kocaman postalları ile tekmeleri yetmediğinde tekmelerin dışında tüfeklerinin dipçikleri ile tüm güçleri ile yaşlı, kadın ve erkek ve çocuk ayırmadan tartaklıyorlardı. Biraz itiraz veya soru sormaya kalanın ise, Kafaları yüzlerine varasıya kadar parçalıyorlardı.
Yarısı Kırım Türk’ü olan balıkçıların tümü bu kıyametin ne olduğunu merak ettiklerinden balık ağlarını acele olarak topluyorlardı, Reşit:
-Hemşerilerin bu hayra alamet değil. Hemen acele gidelim çocuklarımız başına;
-Haklısın.Reşit Akay.
Acele olarak, attıkları ağları topladılar. Son güçleri ile kayıkların küreklerini çekiyorlardı. Daha geldikleri yeni olmuştu. Günlük kismetlerini tutup, çocuklarının nafakalarını sağlayacaklardı. İskeleye vardıklarında;
Bu kıyamet gürültülerine içersinde,
Ne damlarla oynaşan kediler .
Ne sokak başında şakalaşan köpekler.
Ne de rüzgarın savurduğu yapraklar kalmıştı.
Yangının adı Balaklava’dı.
Yangının adı Kırım’dı.
Yananlar ise çocuk,hasta ,sakat ,kadın, yaşlı demeden Kırım Türk’leriydi.
Bu insanlar çile mahkumları mıydı?
Bu insanlar kürek mahkumları mıydı ?
Bu insanlar hiç biri değil di.
Bu insanlar zalim Stalin’in kaderinle, hayatlarınla oynadığı insanlardı.
Rusiye askerlerinin kamyonlarlardır ardı sıra indiklerini gören Hadır, hemen acele olarak fırını kapattı. Bir solukta kendini evde buldu;
-Hazır kardeşim, Kadınım. Dışarıda ortalık karışık. Ama nedir anlayamadım. Hazır, ağrılar içersinde bacağının etkisi ile;
-Ağabey Allah hayırlısını bizlere nasip etsin.
18 Mayıs 1944 gecesi, Kırım semaları gecenin karanlığı ile değil, ölüm şeytanının oluşturduğu simsiyah, katran siyahı gece ve sonrasında çok ölümlerin olacağının habercisi olarak, bu güne kadar Balaklava semalarında hiç gözükmeyen Akbabalar bazı Kırım evinlerinin damlarında gözükmeye başlamıştı.
Kıyamet, ve mahşer gün Müslümanların en büyük ve dehşet verici korkularından biridir. Şu anda tüm Kırım’da Mahşerin dört atlısı gibi, Stalin’in sırtlanları, askerleri ortalığı cehenneme çeviriyorlardı. Her girdikleri evlerdeki çocukların, yaşlıların hasta ve kadınların canlarını acımazsızca darp etmekten kaçınmıyorlardı.
Deniz kaparmıştı.
Çığlıkların ve feryat ve ağlamaları Balaklava’nın biraz evvel sakin denizini isyan ediyordu.
Her kapısı çalınan evde, feryatlar, bağırmalar ve ağlamaların arkası kesilmiyordu. Çığlıklar yükseliyordu. Bu korumasız insanlar çaresizliklerin içersindeki kıvranmaktan başka seçenekleri bulunmuyordu.
Bu insanların ruhları, gönülleri, bedenleri kanayan bir yara gibi, birbirlerine karışıyordu. Bu insanlar birer gül tomurcuğu gibi bir hayat yaşarlarken, yerlerinden sökülerek kocaman postalların altında sırtlana benziyen askerleri tarafından ayaklarının altında feryatlar içersinde eziliyorlardı.
Bundan sonra acaba bir daha gül olarak açabileceklermiydi ?
Kırım yarım adasında Balaklava çevresindeki Kırımtatarlar ve buradaki insanlarla senelerce kardeş gibi geçinmişlerdir. Geçmişten gelen musulman turk ırkının kültür bilinci içersinde, her türlü kültür ve millete karşı saygılı olmuşlardır.
Bazen geçim zorlukları içersinde olsalar da kişiliklerinden ödün vermeyen bu insanlar bahar yağmurlarının toprak kokusu ile senelerce, bu masum ve güzel insanlar diğer kültürün insanları ile ruhlarını ile birleştirerek, Kirim’ nın tabiyatini denizin güzel kokusunu birlikte koklamışlardı.
Gecenin karanlıkları, kaderlerininda karanlıkları olan bu mazlum yer halkinin, kapılarının açmaya çalıştıklarında. Ağızları salyalar içersinde, kahkaha ve gülmeleri ile kadınların ellerindeki gaz lambalarını, kasten yerlere atıyorlardı. Çıkan yangın ve ateşi ellerindeki içki şişelerine meze yapıyorlardı, nesneleri zevkle seyrediyorlardı.

(kisim kisim paylasmaya hareket ederim)

Svelana Sevil Kerimova

Pin It on Pinterest